Doksanların İstanbul’unun popüler cover grubu Blue Blues Band’in hikayesini anlatmaya girişiyor “Blue” filmi. Bunu yaparken ekibin iki üyesi Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’nın hikayelerine odaklanıyor. Ancak temelde 90’ları bir parça olsun yeniden yaşatması bakımından bile önemli.
Ben de oralardaydım
Benim bu filme bakışım kişisel nedenlerden “biyografik” oldu.
O mekanların hepsinde o görüntüler alınırken ben de oralarda bir yerlerdeydim. Köşede barın önündeydim belki. Belki tuvalet sırasında muhabbetteydim. Belki Kemancı’da Yavuz Çetin “Mary Had A Little Lamb” derken sahne önünde hafifçe sallanıyordum, belki Hayal Kahvesi’nde sahnenin tam köşesinde bas çalan Sunay’ın dirseğinin altındaydım. Belki Mojo’da Kerim Çaplı “Superstition”ı söylerken kalabalığın arasında ite kaka yolumu arıyordum.
O görüntüleri, o mekanları, o insanları, o davul ve gitar tonlarını, o bas yürüyüşlerini, o blues klasiklerinin bütün notalarını, vokallerini ezbere biliyorum, nota nota dün gibi hatırlıyorum. Bu belgeseldeki görüntüler, anlatılanlar o dönem oralarda olan herkesi kalbinden yakalayacaktır çünkü o kadar az “delil” var ki yaşadıklarımıza dair. En ufak bilgi, belge kırıntısı bile önemli bizim için çünkü kimse elinde kamerayla dolaşmazdı, cep telefonu yoktu, bir bara gittiğimizde elimizde bira bardağı tutardık.
Yolumuzu aramışız
Bu görüntüler bana bugün şunu anlatıyor: Ne kadar da cool zannederdik kendimizi, oysa ne kadar saf, genç, tecrübesiz ve aslında çaresizmişiz. Gidecek yerimiz yokmuş; o yüzden bilmeden, farkında olmadan bir araya toplanmışız, Beyoğlu’na adeta sığınmışız. Hayaller kurmuşuz. Kemancı’da, Hayal’de, Mojo’da sabahlamışız, müzikle yatıp müzikle kalmışız. Birbirimize destek olmuşuz.
Ve o dönemin müzisyenleri, şarkıcıları, gitaristleri, basçıları, davulcuları, her kesimden, sınıfsal ve etnik kökenden dinleyicileriyle o camianın parçası olanlar ne kadar da hoşgörüsüz, anlayışsız bir ortamda el yordamıyla yolumuzu aramışız. İnsan bunu fark ediyor.
Filmde kullanılan kadar, filmin kurgusunda çok anlamlı bulunmadığından kullanılmayan da onlarca röportaj var. Yönetmen Sertan Ünver bunları muhtemel bir DVD’de değerlendirmek istediklerini söyledi.
Bu filmle ilgili detaylı bir yazıyı, Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’ya dair filmde yer alan detayları ve bunlara dair bir analizi Milliyet Sanat’ın yeni sayısı için kaleme aldım. Film 21 Nisan itibarıyla vizyona giriyor. Umarım filmi gidip görme fırsatınız olur.
Çevre dostu pikap
House of Marley, Bob Marley’nin ailesinin sahibi olduğu bu şirket. Bambudan ürettiği doğaya saygılı elektronik ürünlerle biliniyor, daha net olmak gerekirse kulaklık ve hoparlörlerle. Bunlardan bir tanesi bende de var ve gerçekten amacınız “doğal ses” ise işe yarıyor. Ayrıca ses bir yana görünüm inanılmaz, dokunmak ve kulağınıza takmak bile ayrı zevk. Ancak bu ürünün hakkını vermek için kaynağın da doğal ses üretmesi lazım. Yani internetten sıkıştırılmış müzik dinleyince bu kulaklığın performansından bir şey anlamıyorsunuz.
Sanırım bu fikir şu anda şirketin başındaki Rohan Marley’nin de aklına yer etmiş. Marley 22 Nisan’daki Dünya Plak Günü’nde yeni bir ürünün lansmanını yapacak. Bob Marley marka, bambudan üretilen çevre dostu bir pikap. Adı şarkıdaki gibi “Stir It Up”. Fiyatı da 229 dolar olarak belirlemişler. Pikapta bambu dışında kullanılan maddelerin pet şişelerden geri dönüşümle elde edilmiş plastikler olduğunu belirteyim.
Ayrıca Dünya Plak Günü’ne özel, Marley Ailesi’nin elinde bulunan, hiç gün ışığı görmemiş kayıtlardan bir plak hazırlanmış. Sadece 500 adet basılan bu plak bambu, odun rendesi ve kanabis ipliği kullanılarak üretilmiş. Kapanın elinde kalır artık.
Pazar albümü
“Satılık” - Yavuz Çetin
“Satılık”ta yer alan
10 şarkının tamamı bugün de hiç eskimemiş klasik parçalar. Bugün hâlâ bu kadar iyi gitar sound’u yok müziğimizde. Bu gitar sound’uyla yapılmış şarkılar yok, Yavuz Çetin gibi vokal de yok. “Blue” filminin vizyona girecek olmasını fırsat bilerek hatırlatmak istedim.