Mikdat Kadıoğlu

Mikdat Kadıoğlu

kadioglu@itu.edu.tr

Tüm Yazıları

Soma’daki trajedinin görünmeyen tarafındaki eksiklikleri anlayabilsek ülkemizde başka bir afet ve acil durum yönetimi mümkün olabilecek

Soma’daki maden faciasından hemen sonra öne çıkan konular bilgisayar, gaz sensörü, maske, sığınma odası gibi görünen taraftaki teknolojik eksikler oldu. Ya da facianın nedeni trafo, yani yine teknoloji olarak ilan edildi. Aslında mesele sadece teknoloji değil; olayın görünmeyen tarafında onu kullanamayan zihniyet, liyakat ve ehliyet eksikliği olduğunu bir anlayabilsek ülkemizde de başka bir afet ve acil durum yönetimi mümkün olabilecek.

Uzay teknolojisini getirsek ne yazar?
En büyük problemlerimizden biri teknoloji hayranlığımız, yani teknoloji fetişizmidir. Öyle ki ülkemizde alan uzmanı olmadan bilgisayar, elektronik vb. mühendisleri tarafından hazırlanan algoritmalar, bilgisayar programları ve kurulan sensörlerden oluşan projelerden çok şey bekliyoruz. Böylece AFAD ve AKOM müdürlüklerini uzay üssü gibi merkezlere dönüştürüyoruz.
“Soma madeninde bilgisayar, sensörler, yaşam odası, iş güvenliği uzmanı vb. yokmuş” diyenlere “Bunlar icat olmadan önce madenlerde her gün kaza mı oluyordu?” diye de sormalı. Soma madeninde söylenenlere göre zaten “çıkan kömür elle tutulamayacak kadar sıcakmış” ve işçiler bu konuda da amirlerini uyarmış ama ne olmuş? Yani neymiş, bu iş sadece şeklen bilgisayar, algoritma, sensör ve uyarma işi değil; bu iş daha çok bir zihniyet / bilgi / kalite işidir.
Büyük kaynakların ve zamanın heba edildiği bu tür teknolojiler gösterişten öteye bir işe yaramıyor. Sonuç olarak Türkiye’de insandan daha çok teknolojiye yatırım yapılıyor ama geldiğimiz nokta ortada. Aynı zamanda katma değer üretemediğimiz teknolojinin mezarlığı olduk. Şimdi “Bilgisayar programı, algoritmalar hazırlıyoruz; düğmeye basınca afetlerde kimin
ne yapacağı belli olacak” gibi açıklamalar var.
1980 yılından beri bilgisayar başındayım ama böyle bir düğme göremedim. Amerika ve Japonya’da da böyle bir düğme yok...
Bütün afet kurumları birer dijital kaleye dönüşünce, afetle ilgili hiçbir mesele kalmayacak algısı üzerinden temellendirilen ve güya pratik faydayı esas alan yaklaşımlarla karşı karşıyayız. Bugün
akıllı sensörler, akıllı algoritmalar, akıllı merkezler gibi ürünler, edinilmesi zorunlu görülen ve ülkemiz için afet yönetiminde ulaşılması gereken öncelikli hedef olarak düşünülüyor. Eğitimin ve doğru bir sistemin varlığından ziyade ölümünü haykıran “Müdahalede teknoloji şart!” tekerlemesi aşırılaştırılarak yinelenirken yoğun bir biçimde yaşamakta olduğumuz afetler bir yandan önlem almak için bir fırsata da dönüşemiyor. Şu anki afet yönetim sistemimize uzay teknolojisini getirsek ne yazar?

Ana sorunumuz liyakatsizlik
Bir yandan dünyanın en gelişmiş teknolojileri peşinden koşarken, öte yandan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün
176 numaralı Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi gibi “dünyanın ortak aklıyla ortaya konulmuş en gelişmiş kurallar”a yani bilime sırt çeviriyoruz. Sonuç olarak, onca bütçe, reform, teknoloji ve eğitim felsefesi değişikliği iddiasına rağmen afet ve acil durum yönetimi kalitemiz hâlâ yerlerde sürünüyor. Kime sorsanız size bunu “reform var ama kalite yok” diye açıklar: Afet boyutuna ulaşmış
en büyük problemimiz liyakatsizliktir. Öncelikle cevaplandırılması gereken soru: Liyakat, bilgi, yetenek ve beceri sahibi, iyi yetişmiş uzman kadro, Türkiye’nin afet ve acil durum yönetiminde söz sahibi mi?
Özetle partizanlık, patronaj, hemşerilik, tarikatçılık gibi ayrımlar üzerinden kurumlarımızı temellendirmeye ve işletmeye devam etmezsek Türkiye’de de başka bir afet ve acil durum yönetimi mümkün olabilir. n