Bu hafta vizyona giren “Leto / Yaz”, Sovyetler Birliği’nde ‘80’li yılların yeraltı rock sahnesine ve bu sahne etrafında gelişen alternatif kültüre ışık tutuyor.
80’lerin başı. St Petersburg’un henüz Leningrad olduğu yıllar (1991’de eski adını aldı). Dönemin tek kanalı olan devlet televizyonunda şanlı zaferler, ilerlemeler, devamlı harikayız, aslanız, kaplanız hikayeleri anlatılsa da herkes içten içe Sovyetler’in sonunun yakın olduğunun ve dünyada yeni bir dönemin geldiğinin farkında.
Bu ortamda bir grup insan rock müzik çevresinde bir araya toplanmış. Fikirler, özgürlük çığlıkları, toplumsal eleştiri, gitar soloları, aşklar, hayata dair asırlık sorular birbirine karışıyor. Bir yandan Batı’da henüz zirvede olan punk takip ediliyor, bir yandan dönemin alternatif kültürünün ikon isimleri Bob Dylan, Lou Reed, David Bowie takip ediliyor. Led Zeppelin ve Blondie’ye uzanan geniş bir yelpazede müzikler ve fikirler emiliyor. Eski nesil her ne kadar onları Batı hayranı olarak görse de Leningrad’da bir grup genç artık kendi kendinin parodisine dönüşen düzene itirazlarını rock müzikle yapıyorlar. Tabii kısıtlı imkanlarla hayli baskıcı bir ortamda.
Kurgusal yanı ağır basıyor
Film dönemin tanınmış müzisyeni Victor Tsoi’nin hikayesine odaklanıyor. Ama bana kalırsa asıl karakter onun mentoru denebilecek dönemin bir diğer önemli starı Mike Naumenko. Film biyografik özellikler taşısa da kurgusal yanı ağır basıyor. Bu bir belgesel film değil. Yönetmen Kirill Serebrennikov’un gözünden bir döneme ve bir topluluğa odaklanan bir film. Serebrennikov tiyatro kökenli bir yönetmen, 2012’den bu yana Moskova’daki Gogol Center’ın sanat yönetmeni. Filmin görsel estetiği bu arka planı yansıtıyor.
Geride iz bırakacak
“Leto”dan öğrendiğimiz en ilginç şeylerden biri rock hareketinin devlet eliyle desteklenmesi. Yani devletin, Batı’dan zaten etkileniyorlar, bari biz müdahil olalım kontrol altına alalım projesine yakından bakması. Tabii ki bunu kontrol edemeyecekler. Tıpkı ‘80’lerde bizim devletin acısız arabesk projesinin tutmaması gibi bu da tutmayacak, ama geride iz bırakacak. Filmi izlerken Türkiye’nin ‘80’lerini, darbe sonrası dönemi ve bizim rock müzik sahnemizi hatırladım. Sanırım o dönemi bilenler de paralellikler, benzerlikler bulacak. Not defterime karaladığım notlardan bazılarını şöyle alt alta sıralamak galiba filmin ruhunu size anlatmak için en doğru yöntem.
İkna edemezsen o şarkıyı çalamıyorsun
- Sovyetler Birliği’nde ‘80’lerdeki gençlik kültürüne odaklanan bir hikaye bulmak altın değerinde. İnsanların Batı’ya bakışı, Batı’dan bir şeyler alıp üzerine orijinal bir şeyler katma sıkıntısı çok tanıdık geldi. Rock grupları şarkılarının sözlerini masaya koyuyorlar. Karşılarında da devlet görevlisi oturuyor ve tek tek bu ne demek bu ne demek diye izah isteniyor. İkna edemezsen o şarkıyı çalamıyorsun.
- Filmin ana karakterlerinden dönemin rock yıldızı Mike Naumenko, Bob Dylan, Lou Reed, David Bowie gibi isimlerin şarkılarını dikkatle dinleyip sözlerini Rusçaya çevirip bir deftere yazıyor. Eskiden böyle bir şey vardı, şarkı sözü çevirmek. Naumenko bu isimlerden çok fazla esinlenmiş hatta bazı şarkılarını aynen uyarlamış.
- Naumenko ünlü biri olmasına ve turnelere çıkmasına rağmen aslında kapıcıymış. Baktığı binada yaşıyor ve kapıcı maaşıyla geçiniyormuş.
- Filmin senaryosu Naumenko’nun karısı Natalia’nın anılarından hareketle yazılmış. Natalia filmde kilit bir rolde.
- Davulcusu Afganistan’a gönderilmek üzere askere alındığından rock’tan new wave’e geçmek Sovyetler’e özgü bir müzikal durum olmalı. Dönemin bir diğer starı ve filmin diğer ana karakteri Victor Tsoi’nin grup sound’u böyle oluşmuş. Tanıdık geliyor bu hikayeler.
- Filmde görsel anlatımın bir parçası olan Lou Reed, Iggy Pop gibi isimlerin şarkılarına çekilen video kliplerin her biri şahane. Aynı şekilde meşhur rock albümlerinin kapaklarından hareketle hazırlanan sahneler de. Burada yönetmenin tiyatral yanı ortaya çıkıyor sanırım.
- İnsan Rusça rock’a dinledikçe alışıyor. Filmin ilk sahnelerinde garip gelen dil, sonlara doğru hayli hoş gelmeye başlıyor.
- Bugüne kadar müzik odaklı, alternatif gençlik kültürünü anlatan farklı onyıllara ait bir sürü Amerikan filmi izledik. Hep aynı yerlerden gördük olayları. “Leto / Yaz”ın başardığı şey dünyanın o dönem kapalı kutusundan bir hikaye anlatmak. Bu bile filmi ilginç kılmaya yetiyor.