Filistinliler 15 Mayıs’ı, yurtlarından kovulmalarını sembolleştiren Nakba/Felaket günü olarak anıyorlar. ‘Yahudi Soykırımı’ gibi, Filistinlilerin ‘felaket’inin de insanlık tarihinin hafızasına kazılması için çaba gösteriyorlar.
Bu yıl, Lübnan Hizbullah’ı, Filistinliler için 15 Mayıs’ta, İsrail sınırına yürüyüş çağrısı yaptı. Suriye, Lübnan’dan, İsrail sınırını aşan göstericilere İsrail askeri ateş açtı, yüzlerce insan yaralandı, son olarak 17 kişinin öldüğü açıklandı. Duydunuz mu?
Kimseden ses yok
Sanmıyorum. Batı dünyası bu olayı neredeyse haber yapmadı. Ama daha ilginci, Ortadoğu’nun ‘Prometus’u El-Cezire kanalı, şöyle bir geçti. Daha da ilginci, ülkemizde Filistin davasının önde giden takipçileri sus pus oldu. Muhafazakâr kesimin gazetelerinde ‘tepki’ yok, ikinci Mavi Marmara seferine üye kaydetmekle meşgul olanlardan ses yok, ‘devrimi görüp teyemmüm bozanlar’da ses yok, Ortadoğu’da yükselen özgürlük ateşinden gözü kamaşanlardan ses yok, İsrail’e sert çıkan Başbakan’dan, iktidar partisinden, hiçbirinden ses seda yok! Çok ilginç değil mi?
Aslında, bölgede neler olup bittiğini yakından izleyenler ve sadece vicdanlarının sesiyle tavır takınanlar açısından şaşılacak bir şey yok. Zira, bu kez Filistinliler adına çağrı Lübnan Hizbullah’ı ve Suriye’den geldi, yani ‘İran merkezli ittifak cephesi’nden geldi. Bu cephe, öteden beri Filistin davasının hamiliğini öne çıkarıyor, ama son çağrının, Hamas’ın ellerinden alınmasına karşı hamle olarak yapıldığı ortada. Yine de, böylece asıl derdin, Filistin konusunda dayanışma falan olmadığı da açığa çıkmış oldu. Mısır bu çağrıya uyup, katılmaya çalışanları şiddet kullanarak bastırdı. Ürdün ve Batı Şeria’daki Filistin yönetimi sindirdi. Hamas da bu çağrıya aldırmadı.
Herkes çıkar peşinde
‘Batılılar, İslam dünyasını bölüyor, fitne, mezhep kavgası çıkarmaya çalışıyor’ diyenlere bakar mısınız? Doğrusu, Batılılara hacet yok, ‘Müslüman dünya’ zaten kendi iç iktidar savaşlarının izlerini en zalim biçimde sürüyor, Batılılara da kendi çıkarları doğrultusunda katkı sunmak düşüyor. Yani, Batılısı, doğulusu yok, herkes kendi kirli çıkarları peşinde. Ortadoğu’da özgürlük rüzgârı denilen değişim, bu çerçevede, ‘Sünni ülkelerin’ İran’a karşı saflarını sıklaştırması şeklinde tezahür ediyor. Ama, bu olayın da mezhep ile ilgisi yok. Önce Sovyetler’e, sonra İran İslam Devrimi’ne karşı, öteden beri Batı ittifak sistemi içinde yer alan Sünni ülkeler yeniden İran merkezli ittifak sistemine karşı hizalanıyor. Batı dünyasının, Ortadoğu’da olanları bu denli sevinçle karşılamasının nedeni buydu. Ortadoğu’da olanlar karşısında sergilenen çifte standardın nedeni de bu. Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da olanlara kıyamet koparanlar, bu nedenle Bahreyn’de olanları görmemeyi tercih etti.
Çıkarlar örtüşüyor
Bölgede, Batı çıkarları ile, yeni iktidarların adayı Müslüman Kardeşler hareketinin çıkarları örtüşüyor. Bu müthiş ittifak, Batı için artık tahammül edilemez hale gelen, İran merkezli güç dengesini değiştirmek yönündeki çabaları, ‘mezhep kavgası’ formatına sokmaya çalışıyor. Mübarek rejimi de, İran merkezli hareketlerin ‘direniş mücadelesi’ dediklerini, ‘Şiiliği yaymak’, ‘bölgeyi Şiileştirmek’ olarak lanse ederdi, İhvan’ın Mısırlı ünlü lideri Kardavi de 2008’de bu hususun altını çizmişti. Şimdi, İhvan’ın bu hizada seyrettiği aşikâr.
Kısacası, mesele ne mezhep, ne demokrasi ve özgürlük, ne mazlum hakların şahlanışı meselesi, mesele güç, iktidar meselesi. Veya daha doğrusu, sıradan insanların bu temellerde ve bu istikametlerde mayalanan başkaldırılarının iktidar hesaplarına ciro edilmesi meselesi. Hak, hukuk, vicdan adına, mazlumdan yana bu çirkin denkleme itiraz edenler beri gelsin. Ama, bu hesapları görmezden gelen, dahası bu hesaplar içinde hizalanan, kendilerine düşecek sırtlan payına hazırlanan kimse, özgürlükten, vicdandan, zulümden, Müslümanlıktan bahsetmesin, ikiyüzlülükleri mide bulandırıyor.