Geçen gün az şarjla evden çıkmak zorunda kaldım. Metroya girdim, aşağıda şarjım bitti. Dışarı tabii ki çıkamadım çünkü turnikede ödeme yapamadım. Yani telefonu okutamadım. Nasılsa telefonum var diye kartımı, cüzdanımı falan da almamıştım.
İki saat dil döktüm, şarj dilendim. Yanıma şarj kablosunu da almamışım işte aceleyle çıktığımdan. Sonunda buldum. Sıfırdan şarja takınca telefonun açılmasına kadar geçen süre insana kaç saat geliyor biliyor musunuz?
Telefonda yüzde birlik şarjla da olsa dışarı çıkmayı başardım. Ama bu defa da gideceğim yerde yiyip içtiğime nasıl para ödeyeceğim endişesi bütün benliğimi kapladı. Kendimi çıplak gibi hissettim. Anksiyete nöbeti dalga dalga geliyordu. Ya şarjım biterse...
Soho’da bilgisayarlılara iyi davranır gibi görünen bir kafeye girdim. Bilgisayarlılara iyi davranıyor olabilirlerdi ama şarjsızlara kimse iyi davranmıyordu. İki cihanda lekeliydik. Yılmadan şarj sordum. Sırayı gösterdiler. Tek unutkan ve tedbirsiz insan ben değildim. Geniş koltukta oturan bir dizi şarjsızla bekleşmeye
Durduk yerde konuyu açıyor değilim. Cumartesi günü Financial Times'ın hafta sonu ilavesinde giriş sayfasında yazan Simon Kuper konuya girmiş. Kuper'i "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" kitabından tanıyoruz. Ben kendisiyle ta 2003'te, o zaman çalıştığım Radikal için bir de röportaj yaptığımdan, nerede imzasını görsem her zaman ilgilenir okurum. İlk paragrafta "Sonunda Fransız vatandaşı olabildim" diye başlayınca daha da ilgimi çekti elbette.
Kuper bir dünya vatandaşı olduğunu ifade ediyor. Aile kökleri Rusya ve Güney Afrika'dan. Ardından, Britanyalı oluyorlar anladığımız kadarıyla. Kuper 2002'de Paris'e taşınıyor ve halen burada yaşıyor. Karısı Amerikalı ve 2017'de Fransız vatandaşlığı almış. Kuper'in yazısının başlığı "Fransız olmak piyangoyu kazanmak gibi".
Kuper'in Brexit karşıtı bir Britanyalı olduğu malum. Onun gibi milyonlarca insan Avrupa'nın bir parçası olarak kalmak istiyordu ama olmadı. Brexit'in gerçekleşmesinden kısa süre önce pek çok Britanyalının, eğer aile kökleri izin veriyorsa, AB üyesi ülkelerden birinden pasaport almak için harekete geçtiğini
Simge Pınar’ın “Sevgideğer” isimli albümü bir süredir gelmekte olan single şarkıların ardından merakla bekleniyordu. Simge’nin müzik macerası çizgileri giderek netleşen bir alternatif rock sound’una doğru evrildi. Bu değişimi single’larda gözlemleyebiliyorduk, albümde de yanılmamış olduk. 10 şarkılık albüm alternatif rock’ın farklı renklerini barındırıyor. İyi çalınmış, iyi hazırlanmış şarkılar teknik olarak kulağa çok iyi geliyor. Bunlar artılar. Eksiler de var elbette. Her şey çok iyi ve düzgün görünüyor ama çok orijinal değiller. Bir fark yaratacak son dokunuş eksik. Bir de hit potansiyeline sahip şarkı göremedim. Şart değil elbette ama bir hit her şeyi değiştirir.
Nova Norda’nın müziğini ilgiyle ve beğeniyle takip edenlerdenim. “Nova Norda yeni şarkısında rap yaptı” diye bir mail görünce tabii ki merak ettim. Elektronik beat’lerden "Zorba” adlı şarkıda hip hop beat’lerine kaymış Nova Norda hafiften. Rap diyemem ama kendince bir rap yorumu yapmış, diyebilirim. İnsanlar bir şarkıda
Türk hip hop âleminin en yeni ve en popüler isimlerinden biri, drill sahnesinden Lvbel C5, “C5MODE” adlı albümünü cuma günü yayınladı. Videosu çekilen çıkış parçası “Gelmezsen Gelme”nin uzunluğu 1 dakika 34 saniye. “Görün ne haliniz varsa” adlı açılış parçası 1 dakika 6 saniye, “Sorun ne kardeş” adlı parça 1 dakika 16 saniye, “Annem” adlı parça 1 dakika 27 saniye, “E E E” 1 dakika 41 saniye sürüyor. Albümdeki en uzun parça 2 dakika 7 saniyelik “Gönder Gelsin”. Ben bu satırları yazarken bu şarkılardan üç tanesi YouTube Türkiye trend olan videolar listesinde ilk 10’daki yerini aldı. Spotify, Apple Music, Deezer ve diğer stream servislerinin Türkiye trend listelerini bir iki gün içinde kontrol ettiğimizde benzer sonuçları orada da göreceğiz. O da kim falan diyebilirsiniz. Türkiye’nin yeni starlarını tanıyıp tanımamak ayrı bir konu. Ben şarkı sürelerine dair iki laf etmek isterim.
Yakın zamana kadar popüler
Midlake’in solisti Eric Pulido yeni albümleri “For the Sake of Bethel Woods”u anlattı.
Midlake’in “For the Sake of The Bethel Woods” adlı yeni albümünü ne zamandır bekliyordum. Yıllar önce İstanbul’da Salon’da izlediğimde konserin etkisinden uzun süre çıkamamıştım. Hem şarkılarındaki derinlik, hem vokallerin zenginliği hem bütün müziğe yayılan adı konmamış bir hüzün, hem de grup elemanlarının samimi, mütevazi hâli herkesi etkilemişti. Öncekinden sekiz yıl sonra çıkan yeni albümü bu yüzden çok merak ediyordum. Eric anlattı, ben dinledim. Soru cevap formatında aktarmaktansa daha fazla yer açmak için sözlerini aşağıda madde madde özetlemeye çalışacağım.
Bethel Woods, Woodstock festivalinin yapıldığı yerin adı. Aynı adlı şarkı o büyülü zamana yazılmış bir aşk mektubu gibi düşünülebilir. Albümün adının da bu şekilde olmasına karar verdik. Hem dikkat çekici olduğunu düşünüyorum hem de albümün ruhunu en iyi anlatan başlık olduğuna
Londra’nın merkezindeki Westminster ilçesinin meclisinde bu bölgedeki 300 adet gazlı sokak lambasının led ışıklı yeni lambalarla değiştirilmesine dair önerinin son anda reddedildiğini biliyor muydunuz? Dickens dönemi gece aydınlatması hâlâ şehrin kültürel dokusunda önem taşıyor ve itirazın nedeni de bu. Bazı şeylerin yenisi olmaz, tarihi korumak gerekir diye düşünmüş itirazcılar ve bu yenileme hareketini bir kez daha durdurmuşlar.
Roger Waters’sız Pink Floyd’un 1987 yılından itibaren üç kişilik kadroyla bestelediği şarkıları geçen hafta Rusya’dan çektiğini, Pink Floyd’un diğer kısmı, solist Roger Waters’ın ise Artists for Palestine (Filistin için sanatçılar) adlı hareketin lideri olduğunu, bu hareketin İsrail’e kültürel boykotunu savunduğunu, 2021’de 600 kadar sanatçının imzaladığı bir bildiri yayımladığını ancak yine de kimsenin bu boykotu ciddiye almadığını biliyor muydunuz?
Hong Kong’un görünümünde ve estetik kimliğinde önemli bir yeri olan neon ışıklarını yok olmaktan kurtarmak
McDonald’s Rusya’daki 850 restoranını süresiz olarak kapattı. Starbucks kapattı. Coca Cola operasyonlarını durdurdu. (*) Philip Morris yatırım yapmayacağım demiş. Spotify hizmet vermiyor. En son dün Pink Floyd bile 1987’den sonraki, yani içinde Roger Water bulunmayan bütün kataloğunu Rusya’dan çektiğini açıkladı. (**)
Diğer gruplar Pink Floyd’u izler mi bilemem. Ama plağı olanlar istediği gibi dinler. Parasını verip almışsın, David Gilmour da gelse elinden alamaz. İşte eski usul müzik-dinleyici ilişkisi budur. Müziği satın alırsın, senin olur, torunlarına bırakırsın. Diğer türlü, dünyanın haline göre elinde telefonunla kalakalırsın.
Ruslar kötü beslenmekten, kahveden, sigaradan kurtuluyor. Yabancı müzik desen, o da yok. Bütün büyük şirketler boykota katıldı ve operasyonlarını durdurdu. Live Nation ben artık o ülkede konser düzenlemem dedi. Universal, Sony, Warner açıklamalar yaptı ve aynı şekilde Rusya’daki operasyonlarını durdurdu.
Şu anda evde sardalya konservesi yanında votka içerek Rus müzikleri dinlemek
Nilüfer Yanya’nın yeni albümü, Ahmet Kaya’nın konser kayıtları, Yeni Türkü ve Bergen’e yepyeni yorumlar
Alt-rock sevenler için Nilüfer Yanya’nın “Painless”ı elimdeki en taze ve en iyi yeni albüm. Yanya’yla bir süre önce Doğu Londra’daki bir konseri öncesinde buluşup Kovid döneminde Londra ve Cornwall’da kaydedilen ve oldukça kişisel bu albüm hakkında bilgi almıştım. Bu röportajı arşivde bulabilirsiniz. Albümün temaları izolasyon, yalnızlık, bireysellik, kent yaşamının güncel ruh hâlleri. Yanya’nın enstrümancı geçmişi, gitara hâkimiyeti müziğinde önemli rol oynuyor. Bu albümde kendine has gitar sound’u dışında house’dan, 80’ler rock’ına eline aldığı, kurcaladığı her türe ve tarza kendi imzasını atıyor. Çocukluğunda dinlediği sound’ları bozup devirip yeniden üretip güncel temalarla yoğurup kendine has bir seviyeye taşıyor müziğini. Kâh basit ve yalın kâh zengin ve gürültülü, her anlamda dikkat