“Ben annem gibi olmayacağım”
Okuldan eve dönüş yolunda aramızda hafif bir hoşlanma ilişkisi bulunan lise arkadaşım ile sohbet ederken verdiğim bir karardı… Bu erkek arkadaşım biraz geleneksel biraz da tutucu bir yaklaşım ile kadının çalışmamasına dair negatif görüşlere sahipti ve kadınları da hafiften aşağılıyordu sanki ya da ben öyle hissetmiştim. O an karar vermiştim, ben “çalışan bir kadın” olacaktım. Çocuğuma annen ne iş yapıyor denildiğinde “ev kadını” dememeliydi. Çünkü bana annen ne iş yapıyor diye sorulduğunda “ev kadını” demekten hoşlanmıyor ve kötü hissediyordum. Yıl 1980’ler. Kadının çalışma hayatında girdiğini hissettiğimiz hatta benim bir çocuk olarak bundan rahatsızlık duyacağım kadar etkili olmaya başlamış yıllar.
O zaman yaptığım bu seçim ile; rastlantısal hayatım üniversite, iş hayatı derken ilerlerdi. Rastlantısallığı şu ki ben ne üniversite bölüm seçimim de ne de iş tercihimde çok bilinçli olmamıştım.
Yaşamımın ilerleyen aşamasında da bu bilinçte uzak seçimler yaptım. Kızım dünyaya geldikten sonra da hayatım öyle bir aktı ve karıştı ki, kendimi sorgulamaya başladığımda 39 yaşındaydım.
Geçmişe baktığımda çalışan anne olacağım diye verdiğim karara, çalışan annenliğin bedelleri ile de yaklaşmayı isterdim.
Bugün fark ettiğim ama yaşarken anlamadığım bazı şeylerden bahsetmek istiyorum.
Ben çalışan anne olduğum için hep eksik “hissettirdim” kendimi. Evet bunu ben yaptım. Ben çocuğumu parka götüremiyorum, okuldan geldiğinde karşılayamıyorum diye eksik hissettim. Bu eksikliğimi toplumsal algı ve temayüllere dayanarak yaptım. Ben eksik hissettikçe dillendirdim ve bunu çocuğumda söylemeye başladı. O söylediğinde de çok acıttı içimi.
Aslında haklılık payı vardı. O gün o zamanları yaşarken bugünkü bilinç ve farkındalığımda olmadığım için işimi hayatımın merkezine koyup, arta kalan zamanları çocuğum, eşim, evim ve kendim arasında paylaştırıyordum. Bu elbette hiçbir şekilde yetmiyordu. Çünkü haftada ortalama 70-72 saat çalışıyor ve hiçbir biçimde zaman konusunda yetişemiyordum.
Anne olarak yapmak istediklerim vardı, çalışan anne olarak yapamadıklarım.
Benim kadar şuursuzca sistemin içine hapis olup yaşayan başkaları da var mı bilmiyorum, umarım yoktur.
Eğer varsa şunu öğrendim; hiçbir iş buna değmiyor ve hiçbir kazanç.
Zaman da geri gelmiyor maalesef, bu hepimiz için çok açık. Yaşanan anın illüzyonundan uzaklaşmak ve dışarıdan bakabilmek çok gerekli, keşke o zaman ben bir koç ile tanışıp çalışsaymışım ama olmadı. Eğer daha dışarıdan bakabilme fırsatım olsaydı bunun bir illüzyon olduğunu fark etseydim eğer şimdi ki duygularımda pişmanlıklar daha az, iyi ki ler daha çok olacaktı eminim. Yaşadıklarım konusundaki pişmanlıklarımı dürüstçe paylaşmak konusunu bir kez daha düşünürdüm. Bu kadar dürüst davranmasaydım belki,yani kızıma ben seninle ilgilenemedim, daha fazla zaman geçirmek isterdim gibi söylemelerim olmasaydı,kızım da bunu daha normal görebilirdi.Elbette çocuğunu okuldan alan anneleri gördüğünde o çocukları içten içe kıskanmasına engel olmazdı bu durum ama ben elimle beni acıtması için bir sopa vermeseymişim iyi olur muş.
Bir başka öğrendiğim de şu; ne olursa olsun arada sağlam varsa her şeyin üstesinden geliniyor. Gerçek sevgi inşa edilmişse aranıza, o bağ güçlü ve olması gerektiği gibi oluyor. Ben en büyük değer olarak kızıma onu koşulsuzca sevdiğimi hissettirdim hep o da bunu hissetti. Bu hissediş ve bilme doğrudan ya da dolaylı. Ama annesinin onu başarısız da olsa, yanlış da yapsa,hata da yapsa sevdiği ve seveceği.
Bu şımarıkça değil elbet ama, çalışan annenlerin vermesi gereken en güçlü duygu bu sevgi.
Onun dışındaki her şey çok kolay. Çalışan annenin suçluk duygusu ile çocuğuna sunduğu maddi şeylere de dikkat çekerek bitirmek istiyorum. Elbette ben de yaptım. Onu sevindirmenin yolunun oyuncak, şeker, çikolata almak olduğu yanılsamasına kapıldım. Çok abartmadığımı düşünüyorum ancak abartıldığını görüyorum.
Bir araştırma yapılmış, çocukların en çok neye sevindiğini önce anne/babalara sormuşlar, şunu aldığımız gün, bunu aldığımız gün diye yanıtlamış anne/babalar. Çocuklara sorulmuş, en çok sizi ne sevindirdi, en mutlu olduğunuz anı söyleyin diye. Çocuklar ise anılarını anlatmışlar, kayak yapmaya gittiğimiz, orada düştüğümüz gün, su tabancaları ile su savaşı yaptığımızda,kovalamaca oynarken havuza düştüğümüz gün gibi.
Çalışan anne olarak çocuklarımızı ihmal ettiğimizi düşünerek,veremediğimiz ilgimizi ve zamanımızı telafi etsin diye aldıklarımız birer çöp. Psikologlarına dediği gibi nicelik değil nitelik.
Kucağımıza alıp,temas edip göz göze geçirilecek 15 dk dan daha değerli ne olabilir,derim. O günleri çoktan kaçırmış bir anne olarak. Geriye bakarken.
Sevgilerimle
www.neslihanerdogdu.com/
www.instagram.com/neslihanerdogdu/
www.facebook.com/erdogduneslihan/