Birine çok kızdığımızda, öfke hissi o kadar güçlü olur ki, o an tek seçeneğin intikam olduğuna inanırız. Peki, sonuç ne olur? Keşkeler peşimizi bırakmaz, arzuladığımız tek şey intikam olsa da sonuç bizi tatmin etmez. Çünkü öfke anında zihin kendini haklı çıkartmak için beş duyumuzu da göreve çağırır. Örneğin, zihinden geçen düşünce acı ise görme duyusu, “ bir dakika dur kardeş, zihninin sana söylediğinden farklı bir alternatif daha var ona da bak” demeyip, sadece oradaki acıyı gösterecektir. Yani zihnimizden geçen düşünceler acılı ise beş duyumuz da acı formuna girecektir. İşte düşüncelerin gücü buradan gelir.
Madem düşüncelerin böylesi bir gücü var, onları bize hizmet edecek şekilde kullanamaz mıyız? Tabii ki kullanabiliriz. Bunun için de zihnimizin gurusu olmalıyız. Örneğin, intikam anı geldiğinde intikam hissini yaratan düşüncenin tam zıddı başka bir düşünceyi yani içerisinde sevginin olduğu diğer bir alternatifi bulmaya odaklanabiliriz.Odaklanalım derken, intikamı düşünmeyelim demiyorum, sadece o sihirli an geldiğinde intikam ile birlikte onun tam zıddı olanı da dikkate alalım diyorum.
Gerçek şu ki! Birine maddi yardım yapmak istiyorsanız önce cebinizde paranızın
Bugünkü yazımda “Ama Hala Mutsuzum” başlıklı yazımı okuyan bir dostumun içerik ile ilgili iki ayrı sorusu ile birlikte benim verdiğim yanıtı sizlerle paylaşmak istiyorum.
___”Ama Hala Mutsuzum” yazınızı okuduktan sonra anladım “Evet, ben bağımlıyım. Ben kızımla yaşayan bir anneyim ancak kızım okul nedeniyle benden uzakta ve ben yalnız yaşamak zorundayım. Kızımı çok seviyorum. Onun için en iyisini yapmaya çalışıyorum ama bunları yaparken o hayatımın merkezi haline geliyor ve ben o gidince boşlukta e mutsuzum, hayat anlamsız ve bitmiş gibi oluyor. Benim için bu yanlış bir tutum mu? Yoksa her anne böyle mi bilemiyorum. “
__________Her anne gibi kızınızı çok sevmeniz, onu düşünmeniz çok normal. Ancak gücümüzü sevdiklerimizden almaya başladığımızda yani tüm hayatımızı onlara endekslediğimizde onları mutluluğumuzun kaynağı olarak görmeye başlarız. Onlar olmadan var olamayacağımıza inanırız. Kaynağımız olduklarını varsaydıklarımızın konumu ve içeriği günün birinde evrendeki diğer her şey gibi değişecektir. Bu değişim, beklentilerimizi karşılamadığında da mutsuzluk başlayacaktır.
Onlarsız yaşayamayacağımızı hissetmek kendi gücümüzü inkâr etmek anlamına gelir ki bunun için bir
Spritüal çalışmalara ilk başladığımda, söylenenleri uygularsam öfkeden kurtulacağıma inanırdım. Ancak aradan birkaç yıl geçmişti ve ben hala öfkeden kurtulamamıştım. Yine de yılmadan çalışmalarıma devam ettim. Şimdilerde ise öfkeyi yok edemeyeceğimi biliyorum. İzin verdiğimde, öfkenin her an yaşamıma sızacağının farkındayım. Tıpkı dünya şampiyonu sporcuların yaptığı gibi öfkenin yaşamıma sızmaması için antrenmanlarıma devam ediyorum. Ve bu konuda da çok hassasım. Çünkü biliyorum ki öfke gündemde olduğunda beni benden uzaklaştırıyor. Kısaca öfkenin sonuçları bana iyi gelmiyor. Eminim, sizlerin de öfkeyle başa çıkma yöntemi var. Bunlardan en bilineni; bizi kızdıran olaylardan ya da kişilerden uzak kalma hatta mümkünse söylenenlere karşı duyarsız kalma yani “bastırma yöntemi”. Benim uyguladığım yöntemin ismi ise “öfkeyi fırsata dönüştürme” dir. Bu yöntem şöyle uygulanıyor;
Bilindiği gibi öfkenin enerjisi o kadar güçlüdür ki insanı hemen harekete geçirir. Hırs, kızgınlık, nefret etme gibi duygular içinde kalma ya da tekme, tokat gibi fiziksel hareketlere ya da yemek yeme, kendine zarar verme, sigaraya sarılma gibi aktivitelerin yolunu açar. “Öfkeyi fırsata dönüştürme”
Şefkatin şifa gücüne inanarak elimizden geldiği kadar kendimizi sevmeye ve şefkat göstermeye çalışıyoruz. Evet, kendimize şefkat göstermeye çalışıyoruz çalışmasına da “henüz herhangi bir değişiklik olmadı, hala mutsuzum” diyorsanız, şefkatin yaşamınızdaki izlerine bir göz atmanızı öneririm.
Ben şefkatin, alt yapısında bağımlılıkların olup olmadığına göre değişen iki farklı hali olduğuna inanırım. Yaşamınızda alt yapısında bağımlılık olan şefkat hakim ise mutsuz olmanız çok normal. Çünkü kanser, astım vb. gibi rahatsızlıklar fiziksel, bağımlılıklar da zihinsel rahatsızlıklar kategorisine girer. Bu yüzden de bağımlılıklar konusunda acilen bir şeyler yapmak gerekir. Şefkatin alt yapısında bağımlılık var ise nasıl olur?
Şefkatin alt yapısında bağımlılık var ise, şefkat gösterdiğimiz kişileri sahiplenir, onlardan bahsederken “benim çocuğum”, “benim dostum”, “benim ekibim” şeklindeki hitap şekillerini kullanırız. Bu hitap şekillerini, sadece oradaki çocuğun sizin soyadınızı taşıdığını ya da o kişinin sizinle aynı şirkette çalıştığını anlatmak için kullandıysanız hiçbir sorun yoktur. Ancak çocuğunuzun ya da o insanın sadece ve sadece sizin tekelinizde olduğunu varsayarak;
Yolda karşılaştığımız insanlar, ailemiz, arkadaşlarımız, gezdiğimiz gördüğümüz yerler vb. gibi dikkatimize çekilen her şey “İçimizdekileri yansıtanlar” kategorisine girer. Örneğin, var oluşun ikinci düzeyi olarak bilinen bitkiler âlemi bizlere içimizdeki sevgiyi yansıtır. Doğadayken kendimizi çok iyi hissetmemizin sebebi de bundandır. Daha önce fark ettiniz mi? bilmiyorum ama sürekli negatifte olan insanlar bile doğadayken değişirler. Nasıl mı? Oradayken “şu ağacın dalı kırılmış, diğerinin yaprakları bozulmuş, bu kuşun kanadı kısa ” şeklinde konuşmalar yapılmaz. Çünkü bitkiler âleminin sihri negatifi pozitife çevirir.
Güzel Türkiyem de içimizdeki sevgiyi yansıtma potansiyeli olan bir sürü yer var. İşte bende bu yaz içimdeki yansımaları keşfetmek üzere Artvin’nin Borçka ilçesine bağlı Maçahel ( Camili) köyüne gittim. Maçahel, yüksek dağlarla çevrili gizli bir yer. Kuzenimin deyimiyle “Elflerin Ülkesi”. İçerisinde 6 farklı köyü barındırıyor. Kış mevsiminden önce bu vadiden çıktınız, çıktınız, aksi takdirde kar, kış ve yüksek dağların misafiri olma olasılığınız yüksek.
Maçahel, doğal ormanları, genetik özelliği bozulmamış Kafkas arıları, iyi yanlarınızı yansıtmaya kararlı
Bizi zorlayan deneyimler olduğu gibi zorlamayanları da var. Acaba zorlamayanların arkasında yatan sır ne olabilir?
Aslında bu sorunun yanıtı çok basit. “Bizi zorlamayan her ne ise, nedense her zaman en çok sevdiğimiz çıkar” Örneğin, bazısı spor yapmaya bayılır, bazısı ise” işin mi yok abi, 2 saat spor yap sonunda x kadar kalori kaybet, hababam terle, duş al, saçını kurut, giyin, bir sürü angarya” şeklinde fikir yürütür. Aslında sporu zor yapan spor değildir. Sporun çevresinde geliştirilen düşünceler onu çekilmez hale getirir. Aksine spor yapmayı seven biri, öğlen tatili ya da sabah uykusundan fedakarlık ederek spor yapmak için zaman yaratır. Çünkü onun için spor bir yana, diğerleri bir yanadır. Benzer durum, hayatımızdaki kişiler için de geçerlidir. Bazıları sadece“ Nasılsın” der, ama biz “ Hadi ya, nerden çıktı şimdi bu! bu da sorulacak soru mu, kardeşim” şeklinde tepki veririz. Tepkinin sebebi o kişiyi diğerlerine göre daha az seviyor olmamızdır. Aksi kategoride olanların ise hiçbir hareket ve sözünden etkilenmeyiz. Çünkü her zaman “Gülü seven dikenine katlanır”. Zorlandıklarımız ve zorlanmadıklarımız şeklinde bir liste yapacak olsak, zorlanmadıklarımız en çok
Bugünkü yazımda; “Nefes farkındalığı” tekniğini uygulamaya başlayanlardan gelen sorular ve bu sorulara verdiğim yanıtları paylaşacağım.
1- 20 dakikalık uygulama süresince “Nefes alıyorum, nefes veriyorum mantralarını içimden söyleyeceğim ama uzun nefes alıyorum ya da kısa nefes alıyorum arkadan da nefes alıyorum bedenimi rahatlatıyorum mantralarını tekrarlamak gerekirken sanki zihnimi sürekli aktif tutmak zorunda kalacakmışım gibi bir şey olmuyor mu?
Derin ve rahat nefes alış verişimizi mantralar ile senkronize ettikçe bedenimizde neler olduğunu, zihnimizden neler geçtiğini fark etmeye başlarız. Ve böylece asıl amacımız olan tüm dikkatimizi içinde bulunduğumuz ana verme hali oluşur. Bu sebeple “Nefes farkındalığı” tekniğini uygularken “ zihnin aktif olması” normaldir.
2- 20 dakika içinde bu 4 mantrayı sırası ile söylemek istiyorum ama ya yetişemezsem, hepsini söylemeye yetişemezsem şeklinde içsel gerginlik olacak? 20 dakikaya tüm mantraları sığdırmaya mecbur muyuz?
Derin ve rahat nefes aldığınız için nefes alıp verirken mantraları aklınızdan geçirdiğinizde her bir mantra bir nefes alış ya da veriş süresine kolayca sığar.
İsterseniz her hafta farklı grup
Sevdiklerine karşı sevgi ve şefkat gösteren, dünyadaki fakirlik ve açlık için bir şeyler yapılması gerektiğine inanan zihin aynı zamanda hem öfkelenip nefret eder hem de kıskanır. Aynı anda hem sevebilen hem de kızabilen bir zihne kim sahip olmak ister? Ya da attığı her adımın iyi bir şekilde sonuçlanmasını kim istemez?
Tüm bunların gerçekleşmesi için zihnin eğitilmesi gerekir. Doğadaki düşünebilen, yaratan ve tabii ki seçim şansı olan tek varlık, insandır. Evet, her birimiz hem kendimize hem de diğerlerine faydalı olabilme şansına sahip. Peki, bu şansı ne kadar kullanıyoruz? Bu sorunun yanıtını size bırakıyorum.
Bildiğiniz gibi geçtiğimiz beş hafta boyunca “ Nefes Farkındalığı” tekniğinin nasıl uygulanacağından bahsettim. Bu tekniği uygulamaya başlamış olanlar zihinlerinin eğitilmesi konusunda bir hayli yol kat ettiler. Hatta bazılarınızın artık çevresine daha farklı bir gözle bakıyor. Bazılarınız ise uygulamaya başlamadı. Çünkü hala “acaba” diyor. ”Acaba” diyenlere bir çift lafım olacak. Yaşamda her zaman bir sıfır önde olmak istiyorsanız başka çareniz yok!Niye mi? Kısaca anlatayım.
Uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda, nefes farkındalığının beynin ön lobunu