10 Eylül 1929 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetinde bir haber:
“Kadınlara lâf atanlar derhal tevkif edilecek”
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt o günlerde kadınlara söz atanların çoğaldığını dikkate alarak Cumhuriyet savcılarına bir genelge yolluyor...
Laf atanları inkılabın getirdiği yeniliklere karşı çıkanlar arasında sayarak savcılara bunun cezayı gerektiren suç olduğunu anımsatıyor... Laf atanların bilerek bilmeyerek gericilere hizmet ettiğini söylüyor. Ve devam ediyor:
“Bunlar yeniliklere candan bağlı vatandaşları eskiliğin devamı tereddütlerine, endişelerine salmaktadır. Türk vatanında namus, şeref, haysiyet teşkilatlı esasiyemizin ve bütün Türk milletinin teminatı altındadır. Türk ceza kanunun 421inci maddesi laf atanları 3 aydan aya kadar hapis cezası ile cezalandırmakta, 424üncü maddesi tazminat hükmünü ihtiva etmektedir...”
***
Anlaşılan o dönemde gericiler giyim kuşamları ve özgür davranışlarıyla dikkati çeken Cumhuriyet kadınlarına bu tavırları nedeniyle laf atarak ezmeye çalışmakta, durum şikâyet konusu olmaktadır. Onların torunları da malum günümüzde otobüste tekme atmakta, yargı tutuklayıp tutuklamamak konusunda tereddütler içinde kalmaktadır!
Atatürk Samsun’a ayak basarken kafasında var olan projeyi Nutuk’ta şöyle anlatır:
“Efendiler.. Bir tek karar vardı, o da milli egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak”
28 Ekim 1923 gecesi bazı bakanları Köşk’e davet etmiş herkes dağıldıktan sonra İsmet İnönü’ye: “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” demiştir.
Cumhuriyet 29 Ekim günü saat 20:30’da ilan edildi...
İstanbul halkı gece yarısı top atışlarıyla uyandı... Çünkü Cumhuriyet ilanının top atışlarıyla kutlanması emrinin İstanbul’a varması ve uygulanması gece yarısını bulmuştu.
Cumhuriyet neden 29 Ekim’de ilan edildi? Bu soruyu Fahrettin Altay Atatürk’e sormuş, şu yanıtı almıştır:
- Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu bir milletin, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.
Sönmeye yüz tutan Babıali ışıklarıyla birlikte onları da tek tek kaybediyoruz. İlkeli, titiz, ahlaklı, okura saygılı bir kuşağın son temsilcilerinden Nail Güreli ağabeyimiz de aramızdan ayrıldı.
Gerçek bir İstanbul efendisi idi o. Nezaketi elden bıraktığı hiç görülmezdi. Üslubuna ve yazılarına da yansıyan bir insani ve mesleki nezaketti bu. Sapına kadar dürüst adamdı. O yüzden yıllarca Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Gazeteciler Sendikası Başkanı gibi saygın makamlara seçildi. İlkeleriyle bu kurumlara da saygınlık kazandırdı.
Cemiyet Başkanı olarak makam aracına sadece görevli olarak bir yere gideceği zaman binerdi. Milliyet’e otobüsle gelir giderdi. Oğlu Gür Güreli’nin nikâhına bile ucu ucuna yetişmişti, çünkü taksi bulamamıştı.
Müthiş bir arşivciydi. Her gün gazeteleri dikkatle okur, işaretler, kesip dosyalaması için yardımcısı Almıla Karaman’a teslim ederdi.
2010 yılında 8 bin kitaptan oluşan kütüphanesini ve 58 yıllık arşivini Maltepe Üniversitesi’ne bağışladı. Onun kitaplarına özel bir bölüm ayrıldı.
Gözaltında öldürülen gazeteci Metin Göktepe Gazeteciler Cemiyeti üyesi olmadığı halde onun davasını yakından takip etti. Metin Göktepe ödüllerinin ilki ona verildi.
Gazetecilik
Karaköy’de vapur iskelesinin arkasında balık lokantaları sıralanır. Dün geçerken baktık, lokantaların bir kısmı kapanmış. Bazıları kafeye dönüştürülmüş. Denize bakan Hettie Hotel kapatılmış. Otelin çatısındaki Galatalı Balık Lokantası ışıkları söndürmüş. Tanıdık bir lokantacıya:
- Ne oluyor, diye sorduk...
- Bak etrafta bir tek turist görüyor musun, dedi, turist olmayınca bu lokantalar ayakta kalır mı?
Bu yıl İstanbul’daki patlamalar turistleri kaçırdı. Limana yolcu gemisi gelmiyor.
Turist gelmediği için daha yukarda tarihi Nuruosmaniye Caddesi ve Kapalıçarşı da ıssızlaştı. BirGün gazetesinin haberine göre krizden önce günde 500 bin kişinin ziyaret ettiği Kapalıçarşı’da 600’e yakın dükkân kapanmak zorunda kaldı. 3 bin 600 esnafın olduğu tarihi çarşıda kapanan dükkânların sayısının yıl sonuna kadar bin 500’ü bulacağı tahmin ediliyor. İstiklal ve Bağdat Caddesi aynı hızla boşalıyor.
Moda’da ekmekleri ve lezzetli hamur işleriyle ünlü Papatya Fırın’ı işleten dostlarla konuşuyoruz:
- İşler yüzde 40 azaldı, diyorlar, sadece bizim değil bütün esnafın durumu aynı...
Hükümetin halen hazırlanmakta olan yeni bir KHK ile silah ruhsatı alınmasını kolaylaştıracağı bildiriliyor.
Bu haber tam da AKP’nin kendi taraftarlarını silahlandırdığı haberlerinin üzerine geliyor.
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek bir televizyon yayınında ifşa etti:
“Muazzam bir silahlanma oldu. Pompalı tüfeği alan evine atıyor.”
Rize Valisi Erdoğan Bektaş silahlanmaya karşı olduğunu, silah ruhsatı isteyenlerin engellenmesi gerektiğini söylerken ne demişti:
“Manisa’da iki yılda verdiğim silah ruhsatının beş katını Rize’de üç ayda verdim...”
Edirne Valiliği’nin silah ruhsatı isteyenlerden Valiliğin uygun gördüğü dernek ve vakıflara 10 bin liraya kadar varan miktarlarda bağış yapmasını istediği, bu bağışı yapanlara ruhsatı verdiği gazetelerde yer alıyor.
Siyasette çelişki mi arıyorsunuz... MHP’nin, daha doğrusu Devlet Bahçeli’nin “Başkanlık sistemi”yle ilgili tavrını izleyiniz... En güzel örnektir...
Devlet Bahçeli’nin durup dururken bu sistemi gündeme getirmesinin temel gerekçesi ne? Cumhurbaşkanı Anayasa’ya uymuyor, fiilen başkan gibi davranıyormuş. Bu hukuksuzluk böyle devam edemezmiş, bir an önce ortadan kaldırılması lazımmış.
Doğru da... Hukuksuzluğun giderilmesinin yolu ona hukuki kılıf giydirmeye çalışmak mı olmalıdır, yoksa hukuksuzluk yapanı anayasal sınırlar içine çekmek mi? Bugün fiili durum yaratarak Anayasa’yı çiğneyen kişinin başkan seçilirse yeni fiili durumlar yaratmayacağının garantisi var mı? O zaman da yeni fiili duruma uysun diye yine Anayasa’yı mı değiştireceğiz?
Nereye kadar sürecek bu?
Meclis’teki oylamada başkanlığa evet diyeceklermiş ama referandumda hayır oyu kullanacaklarmış!
Başkanlık sistemi kötü ise neden Meclis’te “evet?”
Yok, başkanlık sistemi iyi ise neden dışarıda “hayır?”
Eşsiz bir tiyatro, sanat ve edebiyat adamı olan Haldun Taner’in Kadıköy Mühürdar’daki büstü hafta başında insan görünümlü yaratıklar tarafından kırılıp kaçırıldı. Valilikten herhangi bir açıklama yapılmazken Kadıköy Belediyesi hiç duraksamadan heykelin en kısa sürede yeniden yaptırılacağını açıkladı.
Merakımız; Kültür Bakanı Nabi Avcı hiç Haldun Taner’in bir öyküsünü okumuş veya Keşanlı Ali Destanı gibi bir oyununu izlemiş midir? Öyleyse bu muhterem adamın anısına yapılan saygısızlıkla ilgili bir çift söz neden söyleyemez?
Heykel kıran IŞİD uzantılarına, Haldun Taner’den daha çok mu saygı duyuyorlar?
? ? ?
Haldun Taner uygar ve çağdaş adamdı ancak ideolog veya militan değildi. Heykelinden ne istemiş olabilir? Ali Sirmen şu yorumu yaptı sütununda:
Aylardır gözüne uygu girmeyen, sıkıntılı ve endişeli bir baba ile konuşuyoruz. Malatya Ticaret Borsası Başkanı Gürsel Özbey telefonda anlatıyor:
“Astsubay olan oğlum Semih Özbey geçen yıl eylül ayında Tunceli’de yolculuk yaparken PKK tarafından kaçırıldı. Bir yıldır başvurmadığımız makam ve yetkili kalmadı. Hiçbir ilerleme sağlayamadık. Bu durumda olan asker ve polis 13 kişi var. Hepimiz yani bütün aileler her gece yatağa endişe içinde giriyoruz”
Gürsel Özbey’in bakanlar, başbakanlar, muhalefet partileri dahil görüşmediği, konuşmadığı kimse kalmamış. Sonuç alamamış.
- HDP bir şey yapamıyor mu, diye sorduk...
HDP’li İdris Balüken “Her parti bir üye versin, heyet oluşturalım, Kuzey Irak’a gidip bu çocukları isteyelim”, demiş...
Fakat eski Başbakan Ahmet Davutoğlu “Onlar samimi değil” diyerek talebi kabul etmemiş...
Bu endişe ve acıyı ortadan kaldırmak için hükümetin yapacağı şeyler mutlaka vardır. Yeter ki istesinler, yeter ki kendilerini bir dakika bu ana babaların yerine koysunlar...