Geçtiğimiz Perşembe günü birincisi yapılan Momtalks ta pek çok değerli konuşmacı vardı. Bazıları ilham verici, bazıları bilgilendirici, bazıları hem bilgilendirici hem keyifli idi. Öncelikle bu hayali hayata geçirmiş olan “Anne Beynim Aç” kitabının yazarı akademisyen Dr. Bahar Eriş’ te teşekkür etmek ve izlenimlerimi kısaca paylaşmak istiyorum.
Etkinlik Ümmühan Koçak’ın katıldığı ilk bölümle başladı. Bilmeyenler için Ümmühan Koçak Mersin’in Arslanköy’ ünde yaşayan ve 2001 yılından beri köyde kurduğu tiyatro topluluğu ile ünü yurt dışına taşan şahsına münhasır, kişisel gelişim kitaplarının anlattıklarının örneği olan bir yaşanmışlığa sahip bir Anadolu kadını.
İnanmış, hayal etmiş, vazgeçmemiş, mücadele etmiş ve belki de tahmin edemeyeceği kadar çok ses getirmiş. Başlangıçtaki amacı köyde yaşayan kadınların sorunlarını eşlerine, kaynanalarına duyurmak ve hissettirmekmiş, bunu başaran Ümmiye teyze öyle içten, öyle sahici idi ki pek çok olanağa sahip şehirli ama kendisini kurban gibi gören kadınlara, erkeklere ilham kaynağı olabilir. Şiddetle tavsiyemdir.Ted konuşmasını da ayrıca izleyebilirsiniz.
Momtalks etkinliğinin öğleden sonraki oturumunda ise herkesin
“Armut dibine düşer” atasözü sizi hangi durumlarda rahatsız eder?
Odasını toplamayan ve darmadağınık yaşayan çocuğunuza nasihat ederken kendi odanız ve eşyalarınız dağınıksa, ödevlerini son dakikaya bırakıyorsun diye kızarken faturaları son anda ödediğinizi ya da toplantınız için gereken raporları toplantı sabahı hazırlarken kendinizi bulduğunuzda mı?
Benzer durumlarla karşılaştığınızı sanıyorum. Yaşı küçük çocukları olanlar için de bu bilgi oldukça anlamlı aslında.
Pek çok anne-baba çocuğunu sürekli eleştirirken kendine bakmayı pek de akıl etmez. “Armut dibine düşerken”, şaşırmıyoruz ama çocuklarımız bizim yaptıklarımızı yaptığında onlara doğrusunu ve idealini söylüyoruz.
Bir anne baba çocuğunun nasıl davranmasını istiyorsa öyle davranmalı ve bu konuda ne kadar önemli bir sorumluluğa sahip olduğunu hatırlamalıdır.
Bağırarak konuşulan bir ailede çocuk da bağırarak konuşacak, sofrada kimse kimseyi beklemiyorsa çocuk da beklemeyecek, ağzında lokma varken konuşan bir büyüğü varsa o da bunu öğrenmeyecek,sokağa çöp atan bir ebeveyni varsa o da bunu yapacaktır, kitaplarla haşır neşir olan bir ailede yaşıyorsa o da kitap sevecek,büyüklere saygı gösterildiğini görüyorsa o
Minik DURU hayatımızın tam ortasına geldi, oturdu. Şahane bir duygu. Yepyeni bir hayat, taptaze, masum, savunmasız, günahsız, zararsız çok güzel duygular yaşatıyor bizlere.
Ben de onunla haşır neşir olurken kendi anneliğimi hatırlamaya başladım, ne çok olmuş. Kızım dünyaya geldiğinde kendimce doğru bulduğum ve bilmiş bilmiş uygulamaya çalıştığım şeylerden birini hatırladım bugün. “Çocuğumu sıcağa alıştırmayacağım, öyle sarıp sarmalamak neymiş” dediğim geldi aklıma Duru’yu güzelce sarıp derin derin uyuturken . Ekim doğumlu olan kızım bir türlü uykuya dalamaz, sık sık uyanır, vızıklanırdı. Bu çocuk üşüyor, ondan uyumuyor dediklerinde ise “hayır sıcağa alıştırmayacağım, sonra hemen hastalanır” dediğimi hatırlıyorum. Çok biliyorum ya… Sonra nasıl olduysa İlayda’yı güzelce sarıp sarmaladı biri ve 3,5 saat deliksiz uydu yavrum. Fark ettim ki idealize ettiğimiz şeylerle realite aynı değil. Bizim anne baba olarak idealize edeceğimiz şey sanırım daha çok değerlerle ilgili olmalıdır.
Yani çocuğumuzun doğası ile ilgili bir şeyi kendi doğrumuza dönüştüremiyoruz. 36-37 derece bir ortamdan dünyaya gelen bebek ilk zamanlarda 22-23 dereceye nasıl uyum sağlasın, bu süreci görmezden gelip,
Duru; yıllar yıllar önce 1 kg 800 gr dünyaya gelen ailemizin ilk torununun, benim portakal kafalı yeğenimin, kızı olacak Allah'ın izniyle. Duru için tüm hazırlıklar tamam, odası, giysileri, oyuncakları. Her şey ne kadar özenli ve keyifli. Yeğenimin karnı burnunda ve ben ne kadar uzaklardan bakıyorum bu keyifli maceraya. Benim hamileliğimin üzerinden 23 yıl geçmiş, kızım koca kız olmuş ailemizdeki en yakın bebek 15 yaşında. Her şey bana çok uzak. Bu uzaklık bir kıyaslama ve kavrama şansı da veriyor. Şuan Duru’ nun odasından yazıyorum. Bir kaç gün sonra bu odanın sahibi küçük kız geldiğinde bizim dünyamız da onun dünyası da değişecek. Şu an güvende ve huzurlu, annesinin kalp atışlarını duyuyor, sıcak ve karanlık bir dünyadan bambaşka bir dünyaya yolculuk ediyor. Bizim dünyamıza gözlerini açtığında neler hissedecek ve neler yaşayacak bilmiyorum. Dilerim onun ve tüm bebekler için harika bir dünya olur birden bire. Birden bire olmayacak elbette ama, hepimiz kendi çocuklarımızı düşünerek değiştirsek en azından daha iyi bir dünya olabilir diye düşünüyorum.
Bugün Duru’ nun birkaç eksiği için çıkmıştık. Markette 3 yaşlarında bir çocuk çikolata almış, elinden bırakmıyor, kasadan
“Ben annem gibi olmayacağım”
Okuldan eve dönüş yolunda aramızda hafif bir hoşlanma ilişkisi bulunan lise arkadaşım ile sohbet ederken verdiğim bir karardı… Bu erkek arkadaşım biraz geleneksel biraz da tutucu bir yaklaşım ile kadının çalışmamasına dair negatif görüşlere sahipti ve kadınları da hafiften aşağılıyordu sanki ya da ben öyle hissetmiştim. O an karar vermiştim, ben “çalışan bir kadın” olacaktım. Çocuğuma annen ne iş yapıyor denildiğinde “ev kadını” dememeliydi. Çünkü bana annen ne iş yapıyor diye sorulduğunda “ev kadını” demekten hoşlanmıyor ve kötü hissediyordum. Yıl 1980’ler. Kadının çalışma hayatında girdiğini hissettiğimiz hatta benim bir çocuk olarak bundan rahatsızlık duyacağım kadar etkili olmaya başlamış yıllar.
O zaman yaptığım bu seçim ile; rastlantısal hayatım üniversite, iş hayatı derken ilerlerdi. Rastlantısallığı şu ki ben ne üniversite bölüm seçimim de ne de iş tercihimde çok bilinçli olmamıştım.
Yaşamımın ilerleyen aşamasında da bu bilinçte uzak seçimler yaptım. Kızım dünyaya geldikten sonra da hayatım öyle bir aktı ve karıştı ki, kendimi sorgulamaya başladığımda 39 yaşındaydım.
Geçmişe baktığımda çalışan anne olacağım diye verdiğim karara,
Büyük çoğunluğun evet dediğini duyar gibiyim. Neden böyle tahmin ettim derseniz, gözlemler, duyumların etkisi diyebilirim. Benim bu cümleyi kurabileceğim bir durumum olmadı hiç ne yazık ki çünkü çocuğum tatildeyken ben yine çalışıyordum. Yani ondan bıkacak, sıkılacak “aman okullar açılsa da kafamdan gitse” deme durumum olmadı. Olsaydı der miydim, şimdi aklımla hayır,o zamanki aklımla belki de derdim.
Bu cümlelerin kurulduğunu içten ya da sesli biçimde kurulduğunu biliyorum.
Bunu irdelemek önemli geldi bana.
İnsan çocuğu başından gitsin diye neden dört gözle okulun başlamasını bekler? Ben bunu gerçekten merak ediyorum.
Düşünürken bulduğum yanıtlar ise şöyle;
Çocukla verimi ve keyifli zaman geçirmek için ortam yaratılamıyor olabilir,
Anne çocuğunun özgürlüğünü kısıtladığını düşünüyor olabilir,
Çocuk evdeyken tüm kontrol eline geçtiği için anne bundan rahatsız oluyor olabilir..
“Ne yapayım istiyor?” Diyen ve çocuğunun istediğini yapan, boyun eğen bir ebeveyn için neler söylenebilir?
“Çaresiz”,”zavallı”,”yazık” gibi kelimeler geliyor aklıma. Kişisel gelişim alanında ve “kurban”, “kurban psikolojisi ya da kurban bilinci olarak adlandırılır. Kurban bilinci, kendi yaratıcı gücümüzden ve yaratma kabiliyetimizden vazgeçmektir. Bunun yerine sahip olduğumuz / olamadığımız şeylerde, yaşadığımız olaylarda bir şeyleri ya da başkalarını suçlu tutmaktır. Kendi gücümüzü onlara vererek, bir şeylerin ya da birilerinin hayatımızı kontrol etmesine izin vermektir. Başkalarının kendi bilincimizi ve seçimlerimizi yönetmesine izin vermektir.
Bu konu ile ilgili pek çok bilge ya da kadim bilgilerde pek çok mesajlar bulunur.
“Eğer her şeyin başkalarının suçu olduğuna inanırsanız, hayatta çok ıstırap çekersiniz. Ama ne zaman ki her şeyin sizden tohum verdiğini fark edersiniz, o zaman hem neşe hem barışı öğrenirsiniz. “der, Dalai Lama
Kabala der ki :Hiçbir zaman insanları ya da dış etkenleri suçlamayın. Başkalarını suçlamak bizi kurban psikolojisine sokar; çevremizde gelişen olayların sebebi değil, bir sonucu yapar. Sebep ya da sonuç olma kararını bizden alır. Bizi
Bu hafta karne haftası, yarıyılın karnesi evlere gelecek... Ebeveynlerin tutumlarına göre de yaşananlar ortaya çıkacak.
Ebeveynler karneye nasıl yaklaşır/ yaklaşmalıdır? Bu soruların cevaplarını aramak istiyorum bu yazımda.
Ebeveynler çocukları karne alıp getirdiklerinde;
A) Kendi anne babaları gibi davranır
B)Kendi anne babalarının zıddı gibi davranır
C) Etraf nasıl davranıyorsa öyle davranır.
D) Çocuğuna katkı sunacak ve geliştirecek bir zihniyette davranır
E) Şuursuzca otomatik, düşünmeden ya da bilinçsizce davranır