Sinema dünyasının en prestijli ödülleri, herkesin yakından takip ettiği Oscar 2020 gerçekleşti. Los Angeles’taki Dolby Theater’da gerçekleşen ödül töreninde sinemanın ‘en’leri belli oldu.
Geceye damgasını vuran film, 6 dalda aday gösterilen ve geceden 4 ödülle ayrılan Güney Kore yapımı kara komedi, gerilim filmi olan ‘Parasite (Parazit)’ oldu. Film, ‘en iyi film, en iyi yönetmen, yabancı dilde en iyi film’ ve ‘en iyi özgün senaryo’ kategorilerinde ödülleri toplayarak adeta Oscar şov yaptı. Film, aynı zamanda Oscar ödüllerinin 92 yıllık tarihinde en iyi film kategorisinde ödül kazanan yabancı dilde ilk film olarak tarihe geçti.
Geceye damgasını vuran bir diğer yapım ise, ‘1917’. Sam Mendes yönetmenliğinde çekilen, I. Dünya Savaşı sırasında askerlerin hayatını etkileyecek önemde bir mesajı iletmekle görevlendirilen iki askerin hikayesini anlatan filmin, aslında ‘en iyi film’ dalında ödül alması beklenirken, bu kategorideki ödülü
Oscar ödülleri geldi çattı! Hepimiz heyecanla gecenin sonucunu beklerken aday listelerinde bir yapıt, bir ilk olması nedeniyle sonucu daha çok merak etmemize neden oluyor. Oscar’da akıbetini merak ettiğim ve bence farklı bir yapım olan bu filme biraz değinmek istiyorum.
Bal Ülkesi (Honeyland)…
Tamara Kotevska ve .ljubomir Stefanov’un yönettiği, Türk asıllı Makedonya vatandaşı olan Hatice’nin hikayesini anlatan film, en iyi uluslararası film ve en iyi belgesel dallarında ödüle aday. Bu anlamda bir ilk…
Film, Kuzey Makedonya’da bulunan Bekirlija köyünde geçiyor. Yıllar önce köyde yaşayanların tümü göç etmiş, çoğu da Türkiye’ye gelmiş ancak Hatice Muratova ve yaşlı annesi Bekirlija’da kalarak yaşantılarını sürdürmeye devam etmişler. Köyde yaşamı sürdürmek için elektrik, su vb. yok. Zaten yaşadıkları ev de bakımsız, harabe bir ev. Hatice daha önceki kuşaklardan gördüğü üzere balcılık yapıyor. Hatice, balları başka kasabalara gidip satarak annesi ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılıyor. Bir gün köye hayvancılıkla uğraşan kalabalık göçebe bir aile geliyor. Baba Hüseyin, geçim zorluğu nedeniyle arıcılığa da girmeye karar veriyor ve Hatice bütün bilgilerini Hüseyin ile paylaşarak ona yardımcı
Atiye, ‘Hakan: Muhafız’ dan sonra Netflix’te yayınlanan 2. Türk yapımı dizi. Şengül Boybaş’ın ‘Dünyanın Uyanışı’ adlı kitabından uyarlanan dizi, Türkiye standartlarında diğer dizilere baktığımızda gerek çekimleri gerekse senaryosu ile farklı bir iş…
Gizemli macera türünde fantastik unsurlar barındıran dizide, ailesi ve sevdikleriyle İstanbul’da sade bir yaşantı süren Ressam Atiye’nin (Beren Saat), kendini bildi bileli çizdiği sembolü, Göbeklitepe’de yapılan arkeolojik çalışmalarda görüp peşine düştüğü mistik yolculuğu anlatıyor. Atiye, hayatını değiştiren bu gizemli olayın peşinden giderek antik tapınakta Arkeolog Erhan (Mehmet Günsür) ile geçmişini aramaya karar veriyor.
Dizinin sahnelerine göz attığımızda, arkeolojik alanlar, İstanbul, karakterlerin yaşadıkları yerler vb. görsellik gayet yerinde. Dekorlar, kıyafetler, aksesuarlar da karakterlerin iç dünyasını yansıtan şekilde senaryoyla bütünleşmiş. Kısacası akışa ters düşen bir durum yok. Göbeklitepe ve Nemrut dağı gibi
Sinema dünyasının en prestijli ödülleri olan Akademi Ödülleri, bilinen adıyla Oscar Ödülleri bu yıl 92. kez sahiplerini bulacak.
Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarafından ilk kez 1929 yılında Los Angeles’ta düzenlenen Oscar Ödülleri, bu sene 9 Şubat’ta düzenlenecek.
Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi sunucusuz gerçekleştirileceği duyurulan ödül töreni, yine ilgi odağı olacağa benziyor. Geçen sene 30 yıllık geleneği bozarak Oscar Ödül Töreni’ni sunucusuz gerçekleştiren Akademi, bu yıl da aynı kararı verdi.
Oscar 2020’nin kategori adayları da açıklanmışken, biraz filmlere değinelim. Bu yazımda sizlerle favorim olan 5 filmi paylaşacağım.
Daha önceki yazımda da bahsettiğim üzere benim favori filmim tabii ki ‘Joker’. Batman’in ezeli rakibi Joker’in nasıl ‘Joker’ olduğunu izlediğimiz film, listede birden fazla kategoride Oscar’a aday; En iyi erkek oyuncu, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi sinematografi, en iyi kurgu, en iyi kostüm tasarımı, en iyi ses miksajı, en iyi ses kurgusu, en iyi film müziği, en iyi, en iyi, en iyi…
Daha önce Joker filmini kaleme aldığım yazımda filme hayranlığımı dile getirmiş ve ödülün hiç beklemeden filmin başrol oyuncusu Joaquin Phoenix’e ve tabii ki
Sevgili okurlarım,
Bu yazımda hepimizin merakla ve ilgiyle izlediği Netflix’te yayınlanan Crown dizisinin son bölümünü kaleme almak istiyorum. İngiliz kraliyet ailesini konu alan ve neredeyse her ferdinin hayatına değinen ama tabii ki kraliçe merkezli ilerleyen bir senaryoya sahip. Birden fazla yönetmen tarafından çekilen dizinin daha önce yayınlanan 2 sezonunu soluksuz izledik, 3. sezon ne zaman yayınlanacak derken, yayınlandı, izledik, bitti bile…
Dizinin senaristi Peter Morgan, Kraliçe Elizabeth ile görüşmeler yaparak olay örgüsünü şekillendiriyor. Yani dizide bahsedilenlerin tümü gerçek olaylardan alıntılar. Senaryo ise Benjamin Caron, Christian Schwochow, Jessica Hobbs ve Sam Donovan yönetmenliğinde kusursuz bir şekilde ekrana aktarılıyor. Çekimler muhteşem, oranın dibi kadrajlar yok artık dedirtiyor, oyunculuklara zaten diyecek laf yok.
Filmin karakterleri senaryodaki olayların içinde olması gerektiği gibi konumlandırılıyor. Kraliçe Elizabeth (Olivia Colman), Prens Philip (Tobias Menzies), kraliçenin annesi Elizabeth Bowes (Marion Bailey) gibi tüm ana karakterlerin olayların akışına kendilerini kaptırmış sakin ve kontrollü hallerini izlerken, bir karakter düzensiz yaşantısı,
Teknolojinin gelişmesi ve yeni medyanın hayatımıza girmesiyle film izleme biçimlerimiz de değişikliklere uğradı. Çağın getirdikleriyle mobil izleyiciler haline geldik ve film izleme şekillerimiz bireyselleşti. Durum böyle olunca yeni nesil sinema salonları da beyaz perde tutkunlarının uğrak noktaları haline gelmeyi sürdürmek için bir takım değişikliklere gittiler; daha rahat koltuklar, daha ferah bir ortam, koltuk arası mesafelerin genişlemesi, çift kişilik koltuklar, yataklı sinema salonları… Hâlbuki eskiden böyle miydi? Beyaz perde tutkuydu ve o büyük sinema salonlarında aynı duyguyla aynı heyecanla bir filmi izlemek, birlikte gerilmek, birlikte üzülmek sinemaseverler için vazgeçilmezdi. Salonlar günümüzdeki gibi rahat, konforlu ve fonksiyonel olmasa da bir filmi o ruhu ve dokusu olan büyük sinema salonlarında izlemek bambaşka bir keyifti. Tabii ki onlar da her şey gibi zamana karşı koyamadılar. Gerek koşullar gerek çağın getirdikleri, birçok film festivaline ev sahipliği yapan, izleyicileri dünyanın dört bir yanından filmlerle
Sevgili okurlarım,
Bu haftaki yazımda vizyona girdiği günden itibaren sinema salonlarını dolduran ‘Joker’ filmini kaleme almak istedim.
Batman’in ezeli rakibi Joker’in nasıl ‘Joker’ olduğunu izlediğimiz filmde öncelikle mükemmel oyunculuğuyla Arthur (Joker) karakterine hayat veren Joaquin Phoenix’e değinmek isterim. Bu yıl ‘En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ının sahibi şimdiden belli. Sinemaseverler diğer filmlerdeki adaylarla boşuna kafalarını karıştırmasın derim ben! Hatta ödül hemen Phoenix’e bekletmeden gönderilebilir; gerçekten oyunculuğuna, o karakteri canlandırmadaki başarısına söylenecek söz yok. Filmi güzelleştiren, izleten, karakterin hakkını her zerresiyle veren Joaquin Phoenix kesinlikle ayakta alkışı hak ediyor! Tabii ki filmin yönetmeni Todd Philips de…
Filme dönersek eğer;
Arthur (Joker), yaşlı annesiyle tek başına yaşayan ve annesinden başka kimsesi olmayan bir palyaço. Evet, hayatını palyaçoluk yaparak yani aslında insanları güldürerek kazanan bir kişi. Aslında Arthur’un trajedilerle dolu yaşantısına zıt bir durum.
Geçtiğimiz günlerde daha önce çok severek izlediğim Marslı filmini yeniden izlemek üzere TV karşısına geçtim. Evet, film izlemeyi toplum olarak seviyoruz. Senaryoya dökülen hikayeler, beyaz perdeye aktarılan çekimlerle bize aksiyon, gerilim, trajedi ve romantik unsurlar olarak geri dönüyor. O duyguyu seviyoruz; kendimizi filme kaptırmayı, hüzünlenmeyi ya da gerilmeyi çok seviyoruz. Filmi beğendiysek üzerinde en fazla 10 dakika konuşuyoruz, beğenmediysek eğer ‘kötüydü’ deyip geçiyoruz.
Peki, bir film çekilirken, aşama aşama hiç düşünüyor muyuz? Bir film özellikle de niş bir konu ise eğer hangi aşamalardan geçiyor ve bu aşamalarda ne tür bilgiler edinilip ne şekilde bir prodüksiyon oluşturuluyor?
Marslı filmine dönersek yeniden…
2015 yılında vizyona giren, başrolünde Matt Damon’ın oynadığı film… Bakıldığında klasik bir uzay filmi gibi görünse de aslında detaylarda yeni bilgiler edindiğimiz ‘vay be’ dediğimiz içerikler barındıran bir film. Çekimlere zaten