Geçen hafta Aretha Franklin 76 yaşında hayata veda etti. “Soul’un kraliçesi”ydi. Popun kraliçesi Madonna ise 60’ına bastı. Aretha’yı kaybettik, Madonna’ya iyi bakmamız lazım, başka Madonna yok.
Madonna 60 yaşında” ne demek yahu! Aklım almıyor. Madonna 60 yaşında haberlerini görünce şaşkınlığımı gizleyemedim. Haberleri okuyup okuyup etrafıma bakındım. Varşova’nın kafelerinde kendisine “Madonna nasıl 60 olur?” diye soracağım birilerini arayıp durdum. Lehçe bilmemem tabii önümde büyük bir engel oluşturdu. Benim gözümde Madonna yaşsız, zamansız bir pop ikonu. Yaşlanması mümkün değil. 60 olamaz. Daha sonra yutkunarak yeniden gözümü ekrana diktim. Aretha Franklin’in ölüm haberi geldi. Soul’un kraliçesi 76 yaşında hayata veda etti. Onun 76 olmasına bir itirazım yok oysa ki. Aretha Franklin soul ve popüler müzik tarihinin neredeyse en başından beri vardı benim için. O 76 yaşında olabilirdi. Artık yaşlandığı biliniyordu. Hasta olduğu biliniyordu. 2010’da pankreas kanseri teşhisi konmuştu. Yine de sahneleri tamamen terk etmemişti.
Franklin deyince ‘60’lar ve ‘70’ler geliyor aklıma. Zihnimde yer eden Franklin ‘80’ler, ‘90’lar ve sonrasında yok. 60’larda takılıyor. Soul müziğin, blues ve rock’ın en şahane yılları. Ahmet Ertegün’ün Aretha’yı Columbia’dan alıp Atlantic’e transfer ettiği ve kariyerini şahlandırdığı, en büyük hit şarkılarını yayınladığı yıllar.
O dönem Franklin, Atlantic’in Broadway’deki stüdyosunda diğer ortak Jerry Wexler’la kayıtlar yapıyor. Ertegün bir gün Wexler’a “Eric Clapton’ı getiriyorum stüdyoya, birlikte bir şeyler çalsalar güzel olur” diyor. Ertegün her zamanki gibi iyi ve heyecanlı şeylerin kokusunu alıyor elbette. Ve her zamanki gibi tarihin her zaman doğru noktasında doğru insanlarla birlikte.
Clapton o dönem Cream ile müzik yapıyor. Atlantic sanatçısı. Blues ve soul gitarıyla ilgi çeken bir isim. O dönemin modasına uygun hippi / beatnik tarzı “psychedelic” bir giyim tarzı var. Stüdyoya giriyorlar. Ertegün daha ikisini tanıştırmadan Franklin kahkahayı basıyor “Bu ne hal” diye. Ertegün “Tanıştırayım” diyor; “Eric Clapton, gitar çalmaya başladığı zaman gülemeyeceksin.” İkilinin o gün yaptığı kayıt “Good To Me As I Am To You”, Franklin’in bir yıl sonra 1968’de yayınlanan “Lady Soul” albümünde yer aldı. Ertegün gibi müzik ve insan gurularının şahane insanlar bulup çıkardığı müthiş yıllardı. Bir ara bağımlısı olduğum “Mad Men”i izlerken bir yandan da Ertegün’ün biyografisini okuyor, Atlantic’in o dönem yani ‘60’larda yayınladığı albümleri dinliyordum. Dünya çok güzel bir yermiş gibi geliyordu. Güle güle Aretha Franklin, gittiğin yerde mutlu ol. Dünyayı güzelleştiren insanlardandın.
Franklin, Ahmet ve Nasuhi Ertegün ile Jerry Wexler stüdyoda ,1969
Değerini bilelim
Nasıl Aretha ‘60’lar ve ‘70’lerse, Madonna da ‘80’ler ve ‘90’ların süperstarı. 1989’da röportaj yaptıkları otelden Rolling Stone muhabirinin arabasıyla çıktıkları sahne her şeyi anlatıyor. Dört bir yan paparazzi. Gittiği hiçbir yerde yalnız olamıyor. O dünyanın en ünlü, en tanımış kadını ve en büyük pop starı. Muhabirin kiralık Chevy’siyle çıktıklarında kimse fark etmiyor. Madonna mutluluktan uçuyor ve röportaj başlıyor. Bu röportajın bu anekdotla başlaması boşuna değil elbette. O dönem müzik sektörünün ve dünyanın karşılaştığı yepyeni bir starlık çağının ilk örnekleri bunlar. Madonna öncülerden. Bununla yaşamayı becerebilen, kariyerini devam ettirmeyi başarabilen, hem zamanın ruhunu yakalayan albümler yapan hem de bu durumla başa çıkabilen ender isimlerden. Çağdaşı Michael Jackson’ın başa çıkamadığını biliyoruz. Ve daha nicelerinin ilerleyen yıllarda bu durum karşısında araba farına yakalanmış tavşan gibi kalakaldığını. Britney Spears’leri Amy Winehouse’ları ve daha bir çoğunu... Bugün kendisine “controversial” diyen, yani bir bakıma tartışma yaratan, sivri, tabu yıkıcı kabul edilen starlarına bakıyorum. Bir de Madonna’nın mesela “Like A Prayer” albümünü düşünüyorum. Müzikte işler ne kadar sofistike yerlerden gele gele ne kadar basite indirgenmiş, şaşkınlıkla farkına varıyorum. Madonna’nın değerini bilmemiz lazım. Başka Madonna yok. Mutlu yıllar Madonna. Bu pazar iki albümle geçer. Bir: Aretha Franklin’in “Lady Soul”u, diğeri Madonna’nın “Like A Prayer”ı.
Bir Oasis hayranının notları
Liam Gallagher İstanbul konseri ardından tanıdığım en büyük Oasis hayranlarından birinin notları şöyle: “Her şey yerinde ve zamanında (daha) güzel. Liam’ı izlemek insanı ‘90’lara, sadece müziğin değil, her şeyin bir hayal kadar güzel olduğu, Spotify’ın, Instagram’ın, Story’lerin icat olunmadığı, müziğin ve şöhretin ham ve analog yıllarına götürüyor. O sahnede sadece Liam’ı değil Oasis’i, Blur’u, Pulp’ı, Suede’i, Prodigy’yi de izledik. H2000’lere kadar gidip geri geldik. Gençliğimizin kurşun geçirmezliğini hatırladık. Sonra konser bitti ve pek havalı Liam’ın aslında bizi pek de iplemediğini, bisi bile elinin ucuyla yaptığını, performansın biraz ezbere ve duygusuz olduğunu, hiçbir Oasis şarkısının asla Noel’in sahnede olduğu dönem kadar iyi olamayacağını, o güzel günlerin artık geçmişte kaldığını, kendi Oasis’imizi, vahamızı, kendi küllerimizden yaratmamız gerektiğini hatırladık. Thanks for all the memories Liam, live forever!” İtirazı olan?