Napolyon’a atfen, “Coğrafya ülkelerin kaderdir” denir. Bu açıdan bakınca Türkiye’nin kaderinde de coğrafyanın önemli bir role sahip olduğunu görürüz. Sınırlarımızın öte yakasında artan politik/askeri gerilimler, düzensiz savaşlar, insani dramlar içeriyi de etkiliyor. Haliyle kötü sürprizlere hazır olmak gerekiyor. Yeni ortamı, aktörleri, niyetleri anlamakla işe başlamak iyi bir başlangıç olabilir. Sonuçta geleneksel yöntem, kural, kurumlar ve alışkanlıklarla sorunların üstesinden gelemeyeceğimiz açık.
Artık güneyimizde, siyasi coğrafya derslerinden, uluslararası hukuktan anladığımız devletler yok. Uzun yıllar boyunca da olmayacak. Ortaya çıkan boşluklar hızla devletimsi yapılar tarafından dolduruluyor. Konu üzerinde çalışan Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ersel Aydınlı, taşların yerine oturmadığı, dinamik “devletsizlik halinin” en önemli ve acil çıktısının “güvenlik sorunu” olduğunu söylüyor.
Nitekim söz konusu devletimsi yapılar, uzun yıllar geri planda kalmış, şimdilerde ortaya çıkan fırsatlardan faydalanarak, ihtiraslı hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla boylarından büyük işlere kalkışmaktalar. Bu nedenle kendi aralarında ve hükümetlerle çatışıyorlar. Teknoloji, iletişim ve üçüncü tarafın çıkarları bu çatışmaları ağırlaştırırken yeni sürprizler, trajediler üretiyor. Savaşanların özellikleri, karakteri tarafları ve hedefleri hızla değişiyor. Suriye, Irak, Afganistan, Ukrayna, Yemen ve hatta Türkiye’de olduğu gibi.
Bu tablo farklı özelliklere sahip güvenlik ve çatışma sorunları üretiyor. Elimizde uzun bir liste var. Klasik terörden, şehir/kır gerillasına, siber savaşlardan “dost” silahı grupların desteklendiği örtülü operasyonlara, sivil otoritenin desteklenmesinden insani yardım faaliyetlerine kadar.
Bu gün TSK yukarıdaki listeden daha fazlasıyla meşgul. PKK ve DAEŞ ile şehirlerde terörist taktiklerle, kırsalda gerilla taktikleriyle, sınır bölgesinde ise neredeyse “konvansiyel savaş” niteliğinde polisiye/askeri hareketlerle mücadele ediyor. İş bunlarla da sınırlı değil. Yeni tip güvenlik tehdidi FETÖ, enerjisinin büyük kısmını alıyor. Sahada Özgür Suriye Ordusu’nu desteklemek, Irak’ta peşmerge ve Sünni Arapları eğitmek, Afganistan’da, Balkanlar’da Barış Gücü operasyonları yapmak diğer sıradan işler. Buna Hint Okyanusu’nda devriye gezen fırkateyni, Katar’da ve Somali’de üs kurmayı da dahil etmek gerekir.
Bu görevlerin her biri farklı özelliklerde, kapasitede birlik ve yetişmiş insan gerektirir. Farklı kültürlerden, gelenekten, dilden insanlarla çalışabilen, yerel sorunlara yerel çözümler üretebilen askeri liderlerden söz ediyoruz.
Bu durumda geleceği tahayyül etmek, çözümler tasarlamak, sorunlara hazır olmak vizyon sahibi olmayı ve ciddi emek harcamayı gerektirir. En önemlisi, yaptığı işe ehil, yetişmiş insan sermayesidir. Yeni güvenlik karmaşasından en az kayıpla çıkmak için insana yatırım tüm ciddi ülkelerin, politikacıların ve askeri liderlerin öncelikli arayışı. Bu nedenle sorunlara cevap bulabilecek, belirsizliklerle baş edebilecek askeri liderler, birlikler yetiştirmenin peşindeler.
Dünyanın bütün orduları, değişen güvenlik ortamlarına uygun cevap verebileceğini düşündüğünden öncelikle Özel Kuvvetleri’ne yatırım yapıyor. Nitekim Suriye ve Irak cephesinde görev yapan yabancı askerler bu kesimden oluşuyor. Konvansiyonel olmayan çatışma ortamı, akademik dünya ile yeni güvenlik ortamında askerlerin ihtiyaçlarını birleştirecek yollar arıyor. Tıpkı, ABD’de otuz yıldır açık olan “Müşterek Özel Harekât Üniversitesi” gibi. Ders ve kurs programları bir hayli öğretici.