Atiye, ‘Hakan: Muhafız’ dan sonra Netflix’te yayınlanan 2. Türk yapımı dizi. Şengül Boybaş’ın ‘Dünyanın Uyanışı’ adlı kitabından uyarlanan dizi, Türkiye standartlarında diğer dizilere baktığımızda gerek çekimleri gerekse senaryosu ile farklı bir iş…
Gizemli macera türünde fantastik unsurlar barındıran dizide, ailesi ve sevdikleriyle İstanbul’da sade bir yaşantı süren Ressam Atiye’nin (Beren Saat), kendini bildi bileli çizdiği sembolü, Göbeklitepe’de yapılan arkeolojik çalışmalarda görüp peşine düştüğü mistik yolculuğu anlatıyor. Atiye, hayatını değiştiren bu gizemli olayın peşinden giderek antik tapınakta Arkeolog Erhan (Mehmet Günsür) ile geçmişini aramaya karar veriyor.
Dizinin sahnelerine göz attığımızda, arkeolojik alanlar, İstanbul, karakterlerin yaşadıkları yerler vb. görsellik gayet yerinde. Dekorlar, kıyafetler, aksesuarlar da karakterlerin iç dünyasını yansıtan şekilde senaryoyla bütünleşmiş. Kısacası akışa ters düşen bir durum yok. Göbeklitepe ve Nemrut dağı gibi önemli tarihi mekânlarımızın böyle bir senaryoyla ele alınması ve dünyaya açılması da çok iyi olmuş.
Senaryo açısından ise alıştığımız televizyon dizilerinin dışında bir yerde, kendinizi mistik bir hikayenin içinde buluyorsunuz. Her bölüm ayrı konu ayrı heyecan formatında bir dizi değil, bölümlerde birbirleriyle bağlantılı olay örgüsü mevcut. Dikkat çekiyor, merak ettiriyor, bir sonraki bölümü heyecanla bekliyorsunuz. Hızla gelişen olaylar sıkılmaya imkân vermiyor evet, ancak gereğinden hızlı geliştiği söylenebilir. Karakterler olayların akışında öyle bir savruluyorlar ki, oturup düşünme, kendilerini sorgulama imkanları bile olmuyor. Adeta bir oyunda sanal karakterler misali karşılarına çıkan engelleri aşmak zorundalar. Tabii ki böyle bir durumda seyirciye de düşünme payı verilmiyor. Biz de karakterlerle birlikte bölümden bölüme savrulup gidiyoruz.
Tek tek karakterlere baktığımızda ise Atiye, İstanbul’da ailesinden ayrı yaşayan sergilerde tabloları daha ilk günden satılan bir sanatçı, ancak bu kadar güçlü bir karakterin bu zamana kadar çizdiği o sembolü araştırmaması ya da neden çizdiğini kendine sormaması bir boşluk. Mesela biz dizinin hiçbir bölümünde Atiye’nin o sembolü ne düşünerek çizdiğini, onun için ne anlama geldiğini bilemiyoruz. Çiziyor işte Atiye… Sevgilisi Ozan (Metin Akdülger) ile ilişkisi de donanımlı bir ressam için biraz sığ. Tüm gücünü iş adamı olan babası Serdar Bey’den (Tim Seyfi) alan Ozan, Atiye gibi bir karakter için pasif. Atiye ve Ozan ilişkisinde daha çok kadının egemen olduğu bir ilişki tipini görüyoruz, kadının gücünü görüyoruz. Atiye, Ozan’ı nikah günü bırakıp Erhan’la geçmişini araştırmak için kaçsa bile Ozan hala Atiye’yi severek bekliyor ve yeniden bir araya gelmek için yalvarıyor.
Ozan karakterine baktığımızda ise babasının gölgesinde hayatını şekillendiren, çocukluğunda yaşadığı buhranları hala yanında sürükleyen bir genç. Babasına karşı gelemiyor, şiddet görüyor. Öyle ki şiddet görürken bile ceza olarak o acıyı tatması gerektiği babası tarafından Ozan’a aşılanmış. İşte burada Atiye gibi sanatla iç içe, kültürlü, donanımlı bir karakterin nasıl Ozan gibi sığ bir karaktere aşık olup evlilik aşamasına geldiğini sorguluyoruz. Bir flash-back ile verilen Atiye ve Ozan’ın ilişkilerinden bir kesit ise Atiye’nin böyle bir şiddeti nasıl kabul ettiğini ve ilişkisine nasıl devam ettiğini bir kere daha sorgulatıyor bize…
Erhan karakteri ise sade yaşayan, mesleğine tutkuyla bağlı genç bir arkeolog. Babası Göbeklitepe kazısında daha önce çalışmış ve bulduklarından dolayı bir cinayete kurban gitmiş. Babasını öldürenler halen bulduklarının peşinde ancak Erhan bunu Atiye’nin hayatına girmesiyle çözüyor. Erhan karakteri iç dünyasındaki çıkmazlara rağmen iyi olmaya kodlanmış ve bazı gizemleri çözmek için çabalıyor. Bu anlamda da Atiye’nin her zaman yanında. Karakterin canlandırılmasında tabii ki Mehmet Günsür’ün mükemmel oyunculuğunun etkisini söylemeden geçemeyeceğim.
Dizide iki karakter, mücadeleleri ve iç dünyasında kendileriyle savaşmalarıyla dikkat çekiyor. Atiye’nin annesi Serap (Başak Köklükaya) ve üvey kardeşi Cansu (Melisa Şenolsun). Bu iki karakteri izlerken bir nebze de olsa derinlik bulabiliyoruz. Çünkü verecekleri bir takım kararlar, başkalarının hayatlarını etkileyecek ve o konuda iyi düşünmeleri gerekiyor. Bu iki karakteri izlerken duygusal yoğunluğu hissediyoruz; çaresizliği, çıkmazlığı…
Dizide olayların akışında bir başka sorun daha dikkatimizi çekiyor; karakteri hissettirme, karakteri benimsetme. Olayların akışı boyunca düşünürsek eğer hiçbir karakteri benimseyemiyoruz çünkü karakterler o kadar mekanikleşmiş ki anın derinliğini hissettirmeden gizemi çözme çabasındalar. Mesela dizi biter, aklımızda karakterler kalır ancak Atiye dizisinde böyle bir durum söz konusu değil.
Dizi de mantık hatalarına da rastlıyoruz. En dikkatimi çeken sahne, Atiye mağarada mahsur kaldığında kazı ve kurtarma operasyonu sırasında iş adamı Serdar Bey’in müdahale ettiği sahne. Devlet birimlerinin yönettiği ve tarihi bir yapının olduğu alanda tek başına bir iş adamının sözünün dinlenilmesi ne kadar mantıklı? Hele ki alanın dinamitle patlatılmasını asla anlayabilmiş değilim. Biraz daha araştırma yapılarak çekilebilirdi o sahne. Gerçek hayatta işlerin bu şekilde ilerlemediği kesin.
Bir başka mantık hatası da Serdar Bey’in Cansu’yu öldürdüğü sahnede kamerayı ardında bırakması. Bu kadar zeki ve güçlü görünen bir karakterin böyle işini şansa bırakması tabii ki beklenemez. Olayları bir noktada çözmek için zorlama senaryolar gibi geldi bana. Serdar Bey, kamerayı silse de görüntülerin geri getirilebileceğini düşünemiyormuş demek ki, ama kazıyı yönetebiliyor. Boşluklar, boşluklar…
Son olarak, ilk bölüme dönersek eğer; farklı tarzda kurgulanmış bir dizinin ilk bölümünün yayınlanmasından sonra sadece Atiye ve Ozan’ın malum sahnesiyle anılmasına da bence gerek yoktu. Bir dizi bu tarz sahnelerle konuşulmamalı; hele ki ilk bölümünden... Seyircinin dikkatini bu şekilde çekmeye çalışmak çok da başarılı bir hareket değil.
Artısıyla eksisiyle Atiye’nin ilk sezonu bitti, bakalım 2. sezonda bizi neler bekliyor?
Bekleyip görelim…
Sevgiler,