Oscar ödülleri geldi çattı! Hepimiz heyecanla gecenin sonucunu beklerken aday listelerinde bir yapıt, bir ilk olması nedeniyle sonucu daha çok merak etmemize neden oluyor. Oscar’da akıbetini merak ettiğim ve bence farklı bir yapım olan bu filme biraz değinmek istiyorum.

Bal Ülkesi (Honeyland)…

Tamara Kotevska ve .ljubomir Stefanov’un yönettiği, Türk asıllı Makedonya vatandaşı olan Hatice’nin hikayesini anlatan film, en iyi uluslararası film ve en iyi belgesel dallarında ödüle aday. Bu anlamda bir ilk…

Haberin Devamı

Film, Kuzey Makedonya’da bulunan Bekirlija köyünde geçiyor. Yıllar önce köyde yaşayanların tümü göç etmiş, çoğu da Türkiye’ye gelmiş ancak Hatice Muratova ve yaşlı annesi Bekirlija’da kalarak yaşantılarını sürdürmeye devam etmişler. Köyde yaşamı sürdürmek için elektrik, su vb. yok. Zaten yaşadıkları ev de bakımsız, harabe bir ev. Hatice daha önceki kuşaklardan gördüğü üzere balcılık yapıyor. Hatice, balları başka kasabalara gidip satarak annesi ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılıyor. Bir gün köye hayvancılıkla uğraşan kalabalık göçebe bir aile geliyor. Baba Hüseyin, geçim zorluğu nedeniyle arıcılığa da girmeye karar veriyor ve Hatice bütün bilgilerini Hüseyin ile paylaşarak ona yardımcı olmaya başlıyor. İşte buradan sonra filmin vermek istediği mesajı almaya başlıyoruz.

Filmin açılış sahnesinde bir uçurumun kenarında dar bir yolda yürüyen Hatice’yi görüyoruz. Kamera burada, uçurumun kenarında o daracık yolda takipte. Hatice kovanlara ulaştığında taşı kaldırıyor ve petek petek ballar çıkıyor karşımıza… Ballar o kadar doğal ve güzel görünüyor ki o noktada elimizi uzatıp almak istiyoruz. Hatice orada beklenmedik bir davranış sergiliyor; aslında bu davranışı olması gereken bir davranış ancak günümüzde maalesef ki böyle değil. Hatice o güzel balların yarısını alıyor, yarısını da arılara bırakıyor. Hatice’nin bu hareketi ise bize filmin mesajını daha ilk baştan veriyor. Hatice arılara saygılı, adeta ekolojik dengenin koruyucusu. Günümüz çağında doğayı bu kadar tahrip etmişken, insanoğlunun açgözlülüğü sınır tanımayarak yıkıp geçerken, Hatice’nin balların yarısını arılara bırakması içimizi ısıtıyor, aynı zamanda da bize geldiğimiz noktayı sorgulatıyor.

Haberin Devamı

Köye sonradan gelen göçebe aile ise Hatice ve annesinin tam tersi davranışlar sergiliyorlar; filmde adeta kapitalist toplumun temsilcileri. Ailenin babası Hüseyin, 7 çocuğunu geçindirmeye çalışırken daha çok bal satma isteğiyle Hatice’den öğrendiklerini bir noktadan sonra yapmamaya başlıyor. Bunun sonucunda Hatice ile ailenin arası açılıyor ve bu da köydeki ekolojik dengenin sarsılmasına neden oluyor.

Film, çevreci temasının yanı sıra hikâyesi ile de etkili bir film. İnsan hikâyesi ile gerçek bir öyküden yola çıkarak insanoğlunun açgözlülüğünün, daha çok kar etme çabasının doğaya nasıl zarar verdiğini en başarılı şekilde gözler önüne seriyor; film boyunca günümüz sorunsalıyla yüzleşiyoruz.

Çekimler Sırasında Filmin Konusu Değişiyor…

Film öncelikle bir belgesel olarak tasarlanıyor. Yönetmenler Makedonya’da Bregalnica nehri civarındaki hayatı belgelemek istiyorlar. Ancak çekimler sırasında göçebe ailenin köye yerleşmesiyle film, farklı bir yöne doğru gitmeye başlıyor. Bir noktadan sonra Hatice ve Hüseyin’in ailesinin kameralara alışmaları ve kameralar yokmuş gibi doğal davranmaları da filmi bambaşka bir boyuta taşıyor ve bu özelliğiyle bize ilk belgesel film, Kuzeyli Nanook’u hatırlıyor…

Haberin Devamı

Öte yandan çekimin yapıldığı bölgede elektrik kaynağı olmadığından bütün film doğal ışıkta çekiliyor. Özellikle gece sahnelerinde ay ışığı ve köyde kullanılan gaz lambası ile ateş dışında bir ışık kaynağı kullanılamıyor. Yani filmdeki tüm güzel ve sahici görüntüler, doğal ışığın özgünlüğü sayesinde…

Bal Ülkesi, tüm bu özellikleriyle Oscar’ı hak eden bir yapım. Bakalım hak eden hak ettiğini alacak mı?

Az kaldı, izleyip görelim.

Sevgiler,