Blood Orange adı altında müzik yapan İngiliz müzisyen, şarkıcı ve besteci Dev Hynes’ın yeni albümü “Negro Swan”, çağdaş soul müzik hakkında güncel bir değerlendirmeyi de beraberinde getiriyor.
Jazzy art funk.” “Post punk.” “Dream pop.” “Chillwave.” “Lo-fi /hip hop soul.” “Downtempo rock.” “Spacey chillwave.” “Anxious alt-pop.” “Progressive R&B.” “Indie hip hop.” Bunlar sağda solda çıkan yazılarda albümü tanımlamak için kullanılmış ifadelerden bazıları. Neredeyse tamamını aynı cümlede kullanan da var. Bir albüm hem “post punk”, hem de “spacey chillwave” olabiliyor demek ki. “Marksist kapitalistler” gibi bir şey.
İnsan tabii şunu düşünüyor. Bu nasıl bir tarzdır ki bu kadar iddialı, havalı ve yaratıcı tanımlarla tarif etmek zorunda kalıyorsunuz. Ama gene de net bir tarif veremiyorsunuz. Bu nasıl sofistike bir müzisyenliktir ki Debussy’yi, Fauré’yi Mozart’ı, Bach’ı, Beethoven’ı bu kadar fazla sıfatla anlatamıyor insanlık. Ama Dev Hynes’ı böyle böyle ele alıyor. Müzikte olduğu kadar müzik yazarlığında da yepyeni ufuklara doğru evriliyoruz, o kesin. Bu tanımlar bugünün müzik dünyasında pek çok albüm için kullanılan standart tanımlardan sadece bazıları. Alt-türler diyelim. Eskiden kasetçiye giderdik, “Şu taraf disco, şu taraf rock, yerliler de burda” derdi abiler. Kesin ve net. Bugünün müziğindeyse her şey flu, köşeler daha az.
Sadece soul değil
Blood Orange’ın “Negro Swan”ı temelde bir soul albümü. Ama bugünün dünyasında artık hiçbir şey sadece “bir şey” değil. O bakımdan bu müzik de, temelinde soul olmasına rağmen sadece soul değil. İçinde R&B var. Hip hop var. Bu tip müziklerde alışık olmadığımız synthesizer tonları var. Bu tip müziklerde alışık olduğumuz Curtis Mayfield vokalleri var. Pop var. (Bence içinde rock ve post-punk geçen tanımlar yanıltıcı olur). Bu albümü ilgi çekici yapan bu kimya. Eskiden bildiğimiz, kulağımıza yabancı gelmeyen sesler, melodiler yeni dünyanın kültürel kodlarına göre yeniden yorumlanmış. Bu tip tek albüm bu değil elbette. Tek sanatçı da Blood Orange değil. Bana kalırsa The Internet, The Weeknd, Frank Ocean, Miguel, Sampha gibi isimleri de eğer henüz tanışmadıysanız kurcalamakta fayda var. Başta soul, siyah müziğini seven biri için bugünün yeni dalgasını anlamak açısından bu gerekli.
Hynes’ı özel yapan dersini çok iyi çalışmış olması. Kullandığı beat’ler, vokaller, klavye tonları, mırıldanmalar, bazı nakaratlar o kadar doğru yerlere dokunuyor, o kadar sağlam referanslarla ilerliyor ki kayıtsız kalmak mümkün değil. Albüme bir başlarsanız, içine çekiliyorsunuz.
Dev Hynes’ın siyah gey kimliği, sanatsal ifadesinin önemli bir parçası. Marjinal bir kimlikle yaşamak, özellikle de kişisel hikayeler anlatan şarkılar yapıyorsanız hiç kolay değil. Hynes bunu yaparken bir yandan da kendi kuşağının soul müziğini inşa ediyor. Hip hop sularına giriyor, popun şifrelerini kurcalıyor. Güzel melodileri birbirine aşılıyor. Fonda Michael Jackson ve Prince’in hayaleti dolaşırken bir yandan da Marvin Gaye, Al Green, Curtis Mayfield gibi babaların açtığı yolun tozunu alıyor.
Albüme dair olumsuz eleştiri olsa olsa şarkı arası röportaj kullanımına olabilir. Şimdilerde çokça karşımıza çıkan, sanatçıyla bir sohbetten bölümleri şarkı aralarına “attırma” hadisesi beni açmıyor. “Müziğinle, şarkılarınla neyi anlatamadın da demeç veriyorsun?” diyesi geliyor insanın.
Pop etkisiyle “blues” yaratıyor
Ortalama iki buçuk üç dakikalık 16 şarkıdan oluşan 49 dakikalık bu albüm “Orlando” ile açılıyor. Curtis Mayfield tipi soul vokal göndermesini aşina kulaklar hemen algılayacak. “Saint” ‘80’lerin başında soul’dan popa geçen sanatçıların tarzını andırıyor. Ancak Hynes pop etkisini, bizi neşeli ve yüksek tutmak için değil, aksine buradan bir “blues” yaratarak kullanıyor. Albümün genelinde de bu durum benzer. Diddy ve Tei Shi’li “Hope” hayli klasik tınlayan bir rap şarkısı görünümünde. Albüm “Jewelry” ile başka türlü bir ivme kazanıyor. Müthiş bir beat’i var ve burada bu hareket gelmese albüm tekdüzeliğe giderdi. “Charcoal Baby” erken single’lardan biriydi. Melodik ve oldukça güçlü riff’leri var. “Vulture Baby” caz sularında gezinen bir buçuk dakikalık kısa bir ara gaz olmuş. “Chewing Gum”, ASAP Rocky’nin katkısıyla etkileyici. “Holy Will” deneysel bir dört dakika. Albüm sonlara doğru giderek netleşiyor. Adeta tatlıyı sona saklamışlar. “Running” bana yıllar önce Galliano ya da Urban Species dinlediğim günleri hatırlattı. Bu bakımdan albümün soul’un sadece ‘70’lere 80’lere değil, ‘90’lara da uzandığı hissine kapıldım. Hynes’ın her ne kadar ABD’de yaşasa da İngiliz olmasının etkisi burada ortaya çıkmış. “Out of Your League”, “Minetta Creek” ve son şarkı “Smoke” en fazla kulak kesildiğim şarkılar oldu.