“Dur bir dakika ağla benim için” diyerek içinde bulunduğumuz günleri özetleyebildiğimiz bir dar geçitten geçip gider gibiyiz...
Masal yüzlü kahramanların hikâyeleri yüreğimizi yakıyor.
Hemen her gün bir yerlerden gelen kahredici haberler yüzünden hüzne boğuluyoruz.
Çocuklarımızın gözlerine bir kez daha bakabiliyoruz; şimdi nasıl anlatsak diyebiliyoruz.
Bir savaşın kıyısında yaşamanın bedeli her geçen gün biraz daha ağırlaşıyor. Lakin, eşkıyalara da fırsat bırakmayan bir devletimiz var, bırakmayacaklar da!
Ama birilerinin “Suriyeli erkekler şeyini gezdirsin” dediği gibi onlar şehit düşmedi, bu sözü söyleyen şeylerin bir şeylerini gezdirebilmesi için de düşmedi...
Onlar ülkesi, bayrağı ve geride kalan namuslu insanlar için şehit düştü...
Dubai’-deyiz...
Ülkemizi gözü yaşlı arkada bırakmanın hüznü bir deli rüzgâr gibi yüreğimizde esip duruyor...
Ve bütün kederlerin buluştuğu bir vadiye dönüşse de yüreğimiz, inadına ayakta kalmak için direniyoruz...
Biliyoruz ki gelip geçecek bir yerleri yakıp yıksa da.
Bütün bu acıların kederi yüzümüzde acı bir tebessüme dönüşse de “Çiy düşüyor gözlerimden, ıslanıyor yanaklarım, kurumuş toprak gibiyim, zamansız yağmur beklerim” türküsü düşüyor dilimize...
Ve aynı gökyüzünün altında ve aynı toprak üstünde araya dağlar kadar bir uzaklık girmiş, diken sarmış eller tetikte bekliyor.
Küçük bir tebessüm dahi etmeye korkuyor insan...
Bütün akrep ruhlu insana benzeyen suretler sokaklara, balkonlara ve camlara çıkmış artık.
İstanbul’daki polislerimize karşı yapılan terör saldırısının acısı yüreğimize bir dağ gibi çökerken, ağırlığını taşıyamazken, Kayseri’deki askerlerimize yönelik bombalı saldırı içimizi yanardağa çevirdi...
Birilerinin maşa örgütü haline gelen PKK ve yaşamlarını ihanet dağlarının inlerinde geçirerek tüketen teröristler cinayet şebekesine dönüştüklerini hiç anlamayacaklar!
Ve PKK’nın siyasi uzantısı olan siyasi ve düşünce kanadındaki okumuş insanları da aynı saz ve aynı şarkıyı söylemeye devam edecekler!
Biraz etrafına bakıp akıllarını zorlasalar büyük bir labirentin içinde dönüp durduklarını ve bir aldatmaca oyunun birer oyuncusu olduklarını görecekler ama ruhlarını şeytanlar işgal edince bu uyanış zor
olacak gibi...
***
“Parayı takip ederseniz, darbeleri, isyanları, terörü ve savaşları da kimin çıkardığını, yani gerçek düşmanı bulursunuz” sözündeki gerçeği düşünmeye kimsenin niyeti yok galiba...
Halep harabeye dönüştü...
İran’ın desteklediği teröristler tahliye konvoyuna ateş açacak kadar gözleri dönmüş.
Kadınlara ve çocuklara kurşun sıkan bu kara cahilleri hiçbir mezhep kurtaramayacak...
Ve bizler böylesine alçak bir dünyada yaşıyoruz.
Felaketin eşiğine dayanmış bir dünya her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor.
Gazeteci dostumuz Kemal Öztürk İdlib’de şahit olduğu dramı fotoğraflarına yansıtmış.
Bu kara kış günlerinde çocukların ayaklarında naylondan sözde ayakkabılarla dolaştığını görünce “İnsan bu kışta çocukların ayaklarını görünce uğraştığı ve yaşadığı hayattan utanıyor” diye not düşmüş fotoğraflarına.
Soğuk günler yaşıyoruz...
Kar, yağmur ve buz gibi havaları düşe kalka günleri tüketiyoruz!
Ülkemizin sınırları ötesinde yaşananlara dair göç resimlerine baktıkça ciğerimiz parçalanıyor...
Suriye’nin Halep kentinde yaşanan savaşın çirkin yüzünü dünya seyretmekle yetiniyor.
Binlerce insan evlerini bırakıp çocuklarıyla, kadınlarıyla göçüyorlar!
Tahliye konvoyuna dahi ateş açıyorlar...
Bu nasıl bir vahşettir...
Geçen hafta perşembe günü oradan araçla geçiyorduk...
Arka koltukta oturmuş, Beşiktaş stadyumuna bakıyordum yani “Beleş Tepe” dedikleri yerde.
Beşiktaş yöneticisi olduğum dönemde tepenin adını öğrenmiş ve gülüp geçmiştim... Ve o gün o tepede altı yedi kişinin yoldaki lüks araçların camlarını sildiğini ve sürücülere adeta musallat olduklarını gördüm. Özellikle de bayan sürücülere karşı alabildiğince saygısız davranmaktaydılar.
Yaşları küçük olan cam siliciler fazla dikkatimi çekmezdi ama bu defa büyük olduklarını görünce şüphelendim ve sanki kötü bir şeylerin olabileceğini hissettim.
Elindeki cam sil ile araçların ön camlarını temizlemek yerine daha da kirletiyor ve para alamadıkları araç sürücülerine ettikleri dualar bir anda bedduaya dönüşüyor ve daha da ötesi küfrediyorlardı...
Aynı noktada birkaç defa daha tesadüf etmiştim bu çirkin tabloya.
***
Anayasa değişikliğinin TBMM’ye sunulması ile İstanbul’daki alçak saldırının peş peşe yaşanması tesadüf değil. Mesaj belli...
Terörün dar sokaklara sıkıştığı aşikar ama hedefine ulaşamayacak.
Polislerimizi hedef alan saldırıyı lanetliyorum. Salı yazımda saldırıyla verilmek istenen mesajı ve terörün çirkin yüzünü kaleme alacağım...
*
Alıp başını uzaklara gitmek var ya, sessizliğin en güzel yaşandığı bir balıkçı köyünde yaşamak belki de birçoğumuzun hayali.
Ege’nin taştan ve mavi panjurlu beyaz evlerini...
Pencerelerinde, balkonlarında pembe, kırmızı begonvil çiçeklerini...
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören ve yönetim kurulu üyeleriyle birlikte iki gün boyunca Samsun’daydık...
İlk önce Vali İbrahim Şahin’i, daha sonra Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ı makamında ziyaret ettik.
Vali İbrahim Şahin’i Ankara’da uzun yıllar bürokrasinin zirvelerinde görev yaptığı günlerinden beri tanımaktayız.
Daha sonra uzun yıllar TRT Genel Müdürlüğü görevini sürdürdü.
Ve ilk defa vali olarak Samsun’a geldi...
“Anadolu’daki şehirlerde yaşayanların gündemi ile büyükşehirlerde ve özellikle Ankara ve İstanbul’dakilerin gündemi hep farklı olmuştur” diyen Vali İbrahim Şahin, Samsun’daki iş dünyasının gündeminin, işlerini daha da büyütmek olduğunu ifade etti...
Bürokrasinin kendi dar çerçevesinden çıkıp, hukuki olarak gelecekte kendisini bekleyen tehlike kaygısından kurtulması gerektiğini de belirten Vali Şahin şöyle diyordu: