En çok özlediğim şey, sabah erken vapura binip, margarin kokuları arasında kâğıt gibi basılmış az kaşarlı tost ve demsiz çayımı içmek. İşe gidenlerin, sabah mahmurluğunu henüz atamamış kocaman bir yaratık gibi derin derin nefes alan şehrin iki yakasına uykulu gözlerle bakışını gözlemek. Buharlanmış camı elin kenarıyla silerek Sarayburnu’nu ya da Kız Kulesi’ni görmeye çalışmak.
Kadıköy’den binilen sabah vapurunda şöyle bir his var: Dünya savaşı çıksa, en büyük ekonomik kriz üstümüzden silindir gibi geçse, bir gök cismi hızla gezegenimize yaklaşsa, buzlar erise her tarafı sular bassa bile şu vapur saatinde hareket edecek, şu martılar vapurun etrafında dolanmaya devam edecek, şu ağır margarinli tost tüm ikazlara rağmen incecik basılacak, kalitesiz de olsa çayımız olacak ve ne dersek diyelim şu vapurun motoru ıhlaya, tıslaya, homurdana homurdana çalışacak. Dolayısıyla, canımızı sıkmaya, enseyi karartmaya gerek yok. Hayat devam ediyor.
Pek hoşlanmadığımız Türk tipi lokantacılık alışkanlıkları. Mesela daha hiçbir şey söylemeden masaya gelen mezeler, ekmek, salata ve tak diye doldurulan kadehler. Tamam Vedat Milor olsa itiraz eder ama biz gurme değiliz ki. Bize ne. Sakın biz bunu sipariş etmedik falan diye arıza çıkarmayın aman. Büyük bir hizmet bu. “Getir kardeşim getir, bana menüden seçtirtme, uğraştırma ne güzelse tazeyse getir şöyle ortaya bir şeyler koyuver” demek, ne büyük rahatlıkmış meğer.
İstiklal Caddesi’nde yağmurlu bir günde yürürken basılan oynak kaldırım taşının altından fışkıran ve paçadan içeri giren soğuk su. Seni de özledim.
Sabahın köründe açılan bütün dükkânlar. Börekçiler, fırınlar, büfeler, kahveler, bakkallar.
Bol kepçe lokantaları ve bütün ekmek banmalık yağlı ve sağlıksız yemekler.
İçinde sigara içilen, ara sıra “Duman çıksın artık boğulacağız” denerek tepesi açılan ve hemen kapanan “açık alanlı” lokantalar.
Boğaz hattında şehrin ters yönüne doğru boş boş seyreden belediye otobüsleri.
Sarayburnu’na vuran boğaz akıntısının karıştırdığı sularda güçleri yettiğince yan yan seyretmeye çalışan yolcu motorlarının görüntüsü.
Maşrapasını savura savura tezgâhını sularken bir yandan da bağıra çağıra balıklarını öven plastik çizmeli kalın kazaklı balıkçı.
Her köşe başında işinde gücünde takılan kara gözlü sokak köpekleri, yarattığımız anlamsız curcunayı ve kaosu kayıtsızca “Aman ne haliniz varsa görün” diyen gözlerle izleyen sokak kedileri.
Moda sahilinde sabah erken sahile doğru istavrite, kefale dalan yunuslar. Onların arasından geçerek çapariye/lüfere giden son şehirli balıkçıların pancar motor sesi.
Biraz düzensizlik, biraz karışıklık, biraz aykırılık, biraz kural dışılık. Yüksek sesle konuşan birileri, araba kornaları, sokakta yürürken surata vuran sigara dumanıyla karışık mazot buharı, sağdan soldan aynı şeride birbirlerini ite ite girmeye çalışan arabalar, bir günlük hayat alışkanlığı, bir yaşam tarzı olarak saygısızlık. Sizi tabii ki özlemedim ama arada aklıma geliyorsunuz, haberiniz olsun.