Hepsi şahsına münhasır tiplerden oluşan bir grup yolcu, trende işlenen bir cinayet ve dünyanın en iyi dedektifi... Agatha Christie’nin 33 romanında ana karakter olarak karşımıza çıkan Belçikalı dedektifi Hercule Poirot’nun en ünlü maceralarından biri olan “Doğu Ekspresinde Cinayet”, 1974 yılında başarılı yönetmen Sidney Lumet tarafından aralarında Albert Finney, Sean Connery, Lauren Bacall, Anthony Perkins ve Jean-Pierre Cassel’in de olduğu akıl almaz güçte bir kadroyla sinemaya uyarlandı. Lumet’nin çoğu filminde yakaladığı yüksek çıtayı yansıtan bu uyarlama zamana direnme konusunda iyi bir sınav verirken, Shakespeare uyarlamalarıyla ünlü ama son dönemde onlardan uzaklaşan saygın İngiliz aktör ve yönetmen Kenneth Branagh romanın yeniden çevrimiyle karşımızda.
Filmin başrolünde de Poirot rolünde bulunan Branagh, aynı Lumet gibi aralarında Depp, Cruz, Jacobi’nin de olduğu saygın ve ünlü oyunculardan oluşan bir kadroyu bu polisiye hikayenin hizmetine sunuyor. Poirot, trendeki tekinsiz iş adamı Ratchett’ın öldürülmesinin ardından trendeki yolcuları tek tek sorgularken, yalanlar ve beklenmedik bağlantılar, büyük bir polisiye bilmecesine dönüşüyor.
Risk almaktan uzak bir yeniden çevrim
“Doğu Ekspresinde Cinayet”, metne ve 1974 yapımı yeniden çevrime sadık, klasik bir akışı tercih eden, risk almaktan uzak bir yeniden çevrim. Bu da onu kuru, eski moda hissi veren ve 1974’dekinden daha taze gözükmeyen bir filme dönüştürüyor. Kağıt üzerinde ümit veren, rahatlıkla izlenen ancak akılda kalmayan yeniden çevrimler furyasına ekliyor.
Klasik bir hikaye anlatımı
Yavuz Turgul ve Şener Şen işbirliğinin yeni halkası “Yol Ayrımı”, bir değişme öyküsü. Kendine, ailesine ve etrafındaki herkese çok sert davranan, gülümsemeyi bile başaramayan tekstil devi bir şirketin sahibi iş adamı Mazhar Kozanlı (Şener Şen), bir araba kazası geçirir. Bu kazanın ardından hayatını tamamen değiştirmeye başlar ve işten kovduğu işçilerden, yolda gördüğü bir köpeğe hayatını sevgiye açar. “Yol Ayrımı”, Turgul’un klasik bir hikaye anlatımını takip ettiği ancak kariyerinde daha önce işlediği temaları tekrarlarken sinemasal anlamda yaratması gereken heyecanı veya izleyiciyle kurması gereken duygu bağını bir türlü yakalayamayan bir film.
Kaurismaki’den göçmenlik üzerine
Fin sinemasının yaratıcı ismi Aki Kaurismaki’ye, bu yıl Berlin Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülü kazandıran “Umudun Öteki Yüzü / Toivon tuolla puolen”, yönetmenin yakın döneminin en başarılı filmlerinden. Kaurismaki’nin çizdiği karanlık ancak absürd mizahla dolu dünyanın içerisinde bu sefer problemli bir restoran sahibinin yolunun Suriyeli bir göçmenle kesişmesi üzerinden gelişen olaylar konu alınıyor. Bir önceki filmi “Umut Limanı/Le Havre”da olduğu gibi kamerasını bir kez daha Avrupa’daki göçmenlere çeviren sinemacı, sinemanın günümüzde sıklıkla işlediği konuya kendine özgü üslubuyla bakıyor. Bu bakışta karanlık olduğu kadar şefkat ve hümanizm de var. Dolayısıyla Kaurismaki, takipçilerinin uzun yıllardır izlemeye ve sevmeye devam ettiği sinema dilini günümüzün en önemli problemlerinden birinin hizmetine sunarken özel bir film ortaya çıkarmakta zorlanmıyor.
Haftanın diğerleri
Metin Avdaç’ın yönettiği 2012 yapımı Sabahattin Ali belgeseli “Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali”, ünlü yazarın doğumunun 110. yılı nedeniyle yeniden izleyicilerle buluşuyor. Ali’yi doğumundan hayatının trajik bir şekilde sona ermesine dek takip eden film, yazarın hayatına dair bilgi verirken dönemin Türkiyesini ve siyasi çalkantılarını da sunuyor.
Şenol Sönmez’in yönettiği başrollerini Elçin Sangu ve Barış Arduç’un paylaştığı “Mutluluk Zamanı” romantik komedi türünde. Haftanın diğer bir yerli filmi Cüneyt Faruk Arkın’ın yönettiği ve aynı hapishanede kalan iki arkadaşı konu dram “Ağır Kelepçe”. Ulaş Cihan Şimşek’in imzasını taşıyan “Yanlış Anlama” ise oyuncu kadrosunda Şevket Çoruh ve İlker Ayrık’ın bulunduğu bir film ve biri Azerbaycan’dan diğeri Türkiye’den iki aileyi merkeze alıyor.