Hiç birimiz birbirimizle aynı koşullara sahip gelmedik dünyaya. Aklımız bu varolma işini bir yarış olarak algılıyorsa bitiş çizgisini aynı kabul etsek de başlangıç çizgimiz birbirinden fersah fersah farklı.
İç dünyamızın gücü, dayanıklılığı bile nasibini almış bu başkalıktan. Sanki hepimizin ruhunu oluşturan maddenin geçirgenliği, rengi, katılığı, yoğunluğu kendine münhasır.
Dünya aynıların dünyası değil yani. Dahası benzerlerin dünyası bile değil.
Herkes; gökyüzünde binlercesi dönen alemler gibi kendine has. Kiminin dağları çiçekli, kiminin taşları elmastan, kiminin buzul, kiminin un ufak kum....
Yaz dönemi bizim için sancılı geçiyor. Pek çok ailede de durum sanırım bizimkinden farklı değil. Devlet okulları yazın kapandığı için çocuklar yaz okullarına gidiyorlar. Yaz okullarına adapte olmak, yeni alışkanlıklar, yeni arkadaşlıklar kurmak zorlaştığı gibi yeni ve kötü alışkanlıklar ediniyor çocuklar. Okula başladıkları dönemlere geri dönüyoruz. Sabah ağlamaları, gerginliğin getirdiği mide bulantıları.
Her sabah, günaydından önce "bak anne ateşim var beni doktora götür, ben hastaneye yatmalıyım" sözleriyle açıyorum güne gözlerimi. Biliyor ki o hasta olduğunda anne izin alacak. Bundan başka kozu yok. Bir de "başkanın yoksa ben de seninle gelmek istiyorum". Yaz boyu kulağımda her sabah yankılanan sözler.
Empati kurmaya çalışıyorum, kalbimin bir yanı onu anlasa da alışmasını zorlaştırmamak için olmazlar peşi peşine sıralanıyor geniş açıklamalarıyla birlikte. Ama bir cümleyi elli kere söyleme kapasitesine sahip çocuklarım var benim. Size evet yada tamam dedirtmeden yakanızı bırakmaları çok zor.
Bu yaz gece ağlamaları, hastalık bahanelerine daha çok dayanamadığımızdan Sarişin okulunu değiştirdik. Çok sevdiği bir öğretmenle geçirdik yazın ikinci bölümün. Fakat peş peşe
Hayat dümdüz bir yol mu? Hayır! Hayat bir cangıl. Cangılın ağaç dalları, dikenleri bazen elinizde, yüzünüzde, kalbinizde derin yarıklar açar. Ama kokusunun, ahenginin, baharda çiçeklerinin, kuşlarının, kelebeklerinin ihtişamının; gözünüzden, burnunuzdan kalbinize akıp, kalbinizi her daim diri tuttuğu bir cangıl.
Kötü desem kötü değil, her dem şen desem hiç değil.
Yaşam bir maksatlı iş. İmtihan derler bilenler. Biz yeni yeni öğreniyoruz. Yaş büyüdükçe "level atlamak" derler ya gençler, level atlıyoruz imtihanda. "Olmak" hali dert yüklü bazen.
Olmanıza yardım eden en büyük zaruret anneyseniz babaysanız, anneliğiniz babalığınız oluyor. Düşseniz kalksanız da olmak için gayreti bırakamıyor yüreğiniz. Hayata tırnaklarınız sımsıkı geçiyor, "ellerim gevşiyor" dedikçe, gülen bir yüz kenetliyor gene sizi yaşamak; ama iyi yaşamak, olarak olgunlaşarak yaşamak görevine.
Bazısı daha mahir. Ben o kadar mahir değilim sabırdan yana. Ama içimde büyük bir gayret ve şevkle çalışıyorum.
Kutsallık addetmesem de anne olmak durumuna, şu dünyada bana verilmiş en büyük görev biliyorum anneliğimi.
Kendimi en çok sorguladığım, en çok başaramadığım, başaramadıkça en çok gayret ettiğim.
Evde sıkı yönetim var.
Bizim küçük tiran canımızı okuyor. Allahtan iş denen şey icat edilmişte günde sekiz saat azad olmanın keyfini çıkarıyoruz.
Kreşten alırken başlayan vıyy vıyy ‘lar; gıy gıy’lar tüm gece beynimde tiril tiril titreşen yapraklar gibi. Zavallı kulak zarım sürekli çalışıyor. Nöronlarım Sariş’in çığlıklarını beynime taşımaktan mecalsiz düştüler.
Olsun gece dinleniyorsunuzdur demeyin. Küçük tiran gece nöbeti yazdı bize, hem de her gece.. Üstelik geceyi bekleyen tek asker olarak Murat seçildi. Ne yaptıysa bunu haketmek için artık. Ben gittiğimde “babaaaa” diye çığlıklarına devam ediyor. Çaresiz nöbet yerini Murat’a teslim ediyorum.
“Hayır” en popüler söz artık evimizde. Hayır hayır hayır... olacak, olmayacak ne varsa toptan hayır işte .
Zannetmeyin ki öyle çocuğa kul köle olacak tavizkar bir tip var bizde. Son derece kuralcı bir aileyiz. Çocuklar oldu olalı yemek saati, uyku saati, yenilecek yenilmeyecekler listesi hepsi kurallara bağlı idi. Ta ki Sare bir gün bu sistemi değiştirmeye karar verene kadar.
Spartaküs gibi isyan etti bize. Kırdı zincirlerini. Biz şimdi kaybetmek üzere olduğumuz otoriteyi tekrar ele geçirmek için o internet sayfası senin, bu
Her anne benzer adımlarla yürür ve benzer duraklarda mola verir, sıkıntı yaşar. Hikayelerimiz birbirine çok yakın da olsa, fark yaratan ayrıntılar çocuğu yeşertir yada çölleştirir.
Tuvalet eğitimi zor duraklardan. Biberon hayatınızdaysa biberon bırakma, emzik emiyorsa emziği unutturma. Hepsi zor, hepsi benzer. Ama hepimiz ayrı hikayeyi yazıyoruz; biberon, emzik gibi aynı kelimelerle.
Sare uzun zamandır kreşte emzik emmiyor olsa da evde tam gaz devam ediyordu emzikle muhabbetine. Sabahları okula yaklaşınca bana emziğini teslim edip “çantama koyar mısın” diyor akşamları arabaya biner binmez “emziiiiik” feryadı kopuyor bir kaç aydır.
Evde neredeyse tüm akşam emzik ağzında.
Aile dediğin tam kumpas kurucular tayfası. Oysa ki Sariş ve emzik aşkı başlasın diye ne çok çaba sarf ettik.
İlk haftalarda minnak ağzına emzik ağır geldiğinden durmadan düşerdi. Emzik düştükçe ağlamalar arttığından emziği ağzına bantlamayı bile düşündüğüm olmuştu. Şaka şaka...
Emmesi için internetten araştırmalara mı girmedik, el açıp dua mı etmedik. Elde ne imkan varsa hepsini kullandık işte.
İnsan her zaman kendi yaşadıklarını biriktirmez. Öğrenmek daha kapsamlı bir iş. Bir kitap okur, bir yakınımızla konuşur, bir anneyi gözlemler, bir film seyreder; öğreniriz. Çocuk sahibi olmak öğrenmeye meylimizi de arttırır. İyi anne modelleri seçeriz kendimize onlara sorarız, annemiz kayınvalidemiz varsa “böyle olunca sen ne yaptın”larla boğarız bazen onları. Şükür internet diye koca bir umman var da önümüzde. Sağlıktan, sorumluluğa, oyundan, ödül ve cezaya her konuda sıkı sıkı tembihler verebiliyor bize. Anne çocuk grupları da önemli bu açıdan, anneler "tek ben değilmişim" tesellisine yaslanıp, daha serin kanlı kalıp, çözümlere ulaşabiliyorlar. Zira anne olmak heyecanı, korkuyu kışkırtan bir durum.
Şuraya gelmek istiyorum ki ;size bir kaç film tavsiyem olacak. Çocuk yetiştirirken ne yapmalı, ne yapmamalı, nasıl yapmalı sorularına farklı açılardan bakıp, çocuk ve aile ilişkisine göz atarak bizi aklımıza çivilenecek sahnelerle güzele yaklaştıracak filmler bunlar.
İlk film "Kevin Hakkında Konuşmalıyız"
Bu filmden öğrendiğim en önemli şey; bebek yeni doğduğunda bile sizin gözlerinize bakarak istenip istenmediğini anlar vurgusu. Ve istenmediğini düşünen bir bebek ile ailenin serüveni
Ayşeyi kucağıma ilk aldığımda ne hissettim sizce?
a)Vayyy şahane bir şey bu!
b)Bu kızla çok iyi anlaşacağız.
c)Ayy anne olmak çok güzel!
d)Dünyanın en mutlu insanıyım şuan!
Hayır bunlardan hiç biri değildi hissettiğim.
e) şıkkı ayvayı yedin kızımmm!
İşte psikopat lohusa günlerimin ilk adımını da böylece atmış oldum.
Çocuklar için dünya şimdi daha da korunaksız. Patlayan bombalar, savaşlar, kötü insanlar. Annelerin kaygıları, korkuları her okunan haberle daha da artıyor.
Dünya bütün kara ütopyaları gerçekleştirmek için çabalıyor sanki. Tüm Poliyanalar öldü bu karamsarlıkta.
Bizim evde televizyon izleme alışkanlığı yoktur, bu yüzden akşam haberlerini ailecek seyretmeyiz. Dolayısıyla çocuklar haberlerin o kara yüzünden bi haberler. Bazan birilerine gezmeye gittiğimizde, ya da es kaza arabada ilerleken açık radyoda haber saatlerinde kulaklarına çarpanlar özellile Ayşe'yi çok korkutur. Şükür ki o hala dünyada tüm bunların her gün sürüp gittiğinin farkında değil. Acele tarafından kapatırız haberleri. Artık o kara haberleri duymaya büyüklerin de kulaları dayanmıyor. Ve ne zaman savaşlarda ölen çocuk haberleri dolsa kulaklarıma Stephan Zweig'in ikinci dünya savaşının mavi küreyi getirdiği duruma dayanamayıp kendini öldürmesi gelir aklıma. Biz ise bunca kir pas içinde ruhumuzu öldürüyoruz her gün.
Anneler her akşam evde tüm çocuklar gelene ve sayılana kadar tedirginler.
Geçen gün Halep te bombardumanda yaralanmış ve yedi çocuğu bombardımanda bir yerlere kaçtığı için tekerlekli sandalyede eşiyle