Türkiye, tüm dünya mültecilerinin ikinci vatanı haline geldi.
Ülkemize akın akın geliyorlar.
Onlarla yaşamayı kanıksadık sanırım.
Mülteciler; eğitimden konaklamaya, sağlıktan hayatını sürdürmesine yetecek harçlığa kadar ne ihtiyacı varsa, devletimiz tarafından karşılanıyor.
Bu hizmetlerin Türkiye’ye maliyeti 30 milyar lirayı geçmiş.
Peki, sorun neydi de Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ile işbirliği yaparak farkındalık semineri düzenledi?
Medya ve Türk vatandaşları, sığınmacılara karşı negatif bakış açısıyla bakıyormuş da ondan!
Ben de o semineri izleyenler arasındaydım.
Yerel ve ulusal basının sığınmacılarla ilgili haberlerde kullandıkları başlıklardan bastıkları fotoğraflara kadar her şey masaya yatırıldı.
Biz gazetecilerden, kavram karışıklığına yol açacak kelimeleri kullanmamamız istendi.
Sığınmacılara karşı daha duyarlı olmamız, onların, özellikle çocukların ruhsal durumlarını gözönünde tutmamız gerektiği üzerinde duruldu.
Göçmen hakları hatırlatıldı.
Yabancı düşmanlığının artmasından endişe duyulduğuna vurgu yapıldı.
Medyanın payına düşen az övgü, çok eleştiriydi.
Derneğin Başkanı İbrahim Vurgun Kavlak, en çok sığınmacının Türkiye’de bulunduğunu net biçimde dile getirdi.
Yüzde 55’ini Suriyeli ve Afgan mülteciler oluşturuyormuş.
Az bir rakam, az bir oran değil.
Yetkililer, Bodrum’da karaya vuran Aylan bebeğin resminin yayımlanmasını eleştirdiler mesela.
Oysa dünya, o fotoğrafla Türkiye’nin omuzlarına yüklenen mülteci sorununun farkına vardı.
Mültecilerin yaşadığı dramı bilmeyen yok.
Fakat devletin tüm birimleriyle sahip çıktığı söylenen mülteciler, neden hala çatışmaların öznesi oluyor sorusuna yanıt verilemedi.
Almanya’nın Türkiye’den işçi aldığı yıllara dönüldü, böyle bir örnek verildi.
Yanlış bir örneklemeydi.
Çünkü Almanya’ya giden, göçmen olarak kabul edilen işçilerimiz, üretime katıldılar; Almanya’nın kalkınmasına, güçlenmesine katkı sağladılar.
Fakat Türkiye olarak mültecilerin tüm ihtiyaçlarını karşılıyoruz.
Ülkemizdeki sığınmacılar üretici değil, tüketici.
Evet; bir kısım medyada olumsuz başlıklar kullanılıyor olabilir.
Fakat çoğu zaman, toplumsal karışıklığa yol açmayacak, yapıcı, mültecilere sahip çıkıcı başlıklar kullanılıyor.
Ortada bir sorun varsa, bunu medyaya mal etmek, bence büyük haksızlık.
Önümüzdeki hafta İstanbul’da, ulusal basının önde gelen isimleriyle bir araya gelinecek.
Antalya’da bizlere anlatılanlar, o toplantıda da dile getirilecek.
Böyle bir semineri düzenlemekteki amaç, kabul görecek mi, bilemiyorum.
Fakat ben tatmin olmadım açıkçası.
Sorunun kaynağı, medyada değil, başka yerlerde aranmalı.
Kod-A’dan savunma
Kod-A Genel Müdürü, 1 Kasım tarihli yazıma istinaden bir açıklama gönderdi.
Sendikaya üye olanların isimlerini değil, sayısını bildiğini ifade etti. Sendikanın yüzde 50 çoğunluğu sağlayamadığı ve sendikadan çıkışların arttığı iddiasını tekrarladı.
Konunun yargıda olduğunu belirtip mevzuatları anlattı. Fakat neden yemek verilmiyor, işten çıkarmalar doğru mu, bir cevap vermedi. Bir diyardan bir başka diyara giden personel hakkında, 3 dakika geç kaldığı için soruşturma açılması konusuna hiç girmemiş. Bu iş çok uzadı, yılan hikayesine döndü.
Artık ‘nokta.’