Türkiye'ye ne futbolcular geldi-gitti. Kariyer konusunda Mesut Özil ile boy ölçüşebilecek, yarışabilecek bazı isimlerin varlığını kabul etmek gerek. Bir Schumacher'i, Mario Gomez'i, Roberto Carlos'u, Hagi'yi, Ortega'yı, Guti'yi, Quaresma'yı, Jay Jay Okocha'yı, Robin van Persie'yi, Anelka’yı ve diğerlerini yok sayamazsınız.
Lütfen bunu ırkçılık gibi görmeyin, ancak, hiçbiri bizden değildi. Her ne kadar milli (!) ve de yerli (!) olmasa da, Mesut Özil bizimdi. Ona yapılan siyasi infaz, Uygur Türklerine verdiği destek ve Almanya'da büyümesine rağmen özbenliğini kaybetmemesi, Mesut'u Türk insanına daha da yakınlaştırdı.
Onun, Alman Milli Takımı'nda oynaması, hiç mi hiç önemli değildi. Ama ona yapılanlar, çok, ama çok önemliydi. Bir kalemde milli formasını çıkarıp astı. Ay-yıldızlı forma ile olmasa bile, diğer yanlarıyla Türkiye'nin gururu oldu.
Tıpkı, Almanya'da koronavirüs aşısını bulan Uğur Şahin ve Özlem Türeci çifti gibi... Neden? Şahin’in BBC'ye verdiği cevap yüzünden... O da aşıyı bulduktan sonra eşiyle
Nurtopu gibi bir Oğulcan Çağlayan kaosumuz oldu. Başrolde; "Çaykur Rizespor ile Oğulcan var" diyeceğim ama Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz, çoktan rol çaldı bile! Karar ayın 7'sinde açıklandı, 7 günlük Tahkim'e başvuru süreci daha dolmadı bile... Ne var ki, Başkan Koç, "Bakalım ne zaman bu davayı görecekler?" telaşında...
Diğer yandan Mustafa Cengiz, Uyuşmazlık Ceza Kurulu'nun sportif ceza veremeyeceğini anlatmakta... Bunu ona söyleyen, acaba hangi kafa? Bakınız, Profesyonel Futbolcuların Statüsü ve Talimatı'na, 30. maddenin 7. fıkrası, "Sportif cezalar ancak talep üzerine münhasıran Uyuşmazlık Çözüm Kurulu tarafından verilebilir" diyor.
Ama, burada amaç, Türk futbolunda adaletin yerine gelmesi ve en iyi kararın verilmesi değil ki... Koç'un iç sesi, "Şimdiden elimizi sıkı tutalım da, Tahkim'i abluka altına alalım. Karar ne kadar çabuk verilirse, Galatasaray'ın iki ayağı bir pabuca girer. Belli mi olur, ödeyemezse transfer tahtası kapanır. Sonradan açılır belki, ama rakip krizle uğraşır"
Ligde kilometreler ilerledikçe, farklı sonuçlar arka arkaya gelmeye başladı. Sadece bir yenilgisi bulunan Gaziantep, büyük takımlarla boy ölçüşür hale geldi. Tek yenilgisini aldığı Galatasaray ardında kalırken, eleştirilen, "Bu sezonu da gitti" denen Fenerbahçe, ikinci sırada yer edindi. Hele Beşiktaş için liderlik bir mucize gibiydi.
Bunları neden yazdım? Sergen Yalçın ve Sumudica için methiyeler düzülürken, Erol Bulut için birçok kişinin kafasındaki soru işaretleri herhalde hala kalkmadı. Cem Dizdar, TRT'de program yaparken, Celal Umut Eren'in Galatasaray derbisinden sonra yaptığı haberi eleştirmiş, "Hangi teknik adam, futbolcularına, 'topu rakibe verin' der" diyerek haberin güvenilirliğini sorgulamıştı. Ancak Bulut, Aytemiz Alanya karşılaşması sonrasında böyle yaptığını söylemez mi, "Rakibe top verip, pas yollarını kapattık" demesin mi? Haydaa... Demek ki Eren'in haberi doğruymuş.
Neyse; konumuz o değil zaten... Bulut'un yaptığı hareketin doğruluğu, Alanya'nın hocası Çağdaş Atan'ın eleştirisi: "5 büyük lige bakın, topu rakibe vererek şampiyon olan
Protokol mü, yoksa şeref tribünü mü demek gerek, zaman zaman tartışılır. Yurt dışında, bu işlevdeki tribünlerin, "Honour (Onur)" diye isimlendirildiğine göre, "şeref tribünü" demek daha sıcak olsa gerek...
Galatasaray-Antalya maçında, işte bu tribünde, ilginç bir olay yaşandı. Cim-Bom'un bu tribüne layık görülen bir yöneticisi, Türkiye Futbol Federasyonu'nun "hatırını sordu!" Bu kadar sessizlik içinde çın çın çınlayan bu bağırış, Başkan Mustafa Cengiz'in yanında oturan iki TFF yöneticisini rahatsız etti. Bunlardan İsmail Erdem, yapılan hadsizliğe isyan etti, TFF Başkan vekili Ali Düşmez ise, daha aklıselim hareket etti, yılların verdiği tecrübeyle, karşılaşmanın bitimini bekledi. Neden? Belki de yüzleşmek için... Belki de, "Gel de yüzüme söyle" diyebilme adına...
Küfrün sahibi olan Galatasaraylı yönetici Mahmut Recevik, bir gün sonra özür diledi ama... Aması, "Şeref" tribününe girmeye layık bir kişi, nerede olursa olsun, iki düşünüp bir konuşacak, nerede olduğunun bilincinde
Ligin en geniş rotasyon imkânına sahip iki ekibin de eksikleri fazlaydı. Ama bunların hiç biri, iki ekibin de takım kurgusunu bozmazken, aksine yedek kulübelerinde oturanlar da esaslıydı. Böyle olunca da gözler, oynayanlarla birlikte oynamayanların da neden kenarda olduğuna takıldı.
Antrenmanları yaptıran teknik adamlar, elbette en iyi 11’lerini sahaya çıkaracaktı. Üstelik hafta içinde bir tur daha yapacakları için, iki karşılaşmayı birden düşünmeleri zorunluydu.
Son haftalarda eleştiri alan ve elindeki liderliği kaptıran bir takım olarak sahaya çıkan Aytemiz Alanyaspor için o maç, bu maçtı! Futbolun ‘sempatik’ takımının; beğenilen, hoş görülen özelliklerinin yeniden ortaya çıkmasının tam zamanıydı.
Nitekim turunculardan yeşilli olanı; isabetli paslarla, hızıyla, lacivertli olanın savunma zaaflarını çok iyi kullanmayı bildi. Skrtel’in olduğu dönemde de aksayan defans kurgusu, onun yokluğunda daha da kayboldu.
Babacar’ın sakatlığı belli ki Adam Bareiro’nun özgüvenini daha da yükseltmiş. Attığı röveşata
Garip bir oyun, şu futbol... Hele, bu Türkiye'de ise, daha da garip... Üstelik, bizde, artık bu oyun, sadece saha içinde de oynanmıyor!
"Sahanın hakimi hakemdir" ilkesi, yavaş yavaş tozlu raflarda kalmaya başladı. Çünkü herkes hakem! Sivasspor'un Kaptanı Hakan Aslan bile, devre arasında, Arda Kardeşler'e işini öğretmeye kalkmıyor mu? Hem de akıllı telefon üzerinden... Biraz telefonu kadar kendi akıllı olabilseydi, takımını 10 kişi bırakmazdı.
Ama, o da haklı! Hakemin ne itibarı kaldı, ne gururu... Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu ve Tahkim Kurulu marifetiyle, hakemlerin karizması iyice sıfırlandı. Zaten, VAR ile birlikte foyalar da ortaya çıktı (!), kenar yönetimlerin "hakaret"leri bile yutulmak zorunda kalındı, sonunda çıkardıkları kartlar bile iptal oldu! Başakşehirli Rafael'in ikinci sarısı ve bundan kaynaklanan kırmızısı rafa kaldırıldı ya, son nokta da bu oldu. Doğrusu bilmiyorum, sadece merak ediyorum! PFDK bu kararı verirken, hakem raporunun neresine baktı? Başakşehir, verdiği savunmanın neresinde haklı?
Yeter! Futbolun yakasını bırakın! Bırakın ki sadece sahada kalsın.
İtiraf gibi!
PFDK'nın, Rafael'i oynatma
Uzun bir süre sonra, belki de ilk kez; bir hakemin yanlışları, futbol kamuoyunun tamamını bir araya getirdi. Yaptıkları ve yapmadıkları konusunda herkes yazdı, çizdi. Fenerbahçe-Medipol Başakşehir maçının hakemi Bahattin Şimşek'in yaşattıkları, babası, eski hakem Selami Şimşek'in torpiline kadar uzandı.
Olay, doğru ya da yanlışlar değil, alınan pozisyonlar bence...
Burada en haklı taraf olan Başakşehir'in çığlığı duyulmadı bile! Sosyal medya üzerinden, Fenerbahçe-Galatasaray derbisi yaşandı! Cim-Bom'un "Kara gece" diye başlatıp, Fenerbahçe'nin devam ettirdiği çocukça sataşmalar... Tencere dibin kara, seninki benden kara misali...
Galatasaray; Yeni Malatya, Çaykur Rize, Denizli veya herhangi bir takım aleyhine yapılan hataları neden görmüyor da, Başakşehir'in avukatlığına soyunuyor. Çünkü, Fenerbahçe'nin o haftaki rakibiydi! Çünkü, aynı puandalar. Çünkü, ezeli rakipler. Çünkü, çünkü, çünkü...
Biliyorlar ki Türkiye'de, adaletin gücü değil, güçlünün adaleti
Türkiye Futbol Federasyonu Disiplin Müfettişliği, Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim'i, tam üç ihlalden Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'na sevk etti.
Şimdi Terim değil, Tahkim Kurulu düşünsün!
Ligin 5. haftasında, Gaziantep Teknik Direktörü Marius Sumudica'nın "tedbire uymama" cezasını, alt limit olan 4'ten 2'ye indiren, bunu da, "ihlalin gerektiği koşullar ve olayın oluş şekli" diyerek, geçiştiren Tahkim ile geçen hafta Alanya Antrenörü Çağdaş Atan'ın, hakaret cezasını, yine alt sınır olan iki maçtan bire indiren ve bunu da, "Olayın oluş şekli dikkate alındığında" diyerek savunan kurul aynı...
Merak ettiğimiz; dün Sumudica'nın indirimini birçok kişi görmediği, Çağdaş Atan'a yapılanı çoğunun duymadığı bir ortamda; bugün Fatih Terim'e nasıl bir ceza vereceksiniz? Daha doğrusu PFDK verecek, ama siz ne yapacaksınız?
Ya hakeminize, "Terbiyesiz, ahlaksız" diyen bir hocanın karşısında su içeceksiniz, ya da bugüne kadar yaptıklarınızı inkar edip, 'pardon' diyeceksiniz.
Burada ne Terim'i yargılıyoruz, ne de yargının işine karışıyoruz.