Bir önceki yazımda bizi biz yapan yeteneklerimizi farkında olmanın öneminden bahsetmiştim. Bugünkü yazımda ise sahip olduğu yeteneğin farkında olmayan sevgili Quetzel’in bu yeteneğini keşfedişinin hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Umarım, Quetzel’in hikâyesi yeteneğinizi bulmada ilham kaynağı olur.
Uzak bir diyarda, özel yetenekleri olan insanların yaşadığı bir kabile varmış. Bu kabile, “selam” anlamına gelen "HU" adıyla bilinirmiş. Kabiledeki herkesin özel bir yeteneği varmış. Uçabilenler, kurt adamlar, astral seyahat yapanlar, aynı anda iki farklı yerde olabilenler, rüzgâr çıkartanlar, geleceği görenler, ışık hızından hızlı koşanlar. Ve daha birçoğu...
Günlerden bir gün kabilede yaşayan ailelerden birinin kız çocuğu olmuş. Her yeni doğan çocuğa yapıldığı gibi onu da Bilge adama götürmüşler. Küçük bebeğin isminin belirlenebilmesi için Bilge adamın, kabilenin ataları ile bağlantıya geçmesi gerekiyormuş. Bu sefer ki isim koyma ritüeli her zamankinden biraz daha uzun sürmüş. Bilge adam ritüeli tamamladığında Ataların bu minik kıza "kutsal" anlamına gelen Quetzal adını verdiklerini söylemiş. Kabiledekiler bu yeni bebeğin bembeyaz teni, masmavi gözleri, ince
Sahip olduğumuz yeteneklerin farkına varamıyoruz. Farkına varamayınca da bize ait olanı yapamıyor ve sonunda mutsuz oluyoruz. Bu haftaki yazıma sahip olduğu yeteneğin farkına varamayan küçük peri Tinker Bell’in hikâyesi ile başlamak istiyorum;
Periler Kraliçesi, yeni doğan küçük peri Tinker Bell’in yeteneğinin tespit edilmesi için tüm perileri etrafına toplar ve sihirli sopasıyla mantara benzeyen bir platform oluşturur. Platformun üzerinde değişik semboller yer almaktadır. Tinker Bell bu sembollerin önünden yavaş yavaş geçer. Çekiç şeklindeki sembolün önüne geldiğinde bu sembolü önemsemez ve diğerlerine yönelir. Tinker Bell çekiçten uzaklaştıkça, çekiç peşinden gelmektedir. Periler Kraliçesi, peşinden gelen çekiç konusunda Tinker Bell’i uyarır. Tinker Bell çekice dokunur dokunmaz şimdiye kadar kimsenin görmediği parlaklıkta bir ışık demeti Tinker Bell’in etrafını sarar. Bu parlak ışık Thinker’in özel bir yeteneği olduğuna işaret etmektedir. Tinker Bell ise bu durumdan hiç hoşlanmamıştır. Tamirci olmanın sıkıcı olacağını düşünmektedir. Tinker Bell, rüzgâr perisi gibi olmaya çalıştığı bir günde rüzgâr perisinin oyununa gelir ve bahar mevsimi hazırlıklarını tamamen
Geçenlerde Pera müzesinde T.C Merkez Bankasının Sirentin Sureti koleksiyonunun sergisini gezmeye gittim. Müzeyi gezerken sergilenen tabloların arasına ünlü kişilere ait yazılar yerleştirilmişti. Bu yazılardan en çok dikkatimi çeken Fransız Antropolog Claude Levi Straus’a ait olandı. C.Levi Straus bu yazısında” ilerleme” kavramına farklı bir bakış açısı getiriyordu. Yazı şöyle idi;
…….. ilerleme (eğer bu terim hala daha önce kullandığımızdan farklı bir gerçekliği belirtmeye uygunsa) ne kaçınılmazdır, ne de süreklidir; atlamalar, sıçramalar ya da biyologların dediği gibi mutasyonlardan kaynaklanır. Bu atlama ve sıçramalar sadece daha ileri doğru ve sürekli aynı yönde olmazlar; yön değiştirerek giderler, bunu çeşitli yönlere hamle olanakları bulunan ancak bunların hiçbiri aynı yönde olmayan satrançtaki ata benzetebiliriz. İlerlemekte olan insanlık, her bir yeni hareketiyle onun için artık tırmanılmış olan basamaklara yeni basamaklar ekleyen, merdiven çıkmakta olan adama benzetilemez: bu ilerleme daha çok, zar atmakta olan ve şansı zarların üzerine dağılmış bir oyuncuyu hatırlatır. Her atışında, zarların masanın üzerine farklı birleşimlere saçıldığı görülür. Birinde
Bugün Osho’nun konusu “Sevgi” olan kitabında geçen bir benzetmeyi sizinle paylaşmak istiyorum.
“Gökyüzünde salına salına uçan güzel bir kuş dikkatimizi çeker. Onu seyreder ve bir an ona sahip olmak isteriz. Belki de o kuşu kafese koyar, evimizin en güzel köşesine yerleştiririz. Kafesin içindeki kuşa her baktığımızda uçarkenki halinin bizde uyandırdığı o güzel hissi hatırlar, mutlu oluruz. Sevgili kuşumuz ise uçamadığı ve güzelliğini diğerleri ile paylaşamadığı için mutsuzdur, acı çekiyordur. Dışarıdayken herkesi kendine hayran bırakan özellikleri tutsaklığının nedeni olmuştur..”
Şimdi yukarıdaki kuşun hikâyesinin, sevgideyken yaptıklarınızla benzerlik gösterip göstermediğine bakmanızı istiyorum. Mesela, çocukken yaptıklarınızın çevrenizdeki kişileri mutlu ettiğini fark ettiğinizde aynı ilgi ve alakayı sürekli kılabilmek adına sadece diğerlerinin ilgisini çeken özellikleriniz ile var olmaya seçmiş olabilir. Yetişkin olduğunuzda ise üzüntü, kızgınlık ve çektiğimiz acıları anlatan hikâyelerinizin çevreniz tarafından beğenildiğini yani sadece o anlarda diğerlerinin ilgisini çektiğinizi fark etmiş ve bunun üzerine başınızdan geçen talihsiz olayları sürekli gündeminizde
Çocuk filmlerini takip etmeyi çok severim. Örneğin; Yıldız Savaşlarından karanlık ve ışığın arasındaki ince çizgiyi, Yüzüklerin Efendisinden gölge ile aslımızın arasındaki dostluğu, Alice Harikalar Diyarı’ndan bilinçaltımızın imkansız dediklerinin aslında koca bir yalan olduğunu, Happy Feet’ten farklı olmanın güzelliğini keşfettim. Tüm bu hikâyelerden aldığım ilhamla arada sırada büyüklere masallar yazıyorum. “Mutluluk Seviyeniz % Kaç? “ isimli masalımda küçük Ali’nin hikâyesini anlattım. Bir önceki yazımda insanlara yardım etmenin sandığımızdan daha farklı şekilleri olabileceğinden bahsetmiştim. Ali’nin hikâyesinin bu yazı ile çok bağlantılı olduğundan sizlerle paylaşmak istedim. Geri bildirimlerinizi dört gözle bekliyorum.
Kuzey ülkelerinden birinde küçük bir adada Ali isminde bir çocuk yaşarmış. Ali küçük yaşta ailesini kaybetmiş olduğundan köy halkı Ali’nin bakımını üstlenmiş. Ali’de bu yardımın karşılığında köy halkının hayvanlarına çobanlık yapıyormuş. Yıllar geçmiş, küçük Ali güçlü, kuvvetli bir genç adam olmuş. Artık sadece çobanlık yapmıyor, köydeki ailelerin tamir işlerine de bakıyormuş. Ali çalışmayı, insanlar için bir şeyler yapmayı çok severmiş.
Geçmişte batının en hızlı “Yardım Şerifi” olduğum zamanlarda; diğerlerinin hayatlarına müdahale etme konusunda çok başarılıydım. Müdahale etme işinin bendeki adı “Yardım Etme” idi. Sizden talep edilmedikçe yardım etmeyin tarzı farkındalık yazıları dikkatime çekildiğinde; bu yazılara “ne yani kimseye yardım etmeyip hep bana hep bana mı yapacağız?” şeklinde tepki gösterirdim. Bu durum, insanlara yardım etmenin sadece ve sadece kibrimi besleyen ritüeller olduğunu fark edene kadar devam etti. Ve o günden sonra kibrime hizmet etmeden insanlara yardım etmenin yolunu bulmaya niyetlendim. Ve zamanla “gerçek yardım etme”nin kendi bildiğimin ötesinde birçok değişik yolu olduğunu fark ettim. Bugün keşfetmiş olduğum yardım ritüellerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle size içini açan, sorununu paylaşan kişileri koşulsuz dinlemekle başlayın. Yani zihninizden hızla geçen o güzel fikirlerinizi paylaşmak yerine susun. Susun ama tam bir sessizlik olsun. İçinizden konuşmayın, söylenenleri yargılamayın, herhangi bir fikir yürütmeyin, bırakın anlattıklarını dinlediğiniz kişi koşulsuz dinleniyor olmanın tadına çıkarsın. Eminim, yarattığınız bu özel alan için sizi her zaman şükranla
Doğada hiçbir şey aynı kalmaz. Evrendeki her şey sürekli değişir. Hepimiz az çok bu değişimin farkındayız ve bu nedenle mevsimlerin, gece ve gündüzün değişimini her zaman anlayışla karşılarız. Sürekli gece ya da sürekli gündüz olmasını arzulamayız, bu konuda bilgece bir kabullenme hali içindeyizdir. Hiç düşündünüz mü? Aynı bilgeliği hayatımızdaki değişimlere de uygulayabilsek nasıl olurdu?
Olmaz Olmaz !!!. Hiç iyi olmazdı. Çünkü tepki vermeyi çok severiz. Tepki vermezsek var olamayacağımızı düşünürüz. Aslında değişimin hep farkındayız. Örneğin şu anki halimiz ile 2 sene önceki halimizin arasında büyük farklılıklar vardır. Ama biz yine de sahip olduklarımızın değişmemesi için elimizden gelen her şeyi yaparız. Hatta zaman zaman değişimi önlemek adına hayatımızdaki insanların özgürlüğünü kısıtlar, onların sahip olduğu güzel şeyleri bizden başka hiç kimse ile paylaşmasına izin vermeyiz. Kişi güzel şeylerini teker teker terk ettiğinde ise artık onu beğenmemeye başlarız. Ama olsun biz yine de sahip olduklarımızın aynı kalacağına dair hikâyeler yazmaya devam ederiz. Sevdiklerimizin sahip oldukları o güzel şeyleri sayesinde dikkatimizi çektiklerini bir çırpıda unutuveririz.
Baze
Bugün deneyimlerimizin oluşmasında önemli rolü olan “Niyetin Gücü” nden bahsetmek istiyorum. Gün içinde kendimiz ya da başkaları adına bir şeylere sahip olmayı ya da bir durumun gerçekleşmesini arzular, günlük aksiyonlarımızı da ona göre belirleriz. Bazen hayatımızda hoşumuza gitmeyen olaylar gerçekleşir. Aslında bu olaylar niyetimizden uzaklaşmış olmaktan kaynaklanmaktadır. Peki, bizi niyetimizden uzaklaştıran şey ne olabilir?
Bu sorunun yanıtı çok basittir. Bizi niyet enerjisinden ayıran egomuzdur. Egonun etkisini azaltmak, niyetimizde kalarak niyetimize uygun düşünceler ile bu düşüncelere uygun duygu ve durumları hayatımıza çekebilmek için dikkatimizi eğitmemiz gerekir. Şöyle ki düşünceler statik, zihniniz ise dinamiktir. Düşüncelerin statik enerjide olması demek, düşünceleriniz ile ilgili durumların size doğru çekilmesi anlamına gelir ki hayatımızda da bu çekimin sonuçlarını deneyimleriz. Yaşamınızda olası kötü sorunları düşündüğünüz sürece onların sonuçları ile karşılaşırız. Yani bizi rahatsız eden olumsuz düşünceleri düşünmemek için kendimizi zorlayarak düşünmemeğe çalışmak onları düşünmeyi getirmekten başka bir şeye yaramaz. Oysa bunu yenebilmek için en iyi formül