Gezmeyi, fotoğraf çekmeyi seviyorsanız “Photo Safari”ye katılabilir, belki de ödüllendirilecek bir fotoğrafa imza atabilirsiniz
Geçtiğimiz hafta Kapadokya’da UNESCO Photo Safari etkinliğinin ilk etabı gerçekleşti. Touristica Seyahat Acentesi sponsorluğunda yapılan UNESCO Photo Safari projesi Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki kültürel, tarihi ve doğal zenginliklerinin tanıtımını hedefliyor. Bu çok uzun soluklu bir proje. İlk olarak 22 Mayıs’a kadar değişik tarihlerde Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan 19 ana unsurundan 17’si ziyaret edilip fotoğraflanacak. Etkinlik takvimindeki her etap ayrı bir gezi ve her gezi için ayrı bir ödüllü fotoğraf yarışması var. UNESCO Photo Safari, çok güzel bir amaca hizmet ediyor. Öncelikle “Kültür turizmi Türkiye’nin geleceğidir” konusunda herkes hemfikir. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki varlıklarımızı yurt içinde ve yurt dışında tanıtmak, bu zenginliklerin yer aldığı illerimizde turizm gelirlerine katkı sağlamak
Troya Müzesi’nin Avrupa Müze Akademisi Özel Ödülü’nü kazanarak, iki özel ödül alan ilk Türk müzesi olması, Dünya Turizm Günü kutlamalarına ayrı bir coşku kattı.
Dünyanın en önemli çağdaş arkeoloji müzelerinden olan Troya Müzesi, 2020/2021 Avrupa Müze Akademisi Özel Ödülü’ne layık görüldü. Troya Müzesi, 14 ülkeden 50’den fazla müzenin başvurduğu bu ödülde finale kalmıştı. Finalde jüri, Troya Müzesi’ni, “Enerjik ve ileri görüşlü, duvarları dışındaki zengin arkeolojik alanların modern sakinlerini kendi toplumlarının tarihiyle bir araya getirmesi bakımından diğer müzelere örnek” diye tanıttı.
Eski kazı başkanı rahmetli Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’ın hayatı boyunca en büyük rüyasıydı ören yerinin yanı başında kurulacak bir Troya Müzesi. Kendisi göremese de bu büyük hayali gerçekleşti. Troya Müzesi, Avrupa Müze Akademisi Özel Ödülü’nü alarak; Avrupa
Dünya değişiyor, turizm de değişecek deyip duruyorduk kaç zamandır. Turizmin hiç akla hayale gelmeyecek bir çeşidi yakında hayatımızın alışmamız gereken bir parçası olacak gibi duruyor: Uzay turizmi
Sizi bilemem ama ben gözü sürekli uzayda olan çocuklar jenerasyonundanım. NASA’nın insanlı ay yolculuğu projesi olarak bilinen Apollo projesi ile büyüdük biz. Dünyanın iki süper gücü ABD ile Sovyetler Birliği, ciddi bir uzay yarışındaydı ama biz en heyecanlı kısmını kaçırmıştık. Sovyetler Birliği, uzaya ilk insanı yollamıştı bile çoktan, kozmonot Yuri Gagarin’in hikâyesini evdeki ansiklopedilerde okuyup, küçücük aklımla babama, “ben büyüyünce kozmonot olacağım” diyordum. Ama şansıma küçük de olsam unutamadığım bir tarihi olaya şahitlik etmiştim: Apollo 11, Ay’a inecek ve Neil Armstrong ile Edwin Aldrin, Ay’a ayak basan ilk insanlar olacaklardı. Gecenin bir vakti uykumdan kakıp televizyonun önünde nefesimi tutarak Ay’a atılan ilk adımları izlemiştim.
Artık oyuncaklarım bile Ay
Kız Kulesi, yüzyıllar boyunca Boğaz’ın kontrolünde kullanıldı. Anıt eser kabul edilen kule, restorasyon sonrası daha çok ziyaretçi ağırlayacak
İstanbul’un en güzel sembollerindendir Kız Kulesi. Türkiye’nin ve İstanbul’un turistik tanıtımlarında çok büyük rol oynayan bu kule, İstanbul Boğazı’nın bitiş çizgisinde selamlar geleni gideni. Bizans döneminden günümüze farklı işlevler üstlenen kule, Türkçedeki Kız Kulesi adını bir efsaneden alır. Efsaneye göre, kralın birinin güzeller güzeli bir kızı vardır. Kâhinler, krala güzel prensesin bir yılanın sokması sonucu öleceğini söyler. Kral da kızını bu kehanetten korumak için onu, kayalıkların üzerindeki bu minicik kuleye kapatır. “Yılan suyu geçemez kızım da hayatta kalır” diye düşünür. Ama kadere kim karşı gelebilmişti ki kral gelebilsin? Saraydan kuleye sandallarla prenses için sepetler dolusu yiyecek götürülürmüş sürekli. Günün birinde meyve sepetindeki üzüm salkımlarının
Şenliktir, şölendir eylül her yerde. Seyahat ve doğayı sevenlere, doğanın kendini en güzel sarı ve tonlarına boğmaya başladığına şahit olacakları sarı yaz tavsiyelerim var
Eylül de geldi sonunda. Uzun yaz tatilleri sona erer, okullar açılır, insanlar işlerine döner. Ortalık sakinleşir, kalabalıklar kalmaz. Yazdan sonbahara bir geçiş yaşanır, sarı sıcak ve pek güzel bir geçiştir bu. Sarı yazdır eylül. İnsanlar sever eylülü nedenini bilmeden. Biraz araştırırsanız ne çok kitap, yazı, şiir, şarkı ve film olduğunu görürsünüz eylülle ilgili.
Her ne kadar sarı yaz deyince çoğu kişinin aklına Bodrum ve civarı gelse de, aslında her yerde yaşanır sarı yaz. Eylül ve ekim arasında sonbahar tam anlamıyla bastırmadan, her yer farklı bir havaya bürünür, sakinler, durulur ve insanlar elini eteğini çeker oralardan. Sadece sahil şeritlerinde değil, her coğrafyada kısa da sürse şaha kalkmadan önce bir durulma anıdır sarı yaz. Yapraklar sararmaya, havalar birkaç derece düşmeye hatta yağmurlar yağmaya başlar bir yerlerde. Hâlâ
Kentlerde, yeşil alanların önemli bir parçasıdır botanik bahçeleri. Nesli tükenme tehlikesi altındaki bitkileri bu bahçelerde görebilir ve onları yakından tanıyabilirsiniz. Bu bahçeleri adımlarken doğanın huzuruyla kucaklaşmak isteyeceksiniz.
Çok kısa sürede arka arkaya yaşanan pandemi, orman yangınları, sağanak yağışlar, seller gibi doğal afetler, iklim değişikliği ve çalan tehlike çanları, sanıyorum herkesi yaptığımız yanlışlar konusunda biraz düşünmeye zorladı. Bu düşünceler bizleri bir yandan endişelendirdi, bir yandan da doğaya yakınlaştırdı. Burada önemli ve kritik bir soru devreye giriyor: Neyi ne kadar biliyoruz, ne kadar doğru biliyoruz? Doğayı ne kadar tanıyoruz? Ne yapmamız konusunda ne kadar bilgiliyiz?
Elbette öğrenmek küçük yaşta ailede başlıyor, okulda devam ediyor. Ama bugün görüyoruz ki bunlar yetersiz kalmış ve pek de doğruları öğrenememiş, öğrense de uygulamamış insanoğlu! Peki, başka ne yapılabilir? Çevremizi gözlemleyip bu konuları öğrenmeye nereden başlayabiliriz? Sanırım bunun en güzel cevabı pek
Sadun Boro, 56 yıl önce bugün dünya yolculuğu için “Kısmet”in yelkenlerini açmıştı enginliklere. Dönüşünde yazdığı “Pupa Yelken” kitabıyla biz de okyanustaydık; korsanlarla yaşadıkları macerayla heyecanlandık, belki hayatta hiç gidip göremeyeceğimiz yerlere gittik
Bundan tam 56 yıl önce, 22 Ağustos 1965’te Sadun Boro kendi özel yelkenlisiyle 2 yıl 10 ay sürecek dünya seyahatine yelken açmıştı. Bu heyecan verici bir haberdi. Çünkü ilk defa bir Türk denizcisi bir yelkenliyle okyanusları aşacak ve dünya seyahati yapacaktı. Sadun Boro’nun kaleme aldığı seyir günlükleri gazetede yayımlanıyordu.
Ben çok küçüktüm ama bu yolculuğun herkeste heyecan uyandırdığını hatırlıyorum. Babam bana bu müthiş yolculuğu gazeteden okuyor, kendi yorumlarıyla bazı şeyler anlatıyor ve bu olay beni hayallere daldırıyordu.
Sadun Boro, Alman asıllı eşi Oda ile çıkmıştı yola, yolda buldukları ve “Miço” adını taktıkları siyah beyaz bir kedi ile seyahate devam etmişlerdi. Çocuk aklımla bile bu
Doğada, tarih ve kültürle iç içe adımladığımız yürüyüş yolları, yangın felaketinden etkilendi mi? Likya, Karya ve St. Paul Yolu rotaları ne durumda? Tüm bu rotaları yürüyen Türkiye Dağcılık Federasyonu sporcusu Asuman Ataç, bizi bilgilendirdi
Türkiye’de, dünya çapında üne sahip çok güzel yürüyüş rotaları vardır. Büyük yangın felaketinden sonra akıbetini merak ettiklerimiz Likya, Karya ve St. Paul Yolu oldu. Doğa ile tarihi birleştiren, kilometrelerce uzunluktaki bu yollar şimdi ne halde bir bakalım dedik. Bu amaçla kültür ve trekking turlarında önemli bir isim olan Düş Patikası seyahat acentesinin organizasyonlarını yapan program direktörü, tüm yürüyüş rotalarının bulunduğu bölgeleri yürüyen, Türkiye Dağcılık Federasyonu sporcusu Asuman Ataç’tan son duruma ilişkin bilgi aldık.
Türkiye’nin ilk uzun mesafeli yürüyüş rotası, zincir rotalardan oluşan Likya Yolu’dur. Kate Clow tarafından işaretlenip haritalandırılmıştır. 1999 yılında