Günümüzde en doğru hava tahminlerinin geçerliliği iki haftayla sınırlıyken Perulu çiftçilerin yıldızlara bakarak üç ila dokuz aylık tahminleri nasıl doğru çıkabiliyor?
Peru’da patates çiftçileri 1600’lerin başından beri haziranın sonunda dağlara çıkarak dokuz aylık hava tahmini yapıyor. Bu hava tahminlerinde başarı oranı çok ama çok yüksek.
Evet, Güney Amerika’daki And Dağları’nda çiftçiler haziran sonlarına doğru gecenin bir yarısında iklim tahmini yapıyor. Perulu patates çiftçileri zirvelerde şafak sökmeden hemen önce sadece Pleiades isimli bir yıldız kümesinin (Süreyya Takımyıldızı) varlığını gözlemek için kuzeydoğuya bakıyor.
Eğer Pleiades parlaksa, ekim-mart arasındaki yağışlı mevsim, yani gözlemden sonraki üç ila dokuz ayı kapsayan dönem çok yağışlı geçecek demek. Bu, gelecek sonbahardaki patates hasadının iyi olacağı anlamına geliyor. Pleiades sönük ve az sayıda yıldızıyla belirmişse, çiftçiler normalden kurak koşulları, dolayısıyla da zayıf bir patates hasadını öngörür. Bu durumda çiftçiler, normal ekim dikim takvimlerini ve ekeceği ürünü değiştirme yoluna gider.
İlginç bir denklem
Patates çiftçilerinin tahminlerinin oldukça tutarlı olduğu antropolojist Ben
Ülkemizde çok büyük zahmet ve masrafla barajlara getirilen suyun önemli bir kısmı ne yazık ki buharlaşarak kayboluyor
Bir hesaba göre dünyadaki yıllık toplam yağışın miktarı 501 milyar metreküp. Bunun 274 milyar metreküpü buharlaşma yoluyla atmosfere dönüyor. Yani yıllık toplam yağışın yaklaşık yüzde 55’inden yararlanamıyoruz.
Örneğin, İstanbul’da başta Büyükçekmece olmak üzere bazı barajlar geniş yüzey alanlarına
sahip sığ barajlardır. Bu durum buharlaşmayı önemli ölçüde artırıyor. İstanbul’da buharlaşma gözlemleri 1993’ten itibaren nisan-ekim ayları arasında yapılıyor. Bir hesaba göre nisan-ekim aylarını kapsayan dönem için İstanbul barajlarına gelen
toplam suyun ortalama olarak yüzde 22’si buharlaşıyor. Aslında tüm yıl boyunca buharlaşma ölçüldüğünde İstanbul’daki barajlardan buharlaşmayla olan kayıpların toplam suyun 1/4’ü civarında olduğu görülebilir.
Böylece, kurak ve yarı kurak bir iklim kuşağında yer alan ülkemizde, örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ’nin çok büyük zahmet ve masrafla İstanbul barajlarına kadar getirdiği suyun önemli bir kısmı buharlaşmayla da kayboluyor.
İstanbul’un bu yaz da susuz kalmaması için başlattığım kampanyaya sizin de imzanızla destek vermenizi bekliyorum
Günümüzde “İstanbul’un barajlarında 60 günlük su kaldı” tekerlemesini sık duyar olduk. Bu tekerleme İstanbul’u sellere teslim eden yağışlara rağmen değişmedi çünkü caddeleri dereye, meydanları da göle çeviren şiddetli yağışlar İstanbul’un barajlarında ancak yüzde 1.5 gibi bir artışa neden olabildi. “Mevzi” denen yağışların sadece bir kısmı barajlara denk geldi; diğerleri önce şehirlerdeki beton yüzeylerden kanalizasyona sonra da denize akıp gitti. Yani bu sene ne tarım ürünlerini ne de yağmur suyunu doğru dürüst hasat edebiliyoruz.
İstanbul’da suyun israf edilmeden çok iyi yönetilmesi gerekiyor. Bu nedenlerden dolayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sayın Kadir Topbaş’a, İSKİ Genel Müdürlüğü’ne ve tüm İstanbullulara hitaben aşağıdaki kampanya metnini kaleme aldım ve destek vermenizi bekliyorum.
Susuz kalmayalım
Bu yaz İstanbul çeşmelerinde su akmazsa ne olur? Bu çok uzak bir olasılık değil. İSKİ verilerine göre; 2013 yılının mayıs ayında yüzde 87 oranında dolu olan barajların bu sene yüzde 28’i dolu. Geçen sene yüzde 87 olan doluluk oranı temmuz
Haziran ayına, başta İstanbul olmak üzere birçok kentte şiddetli dolu yağışıyla girdik. Küresel iklim değişikliği nedeniyle dolu eskisine nazaran daha uzun süre, daha iri ve daha sık yağıyor. Yani dolu tehlikesi gittikçe büyüyor!
Daha çok içinde bulunduğumuz yaz mevsiminin başında ve öğleden sonraları gökyüzünden fındık ya da ceviz büyüklüğünde buz parçaları “dolu” olarak patır patır düşer. “Doluya neden dolu demişiz; yağmur boş mu yağıyor?” diye sormayın.
Teknik olarak “çapı 5-50 milimetre veya bazen daha büyük küresel veya düzensiz buz parçalarının yağışına dolu denir”. Bazen dolu yağışı, kar yağışıyla karıştırılır. Sıcak bir günde yerde erimeden belli bir süre serili kalan dolu taneleri kar yağmış havası oluşturur. Bu nedenle “Filanca yere
30 derece sıcaklıkta kar yağmış” gibi bir haberde yerdeki dolu tanelerinin fotoğrafını görebilirsiniz.
Dolu taneleri milyarlarca donmuş su ve hapsolmuş hava kabarcıklardan oluşur. Onlar bulut içindeki yukarı hava hareketlerinin taşıyamayacağı kadar
ağır olana kadar büyür. Yani insan ve hayvanlara, seralara, ağaçlara ve tarlalara dolunun yapacağı hasar onu havada tutan hava akımının gücüne bağlıdır.
Soma’daki trajedinin görünmeyen tarafındaki eksiklikleri anlayabilsek ülkemizde başka bir afet ve acil durum yönetimi mümkün olabilecek
Soma’daki maden faciasından hemen sonra öne çıkan konular bilgisayar, gaz sensörü, maske, sığınma odası gibi görünen taraftaki teknolojik eksikler oldu. Ya da facianın nedeni trafo, yani yine teknoloji olarak ilan edildi. Aslında mesele sadece teknoloji değil; olayın görünmeyen tarafında onu kullanamayan zihniyet, liyakat ve ehliyet eksikliği olduğunu bir anlayabilsek ülkemizde de başka bir afet ve acil durum yönetimi mümkün olabilecek.
Uzay teknolojisini getirsek ne yazar?
En büyük problemlerimizden biri teknoloji hayranlığımız, yani teknoloji fetişizmidir. Öyle ki ülkemizde alan uzmanı olmadan bilgisayar, elektronik vb. mühendisleri tarafından hazırlanan algoritmalar, bilgisayar programları ve kurulan sensörlerden oluşan projelerden çok şey bekliyoruz. Böylece AFAD ve AKOM müdürlüklerini uzay üssü gibi merkezlere dönüştürüyoruz.
“Soma madeninde bilgisayar, sensörler, yaşam odası, iş güvenliği uzmanı vb. yokmuş” diyenlere “Bunlar icat olmadan önce madenlerde her gün kaza mı oluyordu?” diye de sormalı. Soma madeninde söylenenlere
Türkiye afet ve acil durum yönetiminin bilimsel bir uzmanlık konusu olduğunu hâlâ kabul etmiş değil
Şayet afet ve acil durumlarda kriz yönetimini doğru biliyor olsaydık Soma’daki faciada kurbanların yakınları “bilgi, bilgi” diye yalvarmazdı.
Birçok afet, acil durum ve kazada olduğu gibi Soma’daki son maden faciasının nedenlerini incelemek için de önce çocukluğumuza inmemiz gerekir. Bir toplumda güvenli yaşam kültürü ve utanma “Ona dokunma cısss!” demeye, duymaya başladığımız andan itibaren başlar ve eğitimle gelişip yerleşir.
Olayın sıcaklığıyla hemen işletme sahibini, bakanları hatta tümüyle hükümeti suçlayabiliriz. Fakat ülkemizde hep olup giden bu tür olaylara baktığımızda onların sadece herhangi bir parti, şirket ya da sektörle ilişkili olmadığını görürsünüz. Diğer bir deyişle, güvenli yaşam kültürsüzlüğü ve yüzsüzlük ülkemizde uzun yıllardır kanayan toplumsal bir problemdir.
Güvenli yaşam kültürünün olmadığı bir ülke olarak, emniyet şeritlerini dolduran, kemerini bağlamayan, direksiyonda telefonla konuşan, gaz kaçağını kibritle kontrol eden, trafikte makas atan, elektrik sigortasına bozuk para sıkıştıran, günde beş paket sigara içen, doktora gitmeden kulaktan
Türk tarımının ve dolayısıyla Türkiye’nin başarısı büyük ölçüde hava şartlarına ve onu ne iyi bilip kullandığımıza bağlı
Bitkilerle hava ve iklim arasında karmaşık
bir ilişki var. Tarımda kontrolü en zor olan, meteorolojik parametrelerdeki değişikliklerdir. Bu değişiklikler elde edilecek ürün miktarını etkiler. Türkiye’de nüfusun büyük bir kısmı, hâlâ üstü açık bir fabrika olan tarımla uğraşıyor. Bu nedenle, Türk tarımının ve dolayısıyla Türkiye’nin başarısı da büyük ölçüde hava şartlarına ve onu ne kadar iyi bilip kullandığımıza bağlı.
Genel ve muğlak ifadelerle dolu bilgiler yeterli değil
Halk günlük hava tahminini büyük ölçüde basından takip eder. Fakat halka verilen bilgiler,
tarım gibi bir sektörün isteğini karşılayamaz. Örneğin, tarım sektörü hava ve iklim şartlarının ürün fiyatları üzerindeki etkisi, ürün arz ve talebi, toprağın nemi ve sıcaklığı, yağış miktarının tahmini, dolu, kırağı/don tahmini, tarımsal haşerelerin çoğalması, uzun vadeli hava tahminleri vb. ile de ilgilenmek zorundadır.
Türkiye’de kuraklık konusunda düzeltilmesi gereken önemli kurumsal ve kavramsal problemler var
Havalar böyle giderse Türkiye’nin başı dertte! Korkunç tablo! Kuraklıktan fazlası var.
Yağmur yoksa cari açık var!
Bu şekildeki haberlerin temelinde “cümle farkı”ndan çok daha fazlası var.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın “Kuraklık nedeniyle elektrik ithal etmeyi düşünüyoruz” açıklamasının ardından Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun “Sıkıntı yok” açıklaması yapması kafaları karıştırmıştı. Yıldız bu açıklamalarla ilgili “Burada bir anlaşmazlık mı var?” sorusu üzerine, “Bakanımızla farklı cümleler kullansak da aynı şeyi kastediyoruz. Herhangi bir tezat yok” demişti. Bu durumu Radikal gazetesi 25 Nisan tarihli haberinde “Kuraklıkta ‘cümle’ farkı” başlığıyla vermişti. Bu tartışmaya Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı da katılsaydı benzer bir şekilde farklı şeyler söyleyebilirdi. Çünkü Türkiye’de kuraklık konusunda düzeltilmesi gereken önemli zihinsel, kurumsal ve kavramsal problemler var.
Önlemler iş işten geçmeden önce alınmalı