Mağara adamı diye bir imge var. Elinde kocaman bir sopa, kadını saçından tutup yerde sürükleyerek mağarasına götüren bir ilkel canlı.
Biz kendimizi bu insandan her zaman üstün görmüşüzdür. “Onlar ilkeldi. Biz medeniyiz. Çok harika bir kültürümüz, değerlerimiz, inançlarımız var. Onlar olmasa mahvolurduk ve ilkel çağlara dönerdik” falan...
Halbuki ilkel çağlara dönmek kötü bir şey değil. Aksine, tarih öncesi dönemlerde, yerleşik tarıma geçilmeden önce yaşayan ilk insanlarla karşılaştırıldığında bugün aslında berbat, sağlıksız, bol stresli ve mutsuz bir hayat yaşadığımızı kabul etmeliyiz.
Bir defa atalarımızın diyeti çok daha iyiydi. Meyve, sebze ve etle besleniyorlardı. Bol bol lifli gıda demek. Her şeyin organik olduğunu hatırlatmama gerek yok herhalde. Ekmek, hamur işi, beyaz un, şeker, tatlılar, işlenmiş gıdalar, bunlar içindeki koruyucu maddeler, fast food, trans yağlar ve bizi hasta eden bütün diğer sağlıksız şeyler hayatlarında yoktu.
Tarıma henüz geçmediklerinden hayat basitti. Her gün yürü, besin neredeyse oraya doğru göç. Mevsimleri takip et. Kabul edelim ki günlük adım sayısı doldurma ya da spor salonuna gitmek gibi ihtiyaçları da yoktu. Zaten her gün inanılmaz bir kalori harcıyor, sabah erkenden kalkıp yürüyor, dolaşıyor, devamlı hareket ediyorlardı.
Bunun da ötesinde, sosyal yaşamları çok canlıydı. Birbirlerine ihtiyaçları vardı. Arkadaş edinmek ve diğer bireylerle iyi geçinerek yardımlaşmak sadece bir tercih, iyi huy ya da lütuf değil gereklilikti. Yiyecek toplamak, avlanmak, çocuklara bakmak, barınacak yer bulmak için birbirlerine ihtiyaçları vardı.
Çocuk demişken, çocuk yetiştirmek kolektif bir işti. Çocuklarıyla bugünün medeni ve modern insanlarından daha fazla zaman geçiriyordu avcı-toplayıcı atalarımız. Özellikle erkeklerin ve kadınların çocuk yetiştirmedeki rolünün eşit olduğu araştırmalar sonucunda ortaya çıkıyor.
Yetişkinlerde kadın-erkek ilişkileri de sanıldığından daha canlıydı. Tanzanya’daki avcı-toplayıcı Hadza kabilesinde mesela bir yetişkin hayatı boyunca ortalama üç dört eş değiştiriyor. Kadınlar eş seçiyor. Çoğu avcı-toplayıcı kültürde kadın-erkek eşitliği toplumun temelini oluşturuyor. Bu, hayatta kalmanın da bir gereği çünkü. Sadece erkeklerin hâkim olduğu toplulukların geri kaldığı tespit edilmiş.
Yabancılardan uzak durmayı öğrettiğimiz çocuklarımızın tersine, atalarımız çocuklarını toplumun diğer bireylerine güven üzerine yetiştiriyordu. Çünkü bu hayatta kalma stratejilerinin bir parçasıydı. Yalnız kalırsan, izole olursan ölürsün. Birlikte varsın.
Sonra ne oldu? Tarım icat olundu. Yerleşik düzene geçildi. Mülkiyet başladı. Tarlalara sahip olununca orada çalışacak köleler gerekti. Beslenme değişti, sağlık durumu değişti, sosyal ilişkiler değişti. Avcı-toplayıcıların yaşadığı verimli alanlarda tarım yapılmaya başlanınca bu insanlar yerlerinden yurtlarından oldu, tarlalarda başkaları için çalışmak zorunda kaldılar. Gerisi zaten bildiğiniz insanlık tarihi.
Homo erectus 1.8 milyon yıl boyunca, Homo sapiens 200 bin yıl boyunca avcı-toplayıcı yaşadı. Ne binlerce, yüz binlerce insanın katledildiği bir savaşın izi var, ne de bir soykırımın ya da totaliter bir zulmün. İnsanoğlu yaklaşık 10 bin yıl önce ilk kez Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’de tarıma geçti. O zamandan beri oluk oluk kan akıyor. Özetle, insanlık olarak tarıma geçerek boyumuzdan büyük bir işe kalkışmışız ve altından da kalkamamışız arkadaşlar, manzara bu. Hâlâ da beceremiyoruz.
Sene sonu gelince kişisel bir geçmiş ve gelecek değerlendirmesi yapmak âdettir ya. Ben bu sefer tarihleri birkaç yüz bin yıl genişlettim. Son yüz bin yılda neler oldu, gelecek yüz bin yılda neler olmalı? Tek bildiğim şey şu: Bireysel kurtuluş diye bir şey yok.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024