Erken evlilik hikayelerinin akraba toplantılarında hiciv ve gözyaşıyla karışarak anlatıldığı; annemin kalbinde taşikardiye dönüştüğü bir ailede büyüdüm.
Onlarsa tüm bu hüzünden, gamdan, kasavetten zengin hikayeleri yaşaya yaşaya büyümüşler.
Annemin rivayeti oydu ki evlendiğinde kırkbeş kilo imiş ve ve kendi kadar unla dolu ekmek teknelerinde sabah ezanı hamur yoğurur; çoluk-çocuk-işçilerden oluşan, sayısı her daim değişen ve kesin rakamı bilemediğimiz köy evinin halkı uyanana kadar ekmeği pişirip hazır etmeye çalışırmış..
Ince beyaz elleri, ekmeğe karışan gökgözlerinden akan yaşları anlattıkça aklımın perdesine yansırdı ...
Bir tek annem değil tabi ki; bidiği hemen herkes, karşı evin gelini, yukarı evin kızı ve tüm köy ahalisnin eksik etekleri kendi gibiymişler. Belki de bu yüzden zorlansa da isyana dönüşmemiş ağlamaları, tevekkül etmiş hikayesine.
Kahvaltı edenler bunca zahmet gösterene teşekkürlerini sunup, sıcak bir gülümse de bırakmazlarmış sofraya. Kalabalık hanelerde dolaşan gergin, yorucu hava, belki otoriteyi yitirme kaygısı teşekkür yerine garaz, küçümsenme bırakırmış geriye.
Hayat çetin, sert; herkesin işi güçmüş.
Annem 16 yaşında evlenmiş, ilk 3 çocuğunu peş peşe doğurup,
Önce lafa kendimi tebrik ederek başlamak istiyorum. Uzun süren, neredeyse tüm yaza yayılan tuvalet eğitiminde 1 kere emzik fırlatma krizi hariç hiç bir sinir krizine girmemiş, sesimi yükseltmemiş, delirmemiş olarak bu süreci bitirdiğimiz için.
Ikinci olarak o küçücük gözlerinin ışıltısını kaybetmeyen Sariş'i. Beni zorlamadığı, elinden gelenin en iyisini o küççük bedeni ,kocaman aklıyla yaptığı için.
Gece uykularından kaldırıp "Sariş hadi çiş yapalım" dediğimde beni cırmıklamadığı, ağlayarak apartmanı ayağa dikmediği, az naz kaprisle işi alışkanlığa dönüştürmeyi başarabidiğimiz için onun o minnak ellerini tekrar tekrar öpüyorum.
Daha önceki yazımda anattığım gibi biz işe bez kilotarı (uykucu donu) Sarişe giydirerek başladık . Uzun süre bunları giydi, sık sık tuvalete gitti. Gün boyu saat başı aralıklarla neredeyse. Ama bu gidişlerin semeresini kolay kolay göremedik. Çünkü kısa sürede giydiklerinin bir nevi bez olduğunu anladı küçük cadım. Bir kere tuvalete yaptıysa 5 kere külot beze yaptı çişini.İlk önce kaka işini çözdü. Gece bile uykularından uyanıp "anne karnım arıyo galpa kakam geldi" dedi çoğu zaman.
Bir sabah hariç; o sabah Sarişin odasından gelen sesiyle uyandım; baktım kendi
Çocuk dediğin sana verilen ikinci şanstır aslında.
Yazabileceğin en kapsamlı kitap, yapacağın en kutsal hayrat.
Ya da mezarında bile seni dürtüp duracak koca bir azap.
Aleme bir alem bırakırsın.
Bir sahra ya da cehennemdir senden miras kalan.
Birileri ya suyunda hayat bulacak gölgesinde dinlenecek ya da ellerinin değdiği her yerde yangınlar çıkacak.
Çocuk dediğin öyle mavi pembe patikleri içinde hımbıl ve şirin yıllarca kıpraşacak bişi değildir.
Bazılarının ayakları daha bir tanışıktır hastane yollarıyla, kapılarıyla, kokularıyla, uykusuz yataklarıyla. O bazıları gene de alışamazlar. Her hastane yatağı, kapısı aralık, kulakları seste bir hasta-hanesini çağrıştırır bana. Acılarımızın, umutlarımızın dejavusu gibi ... geçmiş yıllarda dualara sardığımız sevdiklerimizin yataklarını gözlediğimiz aralık kapılarda gümm güm kalp sesimizin acılarımızı bastırması gibi, ağlasak faydasız susuşlarımızın içimizi bencil kimliklerden arındırması gibi yansımalar dolar beynime.
Az önce çok basit bir kaç sıkıntı için gittiğim hastane kapısında beklerken aynı bıçak, aynı yerden deşti içimi. Doktor son kalan hastalara baktı. Ben ilaçları yazdırmak için sekreteri beklerken yaşı yetmişi aşmış bir teyze odadan çıkan doktora
- İlaç yazdıracaktım; dedi.
Doktorun aceleci, üzen yoran cevabı
-Akşam nöbetçiydim şimdi çıkıyorum...Yarın gelin oldu..
Doktor ayak seslerini bıraktı ardında kalan yaşlı teyzeye; iki satır reçete yerine.
Sarsıldım üzüldüm.
Tespitim şudur ki bir anne doğacak çocuğunun erkek olmasını saplantılı şekilde istiyorsa yaşamında değer görmemiş, kız olduğu için incinmiş, küçük ve yararsız görülmüştür. Böyle büyüyen anne kendi kaderini devralacak bir evlat sahibi olmak istemez. Çünkü anneler ister ki evlatları dünyada gün yüzü görsün ..
Bu kadınları yargılamaktan önce anlamak gerek.
Toplumun yüzdesi kabarık bir bölümü böyle annelerden oluşuyor.
Oysa ki bu döngüyü kıracak olan yine anneler.
Kararlı, risk alacak, göğüs gerecek -ki bunu yapmış onlarcası var-.
Daha bu gün bir tanesinin hikayesini gözlerimde bulutlarla dinledim.
Ben bu konuda şanslıydım. Babamın son kızı. Babamın aydınlanma dönemine denk gelen yaşatımda, -ki öncesi kız çocukları ve eşitlik konusunda çok parlak değilmiş- beraber yürüdüğümüz yol kısa da olsa babamın yapıştırdığı, iliklerime işleyen "değerli" etketi beni hayatım boyunca idare etti. O bana ilk "çok" değer verendi. 12 yaşımdan sonra benimle kalamasa da sevgiyle sardığı kalbim ona kalan yıllarımın güzelliğini borçlu.
Dün hayatımda ilk kez bir mülteciyle tanıştım. Her gün üstü başı bakımsız, dilleri başka onlarcası yanımdan akıp giderken, dün durdum ve birinin gözlerine baktım. Ne kadar da aynıydık. Bütün akşam beynimi karıncalandıran bir hal aldı yüzü.
Yazdan kalma havada şehrin en büyük çocuk parkında Ayşeme yarenlik ve gözetmenlik yapmak için gittim. Kocaman parkta onun neşesi ile sonbaharın torpilli havası birleşince yaşamak bütün sevinciyle içimde şarkılı bir hal almıştı. Büyük gondol salıncağa binmek isteyen Ayşeyi orada sallanmakta olan bir çocuk ve yaşını almış bir kadından izin alarak yanlarına oturttum. Kadın kırık aksağanıyla sizde oturun dedi. Yok dedim o zaman sizi kim sallayacak. Sonra yanlarında dikilen diğer kadın " ben sallarım" dedi gene farklı bir aksağanla. Bende yanaştım salıncağın bir köşesine. Muhabbete önce Ayşe girdi. Kadının tükçesi dikkatini çekmişti. Sen neden değişik konuşuyorsun sorusunun muhatabı olan kadının soruyu anlaması biraz uzun sürdü. İlk cevap kısa bir gülümseme oldu. Ardından ben buralı değilim diye devam etti. Hikayelere merakım o kadar çok ki kendimi tutamadan lafa girdim.
Mültecimisiniz? Evet dedi.
İrandan geldiğini söyledi düzgün türkçesi bana iran
İçinde umudu, içinde hüznü, içinde korkuyu ve vehimi büyütürsün 9 ay.
Çizilmemiş bir tualin çekiciliği mest eder seni. Hayatı temize çekecek ve baştan başlayacaksın gibi gelir.
Oysa tualin senden bağımsız, sana rağmen bir zemin rengi vardır. Ancak bu zemin üstüne yerleştirebilirsin sonsuz renklerini.
Üstelik onunla arandaki bağ, seninle baban arasındaki kadardır. Sen babanın nasıl temize çekilmiş hayatı değilsen ve genlerinin kiri nasıl yapıştıysa üzerine, o da bu makuz kaderi paylaşacaktır seninle.
Sen ancak kendini temize çekersen, temiz şeyler çizebilirsin bu zemin üstüne. Yoksa kara ellerinin dokunduğu her şey yeni bir karanlık çizecektir, hem yeni olann göğsüne hem de dünyanın kaderine.
Oysa, nedense yeni olan iyi şeyler çağrıştırır hep.
Ben bütün bu bilmeklerin korkusuyla geçiyorum günlerin içinden. Yeni bir sima, yeni bir bakış, yeni bir direnç gelecek yakında. Önce sonsuz gibi görünen ağlamakları yatıştıracak basit formüllerimiz olacak ailecek. Altını almak, gazını çıkartmak. Uykusuzluk gecelerinin içinden cinnete bulaşmadan ak pak çıkmak gibi formüller ve çabalar.
Bunlar basit olanlar.
İki yıl okul tatili diye bir kitap vardı ismi münasebetiyle bende yeri bir başkadır. Doğum iznimde bu kitabın ismini çağrıştıran bir durum oldu. uzunn.. İzin fikri her zaman hoştur ama doğum izni adı üstünde öyle boş boş yatıp kafa dinleyebileceğiniz bol güneşli bol yağmurlu havalarda rehavet basa basa tembellik edeceğiniz bir durum değil tabi ki.
Bol ağlamalı, bol alt değiştirmeli, bolca elde derece ateş ölçmeli, azıcık uykulu çok uyanmaklı bir durum. Yani bu bir izin olmaktan öte kadına -zaten bu şartlar altında aklın evde kalacak bari evde tam randumanlı çalış- denilmesi.
Ama iyi geldi. Sare anne kokusuna aşina büyüdü. Ben ona dair her kaygıyı, her yeniliği, her adımı anında ve canlı yayın izledim. Ayşe okula başladı 1. sınıfın telaşını birlikte atlattık.
iş stresi olmadan sadece ev için kullandım bütün stres hakkımı dolayısıyla daha az gergin daha fazla töleranslı olabilme şansım oldu. Çalışan kadınlar daha iyi bilir ki -ev için zaman- çok büyük nimet bu nimetten mahrum kalmadık çok şükür.