Avustralyalı genç müzisyen ve şarkıcı Tash Sultana, tüm enstrümanları kendisinin çaldığı ilk uzunçalar albümü “Flow State”i yayınladı. Yetenekli olduğu kesin ama her şeyi kendi başına yapmanın bedeli var.
Tash Sultana üç yaşındayken dedesi ona bir gitar hediye etmiş. Her şey böyle başlamış. Gitar, piyano derken, 1995 doğumlu Tash Sultana on beşten fazla enstrümanı çok iyi seviyede çalabiliyor. Ayrıca şahane bir de blues vokaline sahip. Sokak müzisyenliğinden başlıyor, Youtube’a koyduğu videolarla dikkat çekmeye başlıyor. Single’lar yayınlamaya başlamasının ardından sonunda ilk uzunçalar albümü “Flow State”i geçen hafta yayınladı. Melbourne’ün çok kültürlü ortamında yetişen Sultana’nın müziği de birden fazla stili bir araya getiriyor.
13 şarkılık albümde rock, blues, folk, soul etkileri hemen hissediliyor. Ancak müzikal üslup, bu tarzlar arasında keskin dönüşlere sahip.
Tash Sultana’nın “mucize çocuk” muamelesi görmesi boşuna değil. Çok yetenekli ve gitarı virtüöz derecesinde iyi çalıyor. Bu bakımdan ilgi çekici olduğu kesin. Ancak her şeyi kendi çaldığı gibi prodüktörlüğü de kendi yapmasında ufak tefek sorunlar ve aksamalar var. Kendin yap ekolü her ne kadar çağın ruhuysa da bana kalırsa bir bilene sormak, yardım almak, güvenilen insanların fikirlerine yer vermek önemli. Albümde bunlar biraz eksik.
Tash Sultana bugüne kadar evde, sokakta ya da muhtelif kulüplerde çaldığı şarkıları bir araya koymuş gibi. Biriktirmiş biriktirmiş elinde ne varsa bunlardan bir albüm yapmış hissinin ana nedeni çok bölümlü şarkılar ve parçalar arası ton, sound ve stil farklılıkları. Yani bu, bir albümden ziyade “birikmişler” kataloğu.
Bazı şarkılar standart bir grup sound’una sahip. Bazıları akustik. Bazen enstrümental. Bazen 9 dakikayı aşan emprovizasyonlar, sololar. Bazen single formatında radyo dostu bir şarkı. Bunların hangisi gerçekten bu sanatçıyı yansıtıyor bilemiyoruz.
Tash Sultana “Murder To The Mind”, “Mystik” gibi daha önce yayınlanan güçlü ve tazelik hissi veren single’ların üzerine gimek yerine elde ne varsa dökmeye karar vermiş. Mesela 10 dakikaya yakın “Blackbird”de bu çok net ama sonuç biraz “Ben bunları yapabiliyorum” gösterisine dönüşmüş. “Pink Moon” güçlü bir balad. “Mellow Marmelade”de dub altyapılar çok akıllıca ve minimal kullanılınca şık olmuş. “Big Smoke” ve “Cigarettes” (en azından ilk bölümü) şık birer R&B şarkısı.
Bunu devamında bir albüm gelecekse işte Tash Sultana’nın kariyerini o albüm belirleyecek. Burada yetenekli, enstrümanlara meraklı, onlarla farklı ortamlar yaratmayı bilen, çünkü onlara çok hakim bir genç müzisyen var. Sokaktan gelip yükselmiş. Bu onu daha da özel yapıyor ama artık yeni çıktığı sahnede oyunun kuralları değişiyor. İyi prodüktörler de işte bu noktada devreye giriyor.
Indie-pop mahallesine dönüş
Jack Tatum (Wild Nothing) yeni albümü “Indigo” yayınlanır yayınlanmaz “albüm eleştirilerini okumaya en havalı alternatif, albüm dinlemek” diye yazdı Twitter’da. Biz gene de iki çift laf edelim. Siz sonra havalı havalı dinlersiniz Wild Nothing’i.
“Indigo” Tatum’un önceki iki albümde içinde iyice kaybolduğu indie pop labirentinden çıkış albümü. Ne “Life of Pause”daki gibi standart şarkı formlarını zorlayan hareketler, ne “Empty Estate”deki gibi iki güzel şarkı dışında birtakım doğaçlama hallerinin üç dakikalara sığdırılması. “Indigo”, diğer nice New Yorklu indie popçudan farklı olarak yolunu bulmuş, ne yapacağına karar vermiş birinin üslubu ve müziğini yansıtıyor. Kolay algılanabilecek, dinlenecek bir albüm ve bu onun değerini düşürmemiş. En azından Tatum bu gerçeği anlamış. Bu anlayış da “Indigo”yu, ilk albüm “Gemini” ile daha geniş kitlelerce tanındığı “Nocturne” arasında bir yere koyuyor. Yani gezip tozup eski mahalleye dönme kararı.
Ben kendi adıma bu karardan memnun kaldım. Albümü dinlemeye doyamıyorum. Sadece açılıştaki “Letting Go” ya da devamındaki “Oscillation” gibi klasik Wild Nothing işleri değil ilgimi çeken. “Partners in Motion”ın electro funky havalarını, “Shallow Water”ın uzun uzun acele etmeden şarkının içlerine doğru akan introsunu, “Canyon On Fire”ın ve pek çok benzeri up-beat şarkıya hayat veren gitar arpejlerini ilgiyle dinliyor insan.
Şu aralar herkesin ihtiyacı olan pozitif notaları duymak ve zevkle dinlemek bu albümle hiç zor değil.
“B yüzü” sevenlere
Villagers’ın “Fool”u, haftanın en heyecan verici single’larından biri galiba. 2008’den bu yana aktif olan İrlandalı ekip Grizzly Bear, Thinderstick, Elbow gibi ekiplerle turladı ama sanırım hep bir adım geride kaldı. Onlar kadar geniş kitlelerce tanınmadı. Kendilerini uzaktan sempatiyle izlerken “Fool” ile birlikte yakınlaşma kararı aldık. Şahane bir folk/akustik sound’a sahip ekip şahane vokal melodileriyle hemen kulak kesilmemize neden oluyor. “Fool”un B yüzü şarkısı, “A Trick of The Light” “B yüzü sevenler kulübü” gündemine girmeli. Dijital yayınlanan bir single’da B yüzü demek de komik kaçıyor ama ne yapalım literatüre böyle geçmiş. Villagers’ın “The Art Of Pretending to Swim” adlı yeni albümü 21 Eylül’de yayınlanacak. Ben takibe alıyorum, zamanı gelince daha detaylı bilgi vermek için.
Haftanın pop albümü
“Bloom” - Troye Sivan: Avustralyalı popçu Troye Sivan, yetenek yarışmalarında ve Youtube’da ünlenen ve sonrasında bir kariyer yapma şansı bulabilen ender isimlerden. Henüz 23 yaşında olduğundan müthiş bir kariyerden değil ama muhtemel bir parlak gelecekten söz ediyoruz. İkinci albümüyle ana akım pop camiasının dikkatini çekmiş gibi duruyor. Albüm minimal orkestrasyonu, bağırıp çağırmayan vokalleri, basit melodiler ve looplar üzerine kurulu armonik yapısıyla kes yapıştır ana akım pop aleminde heyecanla karşılandı. Klişe numaralardan uzak durabilmiş güçlü, “catchy” bir pop albümü. Haftanın iyilerinden.