Kenan Doğulu’nun doğum gününden beri ortalık; Beren Saat’in eşine İnstagram üzerinden yolladığı mesajla çalkalanıyor. Herkes; oyuncunun bilmece gibi yazdığı, benim gibi anti romantik olmayanlara bile aşırı süslü gelen kelimeler kullandığı yazının, alt metnini anlamaya çalışıyor. Özetle; “Masumiyetini kaybettin, büyü bozuldu, çok ağlasam üzülsem de seni yaşadığıma pişman değilim ama bittik” demiş şair... Bu yazıdan, ilişkilerinde her şeyin yolunda gittiği anlamını çıkaranları şok içinde izlediğimi söylemeliyim! Masumiyeti kaybetmeyi illa ki ihanete bağlayanları da...
Aslında zarif ve derin bir şekilde dökmüş duygularını ve kırgınlıklarını ama bir büyük hatası var. “Kol kırılır yen içinde kalır” atasözü ne diyor? Aile içindeki anlaşmazlıklar, kavgalar ve bireylerin kusurları, sır olarak aile içinde kalmalı, dışarıya duyurulmamalıdır... Gerçekten de aile olarak her ne yaşadılarsa Saat’in bunu cümle aleme ilan etmesi, milyonlarca kişinin diline düşürmesi ve insanlara onların en mahremini konuşma hakkını vermesi çok yanlış bir hamle oldu. Ne kadar kırılırsa kırılsın, bunu kendi içinde yaşamalı, en fazla yakınlarına açılmalı ve içini bu şekilde döktüğü yazıyı da sadece eşiyle
Hadise’nin İstanbul’un en şık restoranlarından birine makyajsız gitmesi olay oldu. Cengiz Semercioğlu da “Böyle mekanlara daha özenli gidilmeli” şeklinde yorum yaptı. Bunun üzerine şarkıcı Instagram’ında makyajsız fotoğrafını paylaştı, “Keyfimiz isterse bir daha hiç makyaj yapmayız. Kime ne? Hadi herkes makyajsız fotoğraf yüklesin ve kimsenin umrunda olmadığını göstersin! Biz kadınlar kendimizi size beğendirmek için yaşamıyoruz. Bunu anlayacaksınız!” diye yazdı. “Benim kararım, benim bedenim, benim hayatım, kime ne?” hashtagleri eşliğinde... Abartmak dediğimiz şey tam da bu işte! Zamanında kadınların kürtaj hakkı için başlatılmış bir kampanyanın ‘makyajsız da takılırız kime ne!’ gibi basit ve alakasız bir konuyla bağdaştırılması, kadın dayanışmasına dönüştürme çabası biraz komik olmuş!
Kaldı ki bir kadın olarak ben de gittiğimiz yere uygun şekilde hazırlanmaktan yanayım. Yani şıklığıyla meşhur bir restorana giderken illa badana-boya şeklinde makyaja gerek yok ama ‘gittiğin mekanın konseptine saygı açısından’ hafif bir makyajla daha özenli bir görünüm elde edilebilir. Bunun dışında sıradan günlerde makyajsız takılalım tabii, herkesin kendi tercihi, ona laf yok... Hollywood
Oscar ödüllü oyuncu Renée Zellweger’in, 24 Mayıs’ta Netflix’te yayınlanan yeni dizisi ‘What/If’ tam da bunu sorguluyor. Ulaşmak istediğin nokta için neleri feda edersin? Hedefe varmak için ahlaki değerlerini yok sayar mısın? Hayatın boyunca istediğin fırsat önüne geldiğinde, onu elde etmek için ruhunu yaralayacak ödünler verir misin? Büyük hırsların olmadan huzurlu olmayı mı, yoksa huzursuzluklarla dolu bir başarıyı mı tercih edersin? Geçmişinden kaçabilir misin yoksa er geç seni yakalar mı? Hatalarınla yüzleşmek mi iyidir, onları yok saymak mı? İzlerken her saniye o kadar çok hayatı ve kendinizi sorgulatıyor, o kadar çok soru sormanıza sebep oluyor ve gizem uyandırıyor ki,
10 bölümlük ilk sezonu bitirmeden ekran karşısından kalkamadım! Bu dijital platform dizilerini sezonlar halinde yayınlamaları, insanın uyku düzenini yerle bir ediyor!
Fazla estetiğin hazin sonu!
Renée Zellweger, çok farklı bir rolle karşımıza çıkıyor. İnsanların hayatıyla oynamaktan ve zekice kurgulanmış kötülükler yapmaktan çekinmeyecek kadar ruhunu kaybetmiş, psikopatlık derecesinde insafsız bir kadın olarak... Bu arada sadece ruhunu değil, yüz ifadelerini de kaybetmiş! Mimik yok, surat kıpırdamıyor!
YouTube’daki ‘Kutsal Motor’ kanalında yayınlanan ‘Aşırı Ünlülerle Kısa Görüşmeler’ programından hâlâ haberiniz yoksa, çok şey kaçırıyorsunuz! Yalnız izlemeye başlarken dikkat edin, feci bağımlılık yapıyor! Etrafımız dört koldan içi boş, abuk sabuk, beynimizi saçmalıklarla dolduran programlar ve hangi özelliğiyle popüler olduğunu asla anlayamadığım tiplerle sarılmışken; bu program; moderatörü Zeynep Ocak’ın hayranlık uyandıran sıra dışı performansı ve kendine has içeriğiyle, ilaç gibi geliyor.
Berrak Tüzünataç, Ceren Moray, Sarp Apak, Damla Sönmez, Salih Bademci ve Belçim Bilgin gibi birçok ünlü oyuncuyu konuk eden program; ‘ünlü barometresi’ diye bir bölümle başlıyor, Zeynep’in konuklara sorduğu belirli sorularla ünlülük derecesi belirleniyor. Aslında burada şöhret kavramıyla dalga geçiyorlar. Bir de herkese yöneltilen sabit bir soru seti var. Onun dışındaki her şey doğaçlama ve aşırı eğlenceli! Sürekli gülmekten gözlerimden yaş geliyor izlerken...
Sunumuyla efsane!
Programın bugüne kadar izlediğimiz tüm sohbet programlarından ayrılmasının kaynağı; Zeynep Ocak’ın benzerine hiç rastlamadığımız doğal, rahat, bir arkadaşıyla muhabbet ediyor hissi veren tavrından ve bu enerjinin
Tel Aviv’de gerçekleşen Eurovision finalinden beri dünyaca Madonna’yı konuşuyoruz! “İsrail’i boykot et, törene katılma” diyenleri dinlemedi, son ana kadar renk de vermedi, meğer cevabını sahneye saklıyormuş. Milyonlarca kişinin izlediği canlı yayında, sırtlarında İsrail ve Filistin bayrakları eşliğinde, birbirlerine sarılarak ortaya çıkan iki dansçısıyla yaptığı barış çağrısı, dünyayı salladı. Sadece bayraklar da değil, şarkı sözleri ve şovundan baştan sona mesaj fışkırdı!
Eurovision’un; “Vay efendim provada böyle bir şey yoktu, bu yarışmanın siyasi etkinlik olmadığı Madonna’ya bildirilmişti” açıklaması komik! İnandıkları uğruna her daim başkaldıran tavrıyla ve tepkisini “Kim ne der?”i zerre umursamadan, göstermesiyle ezberlediğimiz Madonna da sizi dinleyecekti, oldu! İstediğiniz kadar; “Siyasete bulaşma, mesaj verme” uyarısı yapın, onu oraya çağırdıysanız, her türlü protestosunu, eylemini göze aldınız demektir. Asıl hiçbir şey yapmasa şaşırırdık, bence sahnesinde şoke edici tek detay, detone olup durmasıydı!
Apolitik duramaz!
Zaten Amerikalı sanatçılar, siyasi görüşlerini açıklamaya, yanlış bulduklarını protesto etmeye alışkın olduğu için bu konularda kendilerini çok özgür
Kim Kardashian’ın MET Gala’daki ıslak görünümlü efsane elbisesinin içine giydiği korseyle nefes dahi alamadığı, Selena Gomez’in Cannes Film Festivali’ne giderken, arabanın içinde makyajı bozulmasın diye suratını, kıyafeti buruşmasın diye vücudunu hareket ettiremediği videoları gördükçe, vallahi onların yerine ben darlandım! Bakarken; “Giyin, süslen, poz ver, gez, oh ne güzel!” diyoruz da, kusursuz görünebilmek için kendilerine resmen işkence ediyorlar! Gerçi Gomez’in Cannes’da verdiği tek bir “İşte budur!” dedirten görünümü de yok, onunki boşa kürek çekmek. Daha rahat seçimler yaparak kırmızı halılarda rüzgar gibi eserken, nefesini de huzurla alabilenler de var halbuki! Cannes’da, ‘Rocketman’ prömiyerinde Bella Hadid’in Dior, Izabel Goulart’ın Zuhair Murad imzalı kıyafetleri harikaydı.
Dilan da dikkat çekti!
Meryem Uzerli’nin festivalin ilk gününde giydiği çok eleştiri alan tuvaleti; kalçasını olduğu gibi gözler önüne sermese, bana hoş gelebilirdi. Mesela Hadid’in Dior elbisesi de transparan ama hatları hayal meyal görünüyordu, gözümüze sokmamış. Prömiyerde giydiği kırmızı tuvaletindeyse, Uzerli’nin bu kez göğüsleri ön plandaydı. Altı ayrı, üstü ayrı zamanda açarak; ‘aynı anda
Instagram’da Selin Ciğerci’nin terlikli bir fotoğrafının altına, “Ayakların toynak gibi” yazmış biri. Çok sinirleniyorum ya, bu nasıl bir şuursuzluktur! Pınar Altuğ’a yapılan yorumlara ne demeli; binbir türlü sonu gelmeyen hadsizlik... Sadece onlara değil, sayısız ünlüye yapılıyor ve moda oldu! Dikkatimi en çok çeken üzücü nokta ise, bunu genelde kadının kadına yapıyor olması, yazık! Millet kötülük, kıskançlık ve nefret kusma konusunda iyice çığrından çıktı.
İnsanların sırf ünlü oldukları için fiziksel özellikleriyle ilgili hakarete maruz kalması ne üzücü, kendinizi yerlerine bir koysanıza... Allah vergisi ve değiştirilemeyecek özelliklerle dalga geçmek, şuursuzluktan öte bir de günah! Ama belli ki saygı zaten olmadığı gibi, Allah korkusu da kalmamış bazılarında... Sanki kendileri kusursuzluktan yıkılıyor da, başkalarına kusur buluyor. Fiziksel güzellikten öte ruh güzelliği diliyorum herkese, asıl problem içi çürümüş olanlarda!
YAZ MEKANIM BELLİ OLDU
Tam da aradığım bütün özelliklere sahip olan yepyeni bir mekan açıldı Etiler’in göbeğinde; Rustyfork... Tuğla kaplı villadan içeri adım attığınız anda havanız değişiyor. Dekorasyonu özenle hazırlanmış, özgün ve her detayıyla
Adaletin yerini bulduğunu görmek ne büyük bir “Oh!” çektiriyor insana... Tanem Sivar-Edhem Dirvana çiftinin iki köpeğini; başka bir deyişle hayatlarını paylaştıkları iki masum evladını katleden komşuları Kaan Ünveren hakkında, mahkemeden hepimizin içine su serpen bir karar çıktı. Köpekleri öldürmekle de kalmayan saldırganın, cinsel organını gösterdiği, aileye tehditler savurarak, havaya tüfekle ateş açtığı video görüntüleri hâlâ gözümün önünden gitmiyor, tüyler ürpertici... Bu ruh haline sahip birinin daha ne tür kötülükler yapabileceğini, çevresindeki hayvan-insan fark etmez tüm canlılara ne zararlar verebileceğini düşünmek bile, insanı darmadağın ediyor.
Dirvana çiftinin uğurlarında adalet mücadelesini hiç bırakmadığı iki köpekleri Django ve Pamuk, geri gelmeyecekler ne yazık ki, ama onların yaşadıkları vahşet; bundan sonra hayvanların yaşam hakkına saygısı olmayan potansiyel suçluların gözünü korkutmak açısından umut verici bir noktaya gelinmesine vesile oldu. Dirvana Ailesi’nin iki değerli ferdini, kötülere karşı kazanılan bu zaferle hatırlayacağız artık. Sanık, içinde hayvanları öldürmenin de bulunduğu farklı suçlardan 1 yıl 7 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı.