Christine and the Queens’in yeni albümü “Chris” şu mesajı veriyor: Zekice hazırlanmış, zevk sahibi, derinliği olan, ilginç, sıra dışı işler de popüler olabilir.
İlginç, zekice hazırlanmış, derinliği olan, azıcık zevk sahibi her şeyin marjinal kabul edilip kenara itildiği bir çağdayız. Bu önyargılı refleks her zaman vardı. Ama günümüzde yepyeni boyutlar kazandı. Daha güncel bir tabirle anlatmam gerekirse, aşağı yukarı bahsettiğim özelliklere sahip şeylere bugün daha ziyade “elit” deniyor. Elitin sözcük anlamını boşverin. Çünkü kimse artık bu anlamıyla kullanmıyor. “Elit” küfür gibi bir şey. Yeni çağın erdemi, ilginç şeylere kulak kabartmak, öğrenmek, gelişmek daha iyiye, daha güzele ulaşmak değil. Hep aynı kalmak. Nasıl doğduysan, nerede hangi çevredeysen o çevrede kalman lazım. Sınırları aşmazsan sırtını sıvazlıyorlar. İstenen, takdir gören bu. Ben müzikten bahsediyorum. Konu pop müzik.
Halbuki zekice, ilginç, sıra dışı ve “marjinal” işler de popüler olabilir. Sözü burada Christine & The Queens’e ve albümü “Chris”e getirebilirim artık. Fransız müzisyen, şarkıcı ve besteci Heloise Letissier elit bir çevreden gelen (eliti sözlük anlamıyla kullanıyorum), iyi yetişmiş bir müzisyen. Nantes’ta doğdu. Lyon’da tiyatro eğitimi aldı. Bunun etkilerini hem müziğinde hem de kliplerinde görmek mümkün. Müziğiyle olduğu kadar bedeniyle de kendini ifade ettiğini anlamak çok zor değil. Annesi, babası öğretmen. Ona küçük yaştan itibaren iyi müzik dinletmişler. Caz, David Bowie, Klaus Nomi ve daha neler neler. Edebiyatın her türlüsüyle içiçe büyümüş. Ondan bir sanatçı çıkması şans değil. Pop müzisyeni çıkmasıysa bizim için şans. Kafası farklı çalışıyor. Amerikan stüdyolarından çıkmış standart popçulardan değil. Sıradan değil. Zekice yapılmış, ilgi çekici şarkıları var. Kendine has, sürüden farklı.
İki dilde de dinlenmeli
Letissier bu ikinci solo albümünü bir konsept çerçevesinde gerçekleştirmiş. Buna uygun olarak tipini değiştirmiş. Saçlarını bir Yeni Dalga filmi oyuncusu gibi kesmiş. James Dean’e ya da belki Batı Yakası’nın hikayesindeki bir karaktere benziyor. Belki de “Arzu Tramvayı”ndaki Marlon Brando’ya. Christine, Chris olmuş. Chris karmaşık, rahatsız, asabi, kafasının dikine giden bir persona. Ve onun çevresinde gelişen şarkılar da bu personanın değişik halleri üzerine. ‘80’ler post-disco estetiği üzerinde gelişen beat’ler, sound’u sırtlayan, aynı zamanda beat’lere kişilik katan synthesizer kullanımı. Teatral vokaller. Zaman zaman Kate Bush tadı alacak, tecrübeli ve dikkatli müzik dinleyicisi.
Kayıtsız kalmak imkansız
“Girlfriend” albümün erken single’ıydı. Bana kalırsa bu yılın en başarılı pop single’larından biri bu. “The Walker / La Marcheuse”e kayıtsız kalmak imkansız. “Doesn’t Matter (Voleur Du Soleil)” bağımlılık yarattı. Açılıştaki “Comme Si” albümün genel estetik duruşunun manifestosu gibi. “5 dollars / 5 dols”, sadece İngilizce versiyonda bulunan “Feels So Good”, “Stranger / L’étranger”. Sadece Fransızca versiyonda bulunan “Les Yeux Mouilles” insanı hemen yakalayan şarkılar. Geriye zaten pek bir şey de kalmıyor. Albüm şu anda Britanya’da iki numara, siz bunu okurken bir numaraya yükselmesi muhtemeldir. Benzer başarılar şaşırtıcı olmaz. Yılın en iyi pop albümü. Her iki dilde de dinlemenizi öneririm. Sonuç mu? Zekice hazırlanmış, zevk sahibi, derinliği olan, ilginç, sıra dışı işler de popüler olabilir.