Motosikletle çıktığım yaz tatilinde şartlar değişti ve kendimi, dört bir yanı denizle kuşatılmış halde Türkiye’nin en büyük adasında buldumEskiden tadını bilmediğim bir şeydi motosikletle tatil... Artık bu kaçıncı motorize tatilim, sayısını hatırlamıyorum. Ancak içeriğini asla unutamayacağım o tatillerin her birinin ardından yaptığım gibi yine bahsetmeden durmayacağım.
Bu kez gazeteden Ersoy (Diyar), Kemal (Bulut) ve Ersoy’un eşi Özge ile yola çıktık. Onlar otomobilde, ben motosikletimle pilyon yerine bu kez büyük bir sırt çantasıyla baş başayım. İstanbul’dan başlayarak Tekirdağ, Keşan, Çanakkale üzerinden, yaklaşık 600 km. yaparak Cunda’ya uzanacağız sözde.
Yola çıkmadan önce her motosikletçinin yapması gerektiği gibi 100 km’de bir mola konusunda anlaştık. Ancak 100 km kotasını dörtte bir oranında aştığımız Tekirdağ’da verdiğimiz ilk molada ruhani ve fiziksel olarak hiç de iyi olmadığım konusunda fikir birliğine vardık.
Melis Birkan’ı bırakıp geldimBir gece önce ayak bileğimden sokan iki sivrisineğin bıraktığı iz yönünü şaşırmış bir vampirin izi gibi duruyordu; yan yana bir çift sivri diş izi olan kızarmış ve şişmiş bir ayak bileği...
Her neyse, ikinci molamızı Özge’nin “Lezzet Durakları” kitabında işaretlediği Keşan’da, Kavaklı’da verdik. Sabahın 10’unda satır köftesi bu tatilin ilk fantezisiydi.
Eceabat’tan feribotla Çanakkale’ye geçtik. Bir benzincide verdiğimiz üçüncü molada -ki yaklaşık 350 km yol yapmışız - bir “kıç sorunsalı” başgösterdi; sele artık canımı yakıyordu. Sizi bilmem ama bu satırların yazarı için motosikletle günlük ideal yolculuk mesafesi 300 km!
“Ne yapacağız, ne edeceğiz, çekilir mi artık bu yol” diye düşündükten sonra güzergahımızı karadan 40 km. ötedeki Bozcaada’ya (Tenedos) çevirdik.
Geyikli’den feribotla Bozcaada’ya ulaştığımızda çoktan Adakamping hakkında bilgi toplamıştık; çadırını kap gel, gecelik 15 TL şeklinde...
Adanın Ayazma tarafında, 7-8 km. bir mesafede olan kamping motorcu doluydu; girişindeki “TRMOTORIDERS şu an burada” pankartı kampta bir motosikletçi festivalini işaret ediyordu ve öyleydi zaten.
Hiç hazzetmediğim türden bir “silindir, hacim muhabbeti”nden uzak durmak adına kamufle oldum. Motosiklet botundan kurtardığım sağ ayağımsa iyice renk değiştirmişti.
Bozcaada’da üç gün çadır tatili yaptık. Adanın iz bırakanları, çoraklığı, denizinin kalp kıran soğukluğu, Ayazma Plajı’nda önümüzde anne ve babasıyla güneşlenen Melis Birkan’ı (“Issız Adam”ı izlemedim), üzüm bağları ve limanda bir akşam yediğimiz Şehir Restoran’da yaşadığımız “arkadaş içi” tartışma oldu. Aslında adanın bıraktığı en büyük iz, davul gibi şişen sağ ayağımı eski güzel günlerine döndürmek için sağlık ocağında yaptırdığım iğnenin izi oldu; çok acıdı ama öğle tatili olmasına rağmen acil müdahele eden doktora selamlar...
Ve bu satırları Türkiye’nin en büyük adası Gökçeada’nın (İmroz) en güzel manzaralı oteli Yakamoz’un (Latif abiye selamlar, uzaktan yaz yaz diye sesleniyor) terasında tuşluyorum. Bir tarafta Ege ve Semadirek (Samothraki), diğer yanda tarlalar, kullanılmayan bir havaalanı, yeşil ve kahverenginin ahenkle dansı...
En sert içki kola olmuşBu “öksüz ve yetim” adadan bir gezi yazısı platformunda ayrıca bahsetmek isterim çünkü Rum köylerinde Türklüğe methiyeler düzen yazıtlar dahil anlatacak çok şey, sayısız çirkinlik ve güzellik var!
Son bir not; aslında muhteşem bir çam ormanı ve güzel bir kumsaldan muhteva Kabatepe‘de bir gece çadırda konaklayıp sabah Gökçeada’ya geçecektik. Bir de ne görelim, iki yıl önce en azından bira servis edilen sahildeki kafelerde satılan en sert içki kolaydı. Kumsaldaki haşemagillerin çokluğu rotamızı yeniden çizdi; mahalle bize de basmadan topukladık!