Kaz Dağları’nın tarihi ve doğal güzelliğinin içinde konumlanan, masal gibi atmosferiyle kendine aşık eden butik otel Adatepe İda Blue’da geçen günlerimden ve geleneksel Toskana mutfağının dünyaca ünlü şefi, İtalya’nın en elit isimlerini ağırlayan Osteria A’Pagliai’nin sahibi Tomasso Salvatori’nin otele özel hazırladığı Toskana-Adatepe eşleşmeli menüden, önceki yazımda bahsettim. Ama çok şanslı bir grup
olarak yaşadığımız bu büyülü deneyimi, tek yazıya sığdıramadım!
Kendimi evimden bile rahat hissettiğim, ayrılırken arkamızdan sular dökülerek uğurlandığımız, zengin kahvaltıları ve yemekleriyle, içten misafirperverliğiyle mest olduğumuz, her köşesinde huzur bulduğumuz İda Blue’nun sahibi Varol Civil; “Adatepe gibi saklı cennetlerimiz varken sadece deniz turizmi öne çıkıyor. Burası örnek olsun istedim; gastronomi, sanat ve sağlık aktiviteleriyle köyümüze dikkat çekmeye devam edeceğiz” diyor. Nisan sonuna kadar otel misafirlerine sunulacak olan (Ben döndüm ya, gidecek olanları kıskanıyorum!); başarılı İtalyan şefin lezzetli ötesi menüsüne gelirsek...
Büyüleyici yemekler
Karides ve trüf mantarlı nohut ezmesi, Kaz Dağları kekikli Nonna Maria patates köftesi, kuşkonmaz yatağında
Taş duvarın içine gömülü mavi çerçeveli penceremden dışarı bakıyorum; yemyeşil ağaçlara, yeni açan rengarenk çiçeklere, bu muazzamlığın arasında saklanmış taş evlere… Kuş cıvıltılarından başka hiç ses yok… Öyle bir huzur ve keyif ki; az sonra edebiyatçı kesilebilirim, tarzım olmayan tasvirlere falan başladım, oksijen çarpmasının da etkisi olabilir! Çünkü Alpler’le birlikte dünyanın en bol oksijenli bölgesi olan Kaz Dağları’nın eteklerinde, gerçek dünyada değilmişim gibi hissettiğim Adatepe Köyü’ndeyim.
Yerleşimin Antik Çağ’larda başladığı, Türkler’inse ilk olarak Selçuklu döneminde yaşamaya başladığı Adatepe, sahip olduğu tarihi zenginliklerle kültür mirası olarak koruma altında… Aslına uygun restorasyonlar dışında hiçbir yeni yapıya izin verilmediği için her adımınızı tarihin derinliklerine atıyorsunuz.
Kendinizi tarihi bir film platosunda gibi hissettiğiniz, anlatılmaz yaşanır cinsten bir deneyim…
Etrafta gezilecek ve keşfedilecek birçok yer, Zeus Altarı’nda gün doğumunu izlemekten ot ve mantar toplama turlarına, orman terapisinden Taş Mektep seminerlerine katılmaya kadar yapılacak bir sürü aktivite var. Köyün 1939-1945 yılları arasında inşa edilen taş mektebinin tarih
Nisan aylarını çok severim, yaz iyice yaklaşır, etraf yeşillenir, çiçeklenir, güneş ısıtır, yani yaz coşkusu başlar inceden! Buna keyifli konser ve etkinlikler de eklenince, değmeyin keyfime!
EROL EVGİN 50’NCİ YILINI KUTLUYOR
Geçtiğimiz gün Milliyet Cadde’de haberi çıktı ama yazmaya doyulmaz bir konu olduğu için bir kez daha not düşmek istiyorum. Nesilden nesile dillere pelesenk olan şarkılarıyla, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en efsane sanatçılarından Erol Evgin, muhteşem bir konserle 50’nci sanat yılını kutlayacak bu ay. Onu sahnede defalarca izledim bugüne kadar, her seferinde daha da çok hayran oldum; şarkılarına ve sanatına ayrı, hiç değişmeyen asil, mütevazı ve kimselere benzemeyen duruşuna ayrı, yıllar geçerken onun hep aynı kalışına ayrı... Bir düşünün, Erol Evgin şarkılarının hayatımızda ne kadar büyük yeri var... 10 Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde gerçekleşecek ‘50. Yıl’ konserine gideceğim için çok şanslı hissediyorum kendimi, Türk popunun tarihi gecelerinden olacak...
DÖVME TUTKUNLARI GRAND PERA’YA
Yıllar önce ilk dövmemi yaptırmadan önce söylemişlerdi, “İyi düşün, bir kez başladın mı sonu gelmez” diye! Vallahi zerre ciddiye almamıştım, irade diye
Türkiye sınırları içindeyken de giderek saçma bir hal alan magazin ve sosyal medya gündemini şaşkınlıkla izliyorum ama dışarıdan bakınca, daha da şoka giriyor insan! Birkaç haftadır Amerika’da yaşayan kardeşimin yanındaydım; uzaktayken memlekette milletin birbirini yemesini, incir çekirdeğini doldurmayacak şeylerden büyük kavgalar çıkmasını, insanların kişisel tercihleri sebebiyle başkalarını linç etmesini, kendi geçmişine bakmadan millete ahlak dersi verenleri falan gördükçe, “Oynatmaya az kaldı, doktorum nerdeee?” dememek imkansız!
Çocuğuna “Çanta” demiş! Şeyma Subaşı, “Çocuğum büyüdü, çanta gibi yanımda taşıyamıyorum” nasıl dermiş! Kadın demek istiyor ki; “Küçükken kucağıma alıp istediğim yere götürüyordum, şimdi kendi istekleri var.” Birkaç göze batan isim belirlenmiş sanki, ne yapsalar, ne deseler onlara yükleniliyor. Bunlar hep boşluktan, hep insanların kendi mutsuzluğunun hırsından, yoksa üzerinde durulacak bir laf değil.
Elbisesinde tüy varmış! Kürk giyenlere yerinde bir savaş açan Ömür Gedik, üzerinde deve kuşu tüyleri olan elbise giyince kıyamet koptu. Bilerek giyse tamam ama belli ki tüyleri yapay sanmış. Hayvanseverliğiyle ön plandayken sahtesini de tercih etmese
Birazcık ilkbahar ve tam bir yaz insanı olarak, baharın tatlı zamanlarına geldiğimiz için pek hevesliyim. Güneşli ve cıvıl cıvıl günlerle birlikte enerjim, motivasyonum, hayat aşkım ani bir yükselişe geçiyor. Eğer reenkarnasyon diye bir şey varsa, geçmiş yaşamımda ayı olduğumdan hiç şüphem yok! Kışın resmen uykuya dalıyorum! Nisan ayı her şeye taze bir başlangıç yapmak için harika bir zaman... Mesela...
Mutluluğumuzu başkalarına bağlamamak... Mutluluğumuzu başka birinin ellerine bırakırsak, alıp götürebilir. Bir başkasını hiçbir zaman kendi mutluluk ya da mutsuzluğumuzdan sorumlu tutamayız. Mutluluk kaynağı, yalnızca kendi içimizden gelebilir.
Herkesi olduğu gibi kabul etmek... İnsanları oldukları gibi sevmek ya da sevmemek ama kimseyi değiştirmeye çalışmamak, hayatı epey kolaylaştırıyor. Zira ne yaparsak yapalım, kediyi ata dönüştüremeyiz misal! Var olanı kabul edip etmemekse, bize kalmış.
Dikkatimizi kendimizle olan ilişkimize yoğunlaştırmak... Bir başkasıyla ilişki kurmayı düşünmeden önce, öz sevgimizi artırmalıyız. Böylece dışarıdan gelecek sevgiye ihtiyaç duymayız ve ilişkilerimiz seçime dönüşür. Yalnız olmaktan mutluluk duyar, paylaşmaktan da zevk alırız. Kendimizle olan
Bizim ailenin Amerika ayağında bir kısım New Jersey’de yaşarken, bir diğer bölümümüzse Connecticut’ta ikamet etmekte! Akil Dayı’mla annem, üniversiteyi İngiltere’de birlikte okumuşlar, o gün bugündür kardeş gibiler. Kendisine şayet ‘dayı’ yerine dilimiz sürçüp ‘abi’ diyecek olursak çok bozulur. Dünyanın en tatlı ve eğlenceli dayılarından biridir! Annemle yaşadıkları aşırı komik hikayeleri, Akil Dayı’dan dinlemek en çok güldüğüm şeylerin başında gelir… Onlar nasıl kardeş gibiyse, biz de kızı Birce’yle öyleyiz. Aile olmanın kan bağından son derece bağımsız olduğundan eminim ve biz onlarla gerçek bir aileyiz. Haliyle tatilimin birkaç gününde de Connecticut eyaletinin altını üstüne getirdik.
Alışveriş sevenler Clinton Premium Outlets’te kendini kaybedebilir. Dünyaca ünlü birçok markanın outlet mağazalarındaki indirimli fiyatları görünce “Amerikan rüyası bu olmalı” diyorsunuz! Özellikle Saks Fifth Avenue outletleri, içerdiği onlarca markayla olay! Turistler için otobüs kaldırıyorlar buralara, hafta sonları millet birbirini eziyormuş. Hartford’daki West Farms Mall ise eyaletin en büyük AVM’lerindenmiş. Valla bizde köşe başı AVM olduğu için etkilenmedim!
Sonsuzluğa uzanan casino!
Kum
Vücut detoksları bedenimizi nasıl temizliyor ve arındırıyorsa; zihinsel detoks da içerisi karmakarışık olan kafamızı rahatlatıp, yeniliyor. Ve belki de fiziksel olarak yapılanlarından daha etkili sağlık için... Nice sporuyla, beslenmesiyle vücuduna saat gibi bakan insan görüyoruz ki türlü hastalıklara yakalanıyorlar; çünkü sağlık en çok üzüntü, stres ve mutsuzluk gibi olumsuzlukların fazlalığından etkileniyor. Dikkat edin; kafaya hiçbir şeyi takmayan vurdumduymaz insanlar, uzun ve sağlıklı hayatlar yaşıyor hep.
Zihinsel detoksun uzman tavsiyeleriyle yapılacak yöntemlerinden başka bir yazıda bahsederim ama bence normal hayatımızdan bir süreliğine uzaklaşmak da kafamızı boşaltmak ve deşarj olmak için birebir! Son bir haftadır New Jersey’de yaşayan kardeşim Kuki’nin yanındayım ve kendimi bütün dünyadan soyutlanmış hissediyorum. Geçmişe ve geleceğe dair hiçbir şey düşünmüyor, sadece anımı yaşıyorum ve bunu bir ömür yapmayı başaran insanların, neden çok mutlu olduğunu gayet iyi anlıyorum!
Favori adreslerim
Obezler diyarı Amerika’ya gelip de kendimi restorandan restorana vurmazsam olmaz tabii! Allah’tan Kuki, eli aşırı lezzetli bir aşçı ve evde de harika yemekler yapıyor da, bir
Instagram ve Facebook çökünce, millet öyle bir paniğe ve dehşete kapıldı ki, sanırsınız kıyamet günü gelmiş de onun telaşındalar! Uyuşturucu gibi korkunç bir bağımlılık artık bu, yoksunluğundan krize girdi insanlar… Çoğunluğun tepkisi “Hayat durdu” tarzındaydı; işin aslıysa sanal dünya yüzünden duran ‘gerçek hayat kısa bir süreliğine de olsa yeniden başladı.
Ben sosyal medyanın çöktüğünü fark etmeyip, etraftan duyanlar grubundayım, zaten sadece ‘güne ayak uydurmak için mecburiyetten’ kullanıyorum. Maalesef bu platformlarda varlık göstermek, özellikle de bazı meslek gruplarında önem taşıyor. Çökme haberini alınca ilk tepkim, “Keşke bir daha hiç açılmasalar” oldu, sonra da neler değişirdi diye düşündüm, düşündükçe gerçekleşmiş gibi mutlu oldum!
Herkes kendine bir ‘rüya hayat’ yaratıyor sanal alemde, ‘-mış gibi’ davranıp duruyoruz. Çok mutluymuş gibi, kusursuzmuş gibi, hiç dert tasa yokmuş gibi… Samimiyetsizlik içinde yüzüyoruz yani! Özlemini duyduğumuz samimiyete, özlerimize geri dönerdik.
En güzel anlarımızı; iyi bir fotoğraf karesi yakalayıp veya video çekip Instagram’da paylaşmak uğruna tam anlamıyla hissedememek yerine; dibine kadar yaşardık. Takipçiler için değil; kendi