Musul ve çevre-sinde geçmişte tecrübe ettiklerimize hiç benzemeyen bir savaş sürüyor. Emir komuta yapısı muğlak, motivasyonu farklı, niteliği değişik birliklerin, silahlı grupların savaşından söz ediyoruz.
Karada, Bağdat hükümetinin ordu ve polisinin yanı sıra, Taklit Merci’lerinin fetvasıyla “cihat” etmeye gelmiş emir komutası, disiplini, askeri bilgisi tartışmalı çok sesli Haşdi Şabi’ler. Silahlanmış aşiret güçleri, peşmergeler. Başta ABD olmak üzere çok sayıda devletin “özel kuvvetleri”. Karşı tarafta ise “yeni halifenin” fetvasıyla “cihat” eden, sivilleri kalkan olarak kullanan çokuluslu DAEŞ gücü. Sadece karada değil, hava da da işler karışık. En modern uçaklar, silahlı/silahsız insansız hava araçları hava sahasında yerlerini almış durumda.
Bu tabloda İran’ın ayrıcalıklı konumundan söz etmeden geçemeyiz. Düşük profiline rağmen sahne arkasından askeri alanı etkilemeye devam ediyor. Bir adım sonrasında siyasi tabloyu biçimlendirme hedefi olduğu açık. Nitekim Devrim Muhafızları askeri yeteneklerini, sivilleri örgütleme kabiliyetlerini ve mezhebi meşruiyetlerini seferber etmiş görünüyorlar.
PKK da kendisine yer bulmuş durumda. DAEŞ’in Musul ve Erbil’e saldırdığı 2014 yazından itibaren aktif. Zulüm gören Ezidileri örgütleyip, propaganda ağırlıklı askeri varlığını oyuna dahil etmiş görünüyor.
Böylesine belirsizliklerle dolu kaotik bir ortamda, Başika’da, sınırlı sayıda Türk Silahlı Kuvvetleri unsuru görev yapıyor. Tertiplenme, üs bölgesinin büyüklüğü ve birlik yapısıyla, muharebeden ziyade, “dost unsurlara” eğitim vermeye odaklı olduğu açık.
Üstelik Başika üzerinden devam eden siyasi tartışmalarda pek iç açıcı değil. Her an, Bağdat yönetimi, Haşdi Şabi’ler, DAEŞ, PKK veya yanlışlıkla “dost atışı” TSK unsurlarını hedef alabilir. Provokasyon yapılabilir ve her an işler kontrolden çıkabilir. Savaş alanının genel tablosuna bakınca, kayıplar olabileceği gibi rehin alma hadiselerinin de yaşanabileceği ciddi risklerin bulunduğu açık. Elbette böyle bir krizle nasıl baş edileceğinin, yapılabileceklerin şimdiden hesaplanması ve tedbirlerin alınması gerekir.
İlk akla gelen çözüm, Başika’daki birliğin Türk topraklarına geri çekilmesidir. Bu seçenek askeri açıdan doğru seçim gibi görünse de anlaşılan politik ve psikolojik açıdan karar alıcılara pek cazip görünmüyor.
İkinci yol, her türlü riske rağmen TSK unsurlarını Başika’da tutmakta ısrarcı olmaktır. Ancak, muhtemel saldırganları caydırmak, her şeye rağmen tehdit büyürse hızla birliği takviye ve tahliye etmek gerekebilir.
Geçen yıl 36 milyon turisti karada, 61 milyon yolcuyu Türk Hava Yolları ile havada yedirip, içirip, uçuran ülkenin ordusu, naylon poşetlere doldurduğu “üç günlük somun ekmekle” bu görev için askerlerini Çankırı tren istasyonundan Silopi’ye intikal ettirmeye başladı.
Birliğin niteliği, çapı ve konuşlanacağı yeni görev yerine bakınca “çökmüş devlet” Irak’la, Haşdi Şabi’lerle, PKK veya DAEŞ ile doğrudan savaşmaktan çok Başika’daki birliği korumaya, gerektiğinde takviye etmeye gidiyor gibi görünüyor.
Irak ve Suriye’de devam eden çatışmaların, askeri ve siyasi sonuçlarını bildiğimiz geleneksel savaş parametreleriyle değerlendirmek büyük hata olur. Tecrübeler, mevcut karakteriyle devam eden savaşın hiç kimseye kısa vadede, kaliteli ve ahlaki bir “zafer” vaat etmediğini söylüyor.