Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Gaziantep’ten üç puanla dönmeyi bekleyen lider, 5 golle evine geldi.
Goiano’su sağ beke, Uğur’u sol beke dönen Sivasspor, ideal savunmasıyla 5 yedi! Gaziantep FK attı desek daha mı doğru acaba?
Lider için Çaykur Rizespor karşısında “eksik” demiştik, halt etmişiz! Keşke o takım sahada olsaydı! Bir Maxim, Sivasspor’a yetti de arttı...
Ne Mert Hakan ayaktaydı ne de tek golün sahibi Hakan Arslan... “Maşallah” dediğimiz Fatih Aksoy, bizi tekzip etti. “Kedi kaleci” diye söylenen Samarra, Sivas’ı iki haftada yerle bir etti. Bulunan pozisyonları da hepsi birden iç etti! Emre Kılınç da kendisi hakkındaki tüm iyi düşüncelere bu maçlık bir çarpı çekti.
Keseden yeme konusunda Başakşehir hiç olmazsa son haftalara kadar idareciydi, Yiğido’ya sanki ligin ilk yarısı yetti. Ruhu vardı kayboldu, takım vardı yok oldu.
Gaziantep kalecisi Günay, 6 kritik kurtarışla kariyer rekoruna imza attı. Ama ev sahibinde kahraman, Alexandru Maxim idi. Herhangi bir tartışma olmaması için Rumen
Doğruya doğru; lider Sivasspor istediği kadar “sistem takımı” iddiasında bulunsun, sistemin dişlileri eksik olduğunda çalışmasında tutukluk olduğu bir kesin... Bu beraberliği onların yokluğuna bağlayamayız belki ama onların varlığı sahadan üç puanı çıkarabilirdi.
Rıza Çalımbay, Çaykur Rizespor karşısında olası bir erken golün kendilerini rahatlatacağı düşüncesiyle özellikle ilk 20 dakika içerisinde Sivasspor’u rakip yarı sahaya yıktı. Buna karşın konuk ekip de bunu kabul eder tarzdaydı. Hem de nasıl... “Etten duvar” demek ne kelime... Zırh gibiydiler.
Sivasspor kalecisi Samassa’nın eline 10. dakikada top değdi. Anlayın işte... Ev sahibinin 45 dakika boyunca oyunu yarı sahada karşılaması, buna karşın Çaykur Rize’nin topa ulaştığı anda hızlı hücuma kalkamaması, Karadeniz ekibinde pozisyon fakirliğini de beraberinde getirdi.
Kone’nin direkten dönen şutu dışında yürekleri hoplatan pozisyon pek olmazken, Demir Grup Sivas’ın amansız presi bir türlü karşılık bulmadı.
İkinci yarı ise çok farklı bir oyun oldu. Bu sezon ilk kez
3 Temmuz sürecinde en iyi hukukçular(!) spor servisinden çıktı, kulüplerin harcama limitleri ortaya çıktıktan sonra şimdi de herkes, yani spor servisi çalışanları muhasebe dersi almaya başladı!
Hele Fenerbahçe'nin rakamları sonrasında herkesin elinde hesap makinesi racon kesiyor. "Hayır efendim! 19 milyon lira çıkmıyor. Kalem oyunu var!", "Eeee, bunların zaten 40 milyon lira açığı vardı, 16 çıkarsa 24 olur" diyenler... Bazıları da twitter üzerinden piyasaya ayar vermeye başladı.
Bize de bu rakamların sağlamasını yapmak kaldı! Fenerbahçe'nin hesabına başlamadan önce, sarı-lacivertlilerin bildirdiği harcamanın ne olduğunu öğrenmek lazım... Bunu da şöyle hesaplayabiliriz;
31 Aralık'ta açıklanan 224 milyon 731 bin 66 lira, yüzde 30 sapmayla ne oldu? 292 milyon 150 bin 385 TL...
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, bu rakam sonrasında "82 milyon lira açığımız var" demedi mi? Koy bunu onun üzerine; demek ki sarı-lacivertlilerin yıllık harcaması 374 milyon lira...
Bir kere Tahkim'e gidip reddedilen, bunun üzerine Kulüp Lisans Kurulu'na itiraz eden ve
Almanya Ligi lideri Borussia Mönchengladbach, İtalya Seri A’nın dişli takımı Roma, Avusturya’da üst sıralarda bulunan Wolfsberger ile eşleşen Başakşehir’in aldığı bu puanlara tek kelimeyle “Helal olsun” denir.
Aldığı bu galibiyetle turu geçmesine, bin kere “Helal olsun” denir.
Avrupa’da üç büyüklerle birlikte yola çıkan Başakşehir’in aldığı bu sonuçlara on bin kere “Helal olsun” denir.
***
Okan Buruk, meslektaşı Borussia Mönchengladbach Teknik Direktörü Marco Rose’nun “Tam kadroyuz” sözünü kıskandığını söylemişti.
Kıskanılması gereken sadece tam kadro olmaları mıydı?
O tribünlerdeki 54 bin kişi kıskanılmaz mıydı? En baba maçını 3-5 bin kişiye oynayan, taşıma taraftarla güç bulmaya çalışan bir Başakşehir, kentin dörtte birini tribüne çeken bir takımı kıskanmaz mıydı?
Önce şu gerçeği kabul etmemiz gerekir; Wolfsberger bugün Türkiye Süper Ligi’nde yer alsa, aynı Avusturya’da olduğu gibi ilk üç içerisinde yer alır. Takım disiplini, saha içi kurgusu, oyun becerisi ve pres üstünlüğüyle maalesef birçok takımımızdan daha iyi seviyede...
Ancak Başakşehir artık kabuğunu kırdı. Borussia Mönchengladbach maçındaki mücadelenin bir benzerini de dün yaşadı, seyredenlere yaşattı. Hele ki Azubuike’nin girişi takımın ofansif dinamiklerini bir tık daha ileriye taşıdı.
Mert yine kendinden emin, özellikle ilk yarıdaki kurtarışlarıyla güven verdi. Caicara ve Clichy, eski günlerine dönerek hem ileri çıkışlarda hem de savunmada kusursuz bir tutum sergiledi. Ponck ve Skrtel de defansta rakiplerine karşı iyi direnç gösterdi.
Top İrfan Can’ın ayağına o kadar yakışıyor ki, öylesine yetenekli ki, attığı golün çok daha fazlasını, güzellerini izlettirmeli bize... O denli yetenekli, o denli kaliteli... Ama bunu çoğu maçta saklıyor!
Forvet hattında Gulbrandsen vasatın ötesine
Değişimler, dönüşümler şüphesiz sancılı oluyor. Yıllardır İstanbul Başakşehir’e damgasını vuran Abdullah Avcı’nın yerine gelen Okan Buruk, kendi sistemini ancak oturtabildi.
Birçok ünlü teknik adamın tedrisinden geçen Buruk, şüphesiz en çok gördüğünü yapıyor. Ofansif bir takımla zaman zaman risk alıyor, ama sürekli gol arıyor. Nitekim ilk yarı boyunca pozisyon da buldu, pozisyon da verdi. İlk 45 dakikanın değerlendirmesi yapıldığında, Başakşehir’in Aleksic, Visca ve İrfan ile yakaladığı üç önemli şansını görmek gerek... Ve bir de Mert Günok’un başarısını...
Savunmada Skrtel ile Ponck ikilisi birbirlerine uyum konusunda ısınma turunda... Epureanu henüz üç günde bir maç oynamaya hazır olmayınca bu tür rotasyon da kaçınılmaz olacak. Geçmiş dönemin iki lokomotifinden Clichy değil ama Caicara oldukça gözle görünür bir şekilde oyundaydı. Bunda daha çok sağ kulvarı kullanma isteği rol oynadı.
İkinci 45 dakika mı? Takımlar birbirlerini yoklarken yine Edin Visca çıktı
Medipol Başakşehir’in Şampiyonlar Ligi’ne gidebilmesi için kazanma zorunluluğu vardı ancak gol yememek, amaca giden yolda önemli olduğu için ister istemez kontrollü oyun daha ağır bastı.
Maçın hemen başlarında her ne kadar Guilherme’nin direkten dönen şutu korkutsa da, şu bir gerçek ki, ilk 45’te turuncu-lacivertliler gole daha yakındı. Crivelli’nin topuk pasıyla yakaladığı fırsat neyse de, Robinho’nun kaçırdığının izahı mümkün değildi.
Zaten ilk yarı boyunca altışar şutu bulunan iki ekipten Başakşehir’in üç isabetinin olup, Olympiakos’un hepsini ıska geçmesi, ekibimizi üstün gösterse de, locada oturan teknik direktör Okan Buruk, takımındaki eksikleri çok iyi bir şekilde görmüştür şüphesiz...
Evet, Edin Visca vazgeçilmez... Evet, o topla buluştuğu anda hep tehlikeli... Ancak rakip bunun bilincinde değil mi? Sol kanadın yeteri şekilde kullanılamaması, hücum zenginliğinin, daha doğrusu skor yoksulluğunun etkenlerinden biriydi.
Caiçara ile Clichy’nin etkin rol üstlenememesi de Başakşehir
Dört maçtan iki puan almanın günahı kime?
Dokuz puan öne geçip, bugün itibariyle liderliği kaybedecek duruma gelmenin vebali kime?
Artık, “Başakşehir her şeye rağmen şampiyon olur” diyebilecek kaç kişi kaldı?
Abdullah Avcı’nın “Cebimiz dolu” dediği andan itibaren her şey gitti, krediler bitti, kimsenin savunamayacağı bir Başakşehir geldi.
Ezberleri bozmak isteyen bir Avcı vardı aslında... Soner Aydoğdu gibi bir yeni kimlik 11’de, geçen haftanın “sıfır”ı Mossoro kenardaydı.
Emre Belözoğlu’nu savunmanın önünde tek oynatmak iyiydi de, o Robinho’nun arkasındaki dörtlünün üretken olamaması neydi?
Topa sahip olan Başakşehir, ama onların oynamasına imkan tanımayan Sivasspor vardı. Verdikleri birkaç pozisyonda da kaleci Tolgahan karşılarındaydı. Artık cümle alemin ezberlediği Edin Visca’dan bir şeyler beklemek güzel de, B planını üretememenin faturasını kime çıkarmalı peki... Bundan sonra Visca’dan daha fazlasını bekleme... Çünkü bundan sonra da aynı şekilde kelepçelenecek, rakipten kurtulmak için çok cebelleşecek.