Nil Kural

Emin Alper’in yönettiği “Kız Kardeşler”, masalsı bir atmosfere sahip bir film ve taşradaki yaşama mizahla dram arasında gidip gelerek bakıyor

İlk filmi “Tepenin Ardı”yla kapalı erkek toplumunu, “Abluka”da siyasi gerilim ve sıkışmışlığı işleyen ve Türkiye’ye dair kesitler sunan Emin Alper, yeni filmi “Kız Kardeşler”de kadınları merkeze alıyor. Masalsı bir atmosfere sahip film, taşradaki yaşama mizahla dram arasında gidip gelerek bakıyor ve Alper’in yeni neslin en parlak yönetmenleri arasındaki yerini vurguluyor.

Film, besleme olarak evlatlık verilen üç kız kardeşin, köydeki baba evinde yeniden bir araya gelme sürecini işliyor. Kadınların zor durumunu ve sınıfsal gerilimleri alttan alta başarıyla ortaya koyan film, karakterlerine ölçülü bir mesafe alıyor ve döngüsel bir çıkışsızlık hissini vurguluyor.

Bu yıl Berlin Film Festivali’nde Ana Yarışma bölümünde yer alan film, İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışmasından En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu (Cemre Ebuzziya, Ece Yüksel, Helin

Stephen King’in palyaçoları korku türünün nesnesine dönüştüren ünlü ve başarılı romanı “It / O” (1986), yayımlandıktan sonra yapılan televizyon filminin ardından 2017 yılında yeniden ve bu kez beyazperde için uyarlandı. İki bölüm halinde sinemaya aktarılan ve yapı olarak buna müsait olan romanın ikinci bölümünün uyarlaması “It: Chapter 2 / O Bölüm 2”, bu hafta gösterime giriyor. Bir grup dışlanan çocuğun kasabaları Derry’de dehşet saçan palyaço Pennywise’ı yenmeye çalışmasını konu alan ilk bölümün ardından ikinci bölüm 27 yıl sonra geçiyor. Derry’de bir kez daha Pennywise’ın geri döndüğüne dair çocukların kaybolması gibi işaretler görülmeye başlıyor.

27 yıl önce onu durduran ve şimdilerde 30’larının ortalarındaki karakterler tüm korkularına rağmen Derry’e dönüp bir kez daha Pennywise ile yüzleşiyor. Başarılı bulunan ilk uyarlamanın ardından ikinci uyarlama da eleştirmenler tarafından beğeniyle

Uzun yıllardır hızlı film çekmesiyle tanınan Woody Allen, kendi New York filmleri külliyatına “New York’ta Yağmurlu Bir Gün”le yeni bir şey eklemiyor.

Woody Allen hakkında 1992 yılında yapılan cinsel taciz suçlamalarının  #metoo hareketinin ardından yeniden gündeme gelmesi nedeniyle bazı ülkelerde vizyona girmeyen, oyuncularının büyük bölümünün maaşlarını cinsel taciz mağdurlarıyla çalışan sosyal yardım kurumlarına bağışladığı “New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, bilindik bir Allen filmi.

Filmin ana karakteri neslinin yıldızlaşan ismi Timothée Chalamet tarafından canlandırılan ve Allen’ın kendi canlandırdığı karakterlerin bir benzeri olan Gatsby. Çok sevdiği kız arkadaşı Ashleigh ile New York’ta romantik bir hafta sonu geçirmeyi hedefleyen Gatsby’nin planları suya düşer. Ashleigh, gittiği bir yönetmen söyleşisinden bir türlü çıkamaz. Gatsby ise eskiden tanıdığı Shannon ile karşılaşır.

“New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, edebi göndermeli hızlı diyalogları, ilişkilere kafa yorması,

Quentin Tarantino’nun emeklilikten bir önceki filmi “Bir Zamanlar … Hollywood’da”, 1969 yılında ve Charles Manson cinayetlerinin arifesindeyiz

Hollywood’un yıldız yönetmeni denince ilk akla gelen isimlerden Quentin Tarantino’nun “Bir Zamanlar... Hollywood’da / Once Upon a Time in... Hollywood”sı 1969’da Charles Manson tarikatının aralarında oyuncu Sharon Tate’in de olduğu isimleri katletmesinin arifesinde başlıyor. Ancak filmin odaklandığı karakterler, iki kurmaca kişilik: Kovboy filmlerinde kötü adam rolleriyle tanınan Rick Dalton ve onun dublörü / yakın arkadaşı Cliff Booth. DiCaprio ve Pitt gibi iki yıldızı karşılıklı izlediğimiz karakterler, setler, çekimler ve Los Angeles sokakları arasında geziniyor. Polanski’yle evli olan Tate ise sinemada kendisini izlemek ve dans etmekle meşgul. Filmin saklanması isabetli olacak finali nedeniyle burada durmak iyi olabilir. Tarantino, Manson cinayetleri gibi Hollywood’un en büyük travmalarından biriyle yüzleşirken, kariyerinin ilk dönemindeki formunu yakalayamıyor. Film, yıldız oyuncularına ve

Televizyon dünyasının mutfağında geçen “Gece Kuşu / Late Night”, tecrübeli bir komedyen ve genç yazarı üzerine

Dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde övgü toplayan komedi “Gece Kuşu / Late Night”, televizyon dünyasının mutfağında geçen bir öyküyü konu alıyor.

Uzun ve başarılı bir gece komedi programı sunan Katherine için işler yolunda gitmemektedir. Kanal düşük izlenme oranlarına sahip programını noktalamak ister. Beyaz erkeklerden oluşan yazma takımı içinde Hindistan kökenli genç kadın yazar Molly’e şans veren Katherine, bunun iyi etkilerini görür. Ancak patlayan bir skandal, iki arkadaşın arasını açacaktır.

Televizyon dizileri ağırlıklı bir kariyere sahip yönetmen Nisha Ganatra’nın yönettiği filmin senaryosunu ise Molly’i canlandıran Mindy Kaling kaleme almış. Film, zeki senaryosu, komedi zamanlaması ve eğlence endüstrisinde kadınlar ile azınlıkların öne çıkması tartışmasının yaşandığı zamana denk gelmesiyle övgü topladı.

HAFTANIN DİĞERLERİ

Aktör

Aktör Louis Garrel, “Sadık Bir Adam”da ilişkilerin doğası üzerine mütevazı, ilginç ve zeka dolu bir filme imza atıyor

Fransız sinemasının genç neslinin en önemli oyuncularından ve ünlü yönetmen Philippe Garrel’in oğlu Louis Garrel, “Sadık Bir Adam / L’homme fidele”le 2015 yapımı “Les deux amis”den sonra ikinci kez yönetmen koltuğuna oturuyor. Garrel, başrolünü eşi Laetitia Casta ve Lily-Rose Depp’le paylaştığı filminde iki kadın arasında kalan bir adamı merkeze alıyor.

Filmin başlangıcında Abel, üç yıllık sevgilisi Marianne tarafından en yakın arkadaşı Paul için terk ediliyor. Paul sekiz yıl sonra hayatını kaybettiğinde Abel, hiç unutmadığı Marianne ile bir araya gelmeye çalışıyor. Ancak Paul’un genç bir kadın olan kız kardeşi Eve de Abel ile yakından ilgileniyor.

Garrel, aslında kadınların kararları verdiği ilginç bir aşk üçgenini merkeze alıyor. Luis Buñuel’in “Gündüz Güzeli” ve “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği” gibi başyapıtlarının ortak

“Yüzleşme”de François Ozon, büyük önem verdiği bir konuyu serinkanlı ve klasiğe yakın bir sinema diliyle izleyicisiyle buluşturuyor

Fransız sinemasının hızlı üreten ve bir sonraki projesini tahmin etmenin çok zor olduğu yönetmeni François Ozon, “Yüzleşme / Grâce à Dieu”de kiliseyle hesaplaşıyor. Gerçek bir davadan yola çıkan filmde, Lyon’da yaşanan kilisedeki pedofili skandalı odakta. Alexandre ailesiyle yaşayan Katolik bir adamdır. Çocukluğunda rahip tarafından uğradığı cinsel istismar hakkında konuşmak ister. Kilise durumu içeride halledemeyince dava açar. Rahibin birçok kurbanı olduğu ortaya çıkacaktır. Ozon, filminde çocukken yaşadıkları tacizden farklı şekillerde etkilenen üç ana karakteri anlatıyor. Bu üç karakter arasındaki geçişler dikiş izsiz ve ustaca. Film, davayı kurbanlar üzerinden etraflıca ele alıyor ve bir kuruma karşı mücadele eden insanları hakkıyla gösteriyor. Bu yıl Berlin Film Festivali’nde yarışan ve Jüri Büyük

Ari Aster’in “Hereditary”den bir yıl sonra çektiği “Midsommar / Ritüel”, kötü giden ilişkiyle bir ayini birleştiren iddialı bir film

Geçen yıl “Hereditary / Ayin” adlı korku filmi, ABD’li yönetmen Ari Aster’i türün takibe alınması gerekenleri arasına ekledi. Aster, elde ettiği bu ani ünde izleyicisini fazla bekletmedi: İkinci uzun metrajlı filmi olarak ayin filmleri izleğine kötü giden ilişki gerilimini ekleyen iddialı filmi “Midsommer / Ritüel”i sunuyor.

Filmin ana karakteri, “Lady Macbeth”den hatırlanan Florence Pugh’ın canlandırdığı Dani. ABD’li üniversite öğrencisi Dani’nin erkek arkadaşı Christian’la pek yolunda gitmeyen bir ilişkisi var. Christian ondan ayrılmayı düşünürken Dani’nin yaşadığı büyük trajedi ilişkiyi devam ettirir. Christian’ın arkadaşlarıyla planladığı İsveç kırsalında 90 yılda bir düzenlenen yaz ayini ziyaretine Dani de katılır. Ayinin göründüğü kadar zararsız olmadığı kısa sürede anlaşılacaktır.

Aster, başarılı bir