Avrupa Birliği’ne bırakın tam veya yarım üye olmayı.. Onların gözünde dost bile değiliz artık. Son örneğini E. Büyükelçi Şükrü Elekdağ AB zirvesinin kararlarını yorumlarken ortaya koydu:
- AB, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın izin vermediği alanlarda Türkiye’nin sondaj ve sismik araştırma yapmasını yasaklıyor.
Aksi takdirde ekonomik yaptırım uygulayacağını bildiriyor.
Türkiye bu baskılar üzerine Oruç Reis ve Yavuz sondaj gemilerini limana çekiyor. Mavi Vatan projesi rafa kalkıyor.
AB Türkiye’ye resmen düşman muamelesi yapıyor. İlginçtir... AB merkezlerinden bir yandan da hâlâ Türkiye günün birinde AB’ye üye olabilirmiş havası yayılıyor.
Neden böyle bir hava basmaya gerek duyuyorlar? Büyükelçi Onur Öymen’in tespiti:
- AB ilişkiyi tamamen keserse baskı yapamaz. O yüzden bir yandan da Türkiye’ye gelecek için umut vermeye devam ediyor.
İlişkiler neden bu noktaya geldi? Hatayı iki tarafta da aramak lazım.
Kısa süre önce yapılan Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nin ardından yayımlanan bildiri yaptırım öngörmediği için bizim basınımız tarafından olumlu tonda karşılandı. Üzerinde durulmadı. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar’a verdiği röportajda bambaşka bir tablo çiziyor oysa. Diyor ki özetle:
- Zirve kararları, Türkiye’ye yönelik sert ve tehditkâr bir üslupla yazılmış. AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gerçekleştirdiği sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini Yunanistan’a ve (Güney) Kıbrıs’a karşı yapılmış “uluslararası hukuka aykırı, yasa dışı” faaliyetler olarak değerlendiriyor; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tutumunda bir değişiklik olmadığı takdirde, Türkiye’ye karşı yaptırımları devreye sokacağını vurguluyor. Kararda atıfta bulunulan belgelerin içeriğinden, bu yaptırımların ekonomik nitelikte olacağı anlaşılıyor. Bu ifadeler, Oruç Reis ve Yavuz’un, Doğu Akdeniz’de araştırma ve sondaj faaliyetlerinde bulunmalarının AB tarafından yasaklanmış olması
Zaman öyle bir zaman... Kim daha savaşçı görünürse o daha cesur, daha vatansever sayılıyor. Vatanseverlik savaş severlik ile ölçülüyor. Barıştan söz edenler neredeyse korkak ve hain...
Vatanseverlik böyle tek boyutlu bir kavram mıdır?
Her sorunda silaha sarılmak, çözümü silahta aramak mıdır?
Osmanlı devlet adamı ve yazar Süleyman Nazif, yüz yıl önce vatan ve vatanseverliğe dair militarist anlayışlar karşısında bakın neler yazıyor:
“Biz eğer vatanımızı hakkıyla sevseydik dağları bu kadar çıplak, enharı (nehirleri) bu kadar tarmar (bulanık) ormanları bu kadar garet dide (yağmalanmış) sahilleri bu kadar ıssız, ovaları bu kadar bikes (kimsesiz) hülasa toprağı bu kadar sefil ve efradı (fertleri) bu kadar müzmahil (perişan) olmazdı. Vatanlar yalnız harp zamanlarında ve yalnız dış düşmanlara karşı korunmaz. Sulh ve sükûn saatlerinde ülke insanlarına düşen büyük görev daha mühim ve daha zorludur. Memleketi yıkımdan kurtarmak ve bugün baykuşlar öten yerlerin ufuklarına refah
ve bahtiyarlığın şevkli şarkılarını
Psikolog Acar Baltaş’ın “Akılsız Duyguların Cezasını Kararlar Çeker” adlı kitabını raftan indirip okurken bizi yöneten beynimizi pek de (belki de hiç) tanımadığımızı anlıyoruz. Bunun da faturası hem insana hem topluma çok ağır çıkıyor. Diyor ki yazar:
“İnsan beyni verdiği tepkileri ve aldığı kararları iki ayrı bölgede işlemden geçirir. Bunlardan biri ‘düşünen beyin’dir. Düşünen beyin, akıllı, planlayan, yönlendiren, uzun vadeye odaklanan, kontrollü ama zayıf ve yavaştır.
Diğer bölge ise ‘hisseden beyin’dir. Hisseden beyin kısa vadeye odaklı, tembel, heyecanlı, düşüncesiz ancak güçlü ve hızlıdır. Özellikle haz, çıkar, tehlike ve tehdit içeren durumlarda kararlarımızı bilincimize yani ‘düşünen beyin’e başvurmadan veririz. Sonuçta düşünen beyne sadece verilen yanlış kararları savunacak gerekçeler üretmek kalır.
Özellikle para ve maddi kazanç beklentisi içine girmek hisseden beyinde şimşekleri çaktırır ve dikkati dağıtarak riskleri ve
Suudi Arabistan hükümeti, bizim ürünlere ambargo ilan etti, ‘Made in Turkey’ yazan hiçbir ürünü ithal etmeyeceğini açıkladı.
İki ülke arasında 6 milyar dolarlık ticaret hacmi vardı.
Müteahhitler Birliği, Suudilerin Türk müteahhitlerine de ciddi zorluk çıkarmaya başladığını, 2018’de yaklaşık 3 milyar dolarlık müteahhitlik işi aldıklarını, bu yıl sekiz ayda rakamın 21 milyon dolara düştüğünü bildiriyor. Kararın turizme de önemli etkisi olacak.
Suudlarla yakınlığı bilinen Bahreyn ve Dubai’nin de ülkemize yönelik gizli ambargo uygulayacağı gelen duyumlar arasında.
Bir zamanlar iç ve dış politikada “Din çimentomuzdur”, “Din tek birleştiricidir” gibi söylemler moda olmuştu. Din kardeşimiz Araplar artık İsrail’i dost, Türkiye’yi düşman ilan edecek kadar atarlandılar. Neden böyle oldu? Oturup sakin kafayla düşünmekte yarar var.
PARİS NOTLARI
Paris’teki dostumuz Mehmet Güzel korona sürecindeki Fransa’yı anlatmış:
“Son altı ayda birçok kü&cced
Ya dışındasındır çemberin/ Ya da içinde yer alacaksın/ Kendin içindeyken/ Kafan dışındaysa/ Çaresi yok kardeşim/ Her akşam böyle içip kederlenip/ Mutsuz olacaksın”
Murathan Mungan’ın Yeni Türkü tarafından bestelenen bu şiiri biraz politik nasihat da içeriyor. Küresel güç dengesinde ya Atlantik cephesinde ya Avrasya tarafında yer alacaksın. Çemberin hem içinde hem dışında olamayacağın gibi arasında da kalamazsın.
S-400 hamlesiyle Atlantik ekseninden çıkış için bir hamle yaptık. Ancak ABD, CAATSA yaptırımlarını gündeme getirince durakladık. S-400’leri depoya kaldırdık. Suriye ve Libya’da kâh ABD, kâh Rusya ile birlikte iş tuttuk. Sonuçta zaman zaman ikisiyle de karşı karşıya geldik. Arada kaldık. ABD Yunanistan’la sarmaş dolaş oldu.
Öte yandan, İdlib’de Rusya ile aramızda ipler gerildi. Demeye kalmadı... Azerbaycan’da bizi de ilgilendiren yeni bir cephe açıldı.
Suriye parçalanıyor, ABD petrol hediyeli Kürt devleti kurmakla meşgul. Biz ise YPG ve PKK ile uğraşacak tek güç olan Şam
Bugün Dil Bayramı’nın 88. yılı. Atatürk’ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül’ü her yıl “Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.
Dilimiz güzeldir. Arapça ve Farsçadan arındıkça daha da güzelleşiyor. Bu dille her şeyi ifade edebileceğimizi Yaşar Kemal’den Aziz Nesin’e, Nâzım Hikmet’ten Orhan Kemal’e, Sabahattin Ali’den Sait Faik’e nice şair ve yazarımız eserleriyle ispatlamıştır. Dilin Türkçeleşmesinde TRT’nin çabalarına da büyük yer açmamız gerekir. TRT, kurulduğu 1960’larda sürekli Türkçe sözcükler kullanarak onların dile yerleşmesinde etken oldu. Yeni sözcükler ilk zamanlar garip gelmişti. Türk Dil Kurumu alaya alındı. Zaman içinde alıştık. Benimsedik. Bugün o sözcüklerle konuşuyoruz. Misal mi:
“...anlayış, bakan, basın yayın, barış, başarı, başkan, bilgi, bilim, birim, çoğunluk, dayanışma, değerli, deneme, dönem, duygu, düzenlemek, egemenlik,
Dışişleri Bakanı Mike Pompeo açıkladı, ABD, Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uyguladıkları silah ambargosunu kaldırıyor. Washington artık Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’ne destek verdiğini açıkça sergilemekten çekinmiyor.
Güney Kıbrıs kime karşı silahlanacaktır?
Belli ki Türkiye’ye ve KKTC’deki Türk askeri birliklerine karşı.
Çünkü etrafında başka düşmanı yok.
Peki, Türkiye bu tehlikeli gidişe karşı ne yapıyor? İktidar ve muhalefetten zayıf iki açıklama dışında hiçbir tepki görmediğimizi belirtelim.
Rum Yönetimi’nin 1997 yılında Rusya’dan S-300 füzeleri almaya kalkıştığı zaman Türkiye’nin gösterdiği tepkiler hatırlardadır. Ankara, füzelerin Kıbrıs’a ulaşmaması için abluka uygulayacağını, füzeler monte edildiği takdirde hava hücumuyla tahrip edeceğini çok açık dille bildirmişti.
Rumlar bu tepkiler üzerine füzeleri alamadı. S-300 füzeleri Girit Adası’na hapsedildi. Günümüzde şartlar çok daha kritik.
ABD Suriye’de Kürt devleti oluşturma ça