Aylardır takip ettiğimiz bir süreç tam da tahmin ettiğim ve yeri geldiğinde de belirttiğim gibi ilerliyor. Meclis’te anayasa değişlik paketiyle ilgili oylama referanduma işaret ediyor. Bu güne kadar çok sansasyon, az içerikle ele alınan; şiddet tonu çok yüksek, empati tonu çok düşük bir süreç yaşadık. Ben, televizyon yorumlarında ele alsam da paketin içeriği üzerine detaylı yazmak için bu günü bekledim. Zira artık referanduma gidilip gidilmeyeceğini değil, neyi oylayıp oylamayacağımızı sakince konuşabileceğimizi düşünüyorum. Detaylı bir şekilde incelediğim, güvendiğim hukukçulardan görüş alarak kanaatlerimi oluşturduğum paketle ilgili bence dikkat çekici noktalar şunlar:
Revizyon değil reform
1982 Anayasası şimdiye dek 18 kez değişikliğe uğradı, bu değişikliklerle birlikte 110 anayasa maddesine dokunuldu, 2 madde yürürlükten kaldırıldı. Ancak tüm bunlar mevcut anayasadaki yasama-yürütme-yargı yapısı içinde, yani sistem içinde kalarak yapılan değişikliklerdi. Bu ise farklı. Öngörülen değişiklik bir sistem reformu.
Benim gönlümden geçen yepyeni, liberal bir anayasa yapılmasıydı ancak bu paketi inceledikçe görüyorum ki yeni bir anayasa yapmanın yerini tutmasa da paketin kapsamı
Milli Eğitim Bakanlığı yeni müfredatı tanıtıp, görüş ve öneriler için askıya çıkarınca büyük bir tartışma başladı. Yine her konuda olduğu gibi birkaç slogan ve sembol üzerinden ilerliyor. ‘Müfredattan İnönü çıkıyor’ ve ‘Atatürk’ün yeri kısıtlanıyor’ gibi Kemalist kesimi tahrik edecek, adeta provokatif başlıklar bunlar. Peki ama bu mudur? Bu ülkenin en sorunlu alanıyla ilgili eleştiri düzeyi böyle mi olmalıdır? Milli Eğitim Bakanlığı ne yapmak istiyor? Açıklanan taslaklar yalnızca yukarıdaki birkaç sloganvari tartışmalı noktaya
indirgenebilir mi?
Ben eğitim meselesinin Ak Parti hükümetlerinin en zayıf başlıklarından biri olduğunu düşünüyorum. Milli Eğitim’de geçmişten gelen çok ciddi sıkıntılar var. Her şeyden önce zihniyet yanlışlığı var. İdeolojik saplantılı, dünyayla kucaklaşmaktan uzak, yerel bir kafa hakim bu alana. Bu hep böyle oldu. Son yıllarda sıkıntılar görülüp telafi edilmek için birtakım adımlar atıldı ancak bu defa da çok zikzaklar çizildi. Çok hızlı değişimler yapıldı, ne olduğu anlatılamadı, zaman zaman yeterince üzerine düşünülmedi, geri adım atıldı, kısacası iş iyice karmakarışık oldu. Değişim olmalı elbette ama bu değişimi yapacak kafa ne Kemalist ne
Türkiye’deki onca gürültü içinde gözümüzden kaçtı ancak Avrupa’da alınan bir mahkeme kararı hayati bir tartışmanın kapısını aralayacak mahiyette. İsviçreli bir Türk aile bundan bir süre önce kızlarını inançlarına aykırı olduğu gerekçesiyle karma yüzme derslerine göndermemeleri üzerine para cezasına çarptırıldılar. Onlar da parayı ödemeyi reddederek konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdılar. Geçtiğimiz hafta içinde AİHM kararını verdi: Aileyi haksız, para cezası veren mahkemeyi haklı buldu ve cezayı onadı. Mahkeme, okul müfredatının tam uygulanmasının doğru olduğuna oybirliğiyle karar verdi.
Kararda bir ayrıntı var: Uygulamanın dini özgürlüklere müdahale olduğu AİHM tarafından kabul ediliyor ancak bunun çocukların entegrasyonu için doğru bir müdahale olduğu hükmüne varılıyor.
Bu kararı yorumlamadan önce benzer örneklerin Avrupa’da son yıllarda giderek sıklıkla yaşandığını hatırlatmam gerek. Almanya bu tip sorunların en yoğun yaşandığı ülke. Almanya’da 2013’te Frankfurt’ta bir kız öğrencinin ailesi de yine aynı sebeple dava açmış, davayı federal idari mahkeme geri çevirmişti. Orada kız öğrenci yüzme dersinde erkeklerin az giyindiğini ve bu sebeple aynı ortamda bulunmak
İpek böcekleri gibi bir kozanın içine saklanıp hiç çıkmamak istiyor insan. Öyle puslu, kasvetli, depresif günler ki bu günler... Hayatın kontrolü tamamen elimizden çıktı, freni boşalmış bir kamyonun yokuş aşağı sürüklendiği gibi sürükleniyoruz sanki. Art arda patlayan bombalar, etrafa saçılan bedenler, kan, kurşun, vahşet... Ölüm olağan, yaşam istisna sanki...
Ancak bunca olumsuzluk varken, evet itiraf edelim korkarken -insanız, endişeleniyoruz, korkuyoruz, bunda saklayacak, gizleyecek bir şey yok- inanmaktan vazgeçmemek gerek. Bu ülkeye, bu insanlara ve her şeyin yeniden çok daha iyi olacağına...
Ben eskiden böyle değildim. Ela ve Yasemin’den önce korkmazdım. Şimdi dönüp geriye bakıyorum da- ne gözü karaymışım, Beyrut’ta tepemde İsrail uçakları uçarken Dahia’ya girmiş, Irak savaşı sürerken Saddam’ın cipleriyle Erbil’de dolaşmıştım. Meğer ne çok endişelendirmişim annemi ve babamı...
Ama bu insani, hem annelikten, hem olgunlaşmaktan hem de uzakta değil, yaşananların vatanımızda olmasından kaynaklanan duyguları reddetmeden umuda ve inanca tutunuyorum. Üstelik şimdi bu karanlıkların üzerini bembeyaz bir şekilde örten bir kar fırtınasının ortasındayız. Kozamızı bulduk yani. Hadi
Hiçbirimizde iyi bir başlangıç yapmaya takat bırakmadılar maalesef. Yeni yılın daha birinci saatinde İstanbul’un kalbindeki korkunç saldırı umutlu yazılarımızı, yılbaşı heyecanını, moralimizi, yaşam enerjimizi sildi süpürdü. İnsan lanet ediyor ama yaşamaya da devam etmek gerek...
Ortaköy saldırısını DAEŞ’in diğer saldırılarından ayıran temel bir fark var: Örgüt bu kez saldırıyı üstlendi. Halbuki şimdiye kadar kasımda Diyarbakır Bağlar’daki Emniyet’e yönelik arabalı saldırı hariç Türkiye’deki saldırılarını üstlenmiyordu ve bu tavır bir istisna idi. Esasen, örgütün lideri Ebu Bekir el Bağdadi kasımda bir konuşma yapmış ve Türkiye’nin Suriye savaşına müdahil olması nedeniyle takipçilerine ‘Türkiye’ye saldırın’ mesajı vermiş, Diyarbakır saldırısını örgütün üstlenmesi de bu mesajın verildiği konuşmadan sadece birkaç saat sonra gerçekleşmişti.
DAEŞ 2016’da Suriye ve Irak’taki saldırıları saymazsak 42 ayrı noktadaki saldırılarını üstlendi. Sondan başlarsak; Almanya’da bizde Rus Büyükelçi’ye suikastın düzenlendiği saatlerde bir noel pazarına kamyonla saldırı yapıldı, ertesi gün DAEŞ üstlendi. Yılın son haftası Ürdün’de 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir saldırı gerçekleşti, örgüt yine
Geçen yıl biterken, koskoca bir kar fırtınasının ortasındaydı İstanbul. Gökten gelen beyaz tanecikler hiç bitmiyor, her yer kalın bir örtünün altında adeta yaklaşan yıldan saklanmaya çalışıyordu. Şimdi dönüp bakıyorum da... Benim hikâyemde de çok sıkıntılı başlamıştı 2016. Ağır, zor bir yıl oldu . ‘Nasıl başlarsa öyle biter’ sözünü kanıtlamak istercesine...
Geçtiğimiz yıl tam bu gün (31 Aralık) Cumhurbaşkanımız ile birlikte Suudi Arabistan seyahatinden dönmüştük. Hayatımdaki en ilginç, manevi olarak en yoğun seyahatimdi. Seyahate Umre sürprizi eklenmiş, üstelik Kabe, Cumhurbaşkanı için özel olarak açılmıştı. İlk kez ayak bastığım kutsal topraklarda çok az kişiye nasip olanı yaşadım. Kabe’nin içinde ellerimi göğe kaldırdım. Babamı kaybettiğim günden 5 yıl sonra Allah’ın Evi’nde ona dua ettim.
Aynı seyahatte Hasan Karakaya’yı kaybettik. Bir saat önce birlikte Mescid-i Nebevi’ye girdiğimiz arkadaşımız bir saat sonra hiç beklenmedik bir şekilde uçup gitti. Hayat ve ölümün bu kadar iç içe olduğunu ilk kez orada, Allah’a bu kadar yakın bir noktada hissettim.
Sonra... O cenazenin ve bir gün önceki Kabe ziyaretinin yoğunluğu ile diğerlerine hiç benzemeyen bir uçak seyahati
12 Ocak Sultanahmet canlı bomba saldırısı:
14 Alman kayıp, 13 yaralı
13 Ocak Diyarbakır İlçe Emniyet’e bomba yüklü araç ve uzun namlulu tüfekle saldırı:
5 şehit, 39 yaralı
17 Şubat Ankara Genelkurmay, TBMM ve kuvvet komutanlıklarının yakınında bomba yüklü araçla patlama:
28 şehit, 61 yaralı
13 Mart Ankara’da bomba yüklü araç patlatıldı: 34 şehit, 125 yaralı
19 Mart Taksim İstiklal Beyoğlu Kaymakamlığı önünde intihar saldırısı: 5 şehit,
Mevlüt Mert Altıntaş 12 Haziran 2014 İzmir Polis Meslek Yüksek Okulu mezunu. Mezuniyet yıllığındaki sayfasına ulaştım. Ve orada çok ilginç bir manzarayla karşılaştım. Yıllıkta arkadaşlar birbirleri hakkında yazı yazarlar malum. Nitekim Altıntaş’ın hemen altında başka bir isim var, Eray Geç. Arkadaşları onunla ilgili kanaatlerini yazmışlar.
Ancak Mevlüt Mert Altıntaş’ın fotoğrafının yanındaki alan neredeyse bomboş. Memleketi ve doğum tarihi girilmiş. Hiçbir arkadaş yazısı yok, yalnızca tek bir cümle var, kendisinin yazdığı: Allah hepimizin yardımcısı olsun…
Suikast ABD’ye mesaj mı?
Üzerinden neredeyse bir hafta geçti ama Rus Büyükelçi Karlov’a düzenlenen suikastla ilgili çok önemli gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Bir yandan Putin Rus uçağını FETÖ’nün düşürdüğüne böylece ikna olduğunu söylüyor, öte yandan ABD, Türkiye-Rusya ilişkilerinin ilerlemesinden duyduğu kaygıyı farklı mecralar üzerinden iletmeye çalışıyor.
Rus Büyükelçi Karlov’u öldüren suikastçı Mevlüt Mert Altıntaş’ın FETÖ bağlantıları ortaya çıktı. Oklar çok kuvvetli bir şekilde cinayetle FETÖ arasında bir bağlantı ortaya koyuyor. Teyit ettirdiğim bilgiler şöyle: Devamlı bağlantıda oldukları arasında 6’sı kırmızı,