Pistantrofobi geçmişte yaşanan kötü deneyimler sonucu artık insanlara güvenemeyecek olmanın korkusudur. Bu korku genellikle yeni ilişkilere başlarken tavan yapar çünkü birey yeni karşılaştığı herkesi eski kötü deneyimini, kendine tekrar yaşatacağı endişesi ile hayatına alır.
Pistantrofobi kavramı henüz sıklıkla kullandığımız bir kavram olmasa da dilimize farklı şekillerde yerleştiği görülmüştür;
Güvensiz kalplerimizi, karaktersiz insanlara borçluyuz.
Güven ruh gibidir. Çıktığı yere bir daha geri dönmez.
Bu cümleler günlük hayatta karşımıza sıklıkla çıkabilir ve temelinde yaşanan kötü deneyimlerin hatırı sayılır etkisi vardır. İnsanlar incindikleri yerden tekrar incinmekten çok korktukları için yeni ilişkilerde güven duymakta oldukça zorlanırlar. Özellikle içerisinde aşk ve sevgi dolu duyguların olduğu ilişkilerde duygusal incinme son derece yaralayıcıdır ve tekrar etme korkusu yeni ilişkilere başlamaktan bile insanı alıkoyabilir.
Peki bu ilişkilerin içeriğini, bireyin korkusunun temellerini incelediğimizde
İnsan yavrusu doğada bakımı en zor canlıdır. Hayvanlar yetişkinlikteki potansiyellerinin yaklaşık yüzde 60’ı ile dünyaya gelirken, insan yavrusu yüzde 30’u ile dünyaya gelir. Bu nedenle hayvanlar insanlara göre daha rasyonel ve ne yapacaklarını bilen canlılardır. Bir buzağı doğduktan sonra annesinin memesine kendisi giderken insanın böyle bir yeteneği yoktur. Meme bebeğe gelmediği sürece kendisi açlık durumunu nasıl telafi edeceğini, bedenindeki alarmı nasıl sakinleştireceğini bilemez. İnsan rasyonel olduğunu düşünen irrasyonel bir canlıdır. Bu durum insanda büyük eksiklik ve yetersizlik yaratır ve insan hayatı boyunca bu eksikliği gidermek için kendine 2 soru sorar;
Burası neresi, etrafımdaki insanlar bana ne yapacaklar? (Olumlu veya olumsuz beklentiler edinebilir.)
Burada ben ne yapacağım?
Bu iki soru, her yeni deneyimde, ilişkide, işte, ortamda zihnimizde gündeme gelir.
Bu soruların cevabı çok önemli bir yere hizmet etmektedir. İnsanın kendini ve hayatını ( diğer insanlar ile kurduğu tüm ilişkileri ) anlamlandırmasının yolu bu iki soruya bulacağı cevaplardadır. Bu çaba ve
Aynalar, aynalar sevgili aynalar,
Yok beni anlayan, seven sizin kadar.
Öldükten sonra da, yine sizin kadar,
Kim beni düşünür, hayalimi saklar?
Aynalar, ne olur, siz yalnız aynalar
Cahit Sıtkı Tarancı
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önde gelen şairlerinden biri olan Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerinde sık sık kullandığı ayna metaforu ruhsal gelişimimizde nereye denk geliyor?
Aynalanma kavramı Heinz Kohut’un kendilik psikolojisi kuramının temel kavramlarından biridir. Kohut ‘a göre tüm çocuklar primer ( birincil) narsistirler ve optimal kırılmalar yaşayarak sekonder ( ikincil ) narsizme geçerler. Sekonder narsizm bireyin kendini kabul ettiği, becerilerini gerçeklik zemininde değerlendirdiği, hayattan zevk alan, mutlu, kendisi ile barışık ve kendi özelliklerini beğenen aynı zamanda patolojik olmayan narsizmdir. Heinz Kohut çocuğun primer narsistik evreden sekonder narsistik evreye geçişi, onun ebeveynleri tarafından yerinde ve zamanında uygun bir şeklinde aynalanması ile mümkündür, der.
Sembiyoz bireyler, karşıdaki nesnenin (anne, eş, çocuk, arkadaş, sevgili) enerjisi ile var olan, yaşamını karşıdaki birey üzerinden var eden, bağımsız karar alamayan, eyleme geçemeyen ve en önemlisi sorumluluk almayan bireydir.
Hayatınızda böyle biri var mı?
Bu durum sizi zaman zaman zorluyor mu?
Birinin size bu denli yapışmasından ve onun adına kararlar vermenizden haz aldığınız oluyor mu?
Unutmayın ki sağlıklı kendiliği olmayan bireylerin kurduğu ilişkiler, patolojik birleşmeden öteye geçememektedir.
Peki nedir sembiyotik ilişkinin kökenleri, çocukluk dönemi ile nasıl bir bağı vardır?
Hadi biraz bebeklerin ilk 5 ayına gidelim
Bebeğin doğumu ile başlayan yaşam yolcuğu otistik bir dönem ile başlamaktadır. Yaşamın ilk 1 veya 2 ayı otistik (yani karşı taraftan habersiz, nesneyle ilişki kurmayan) dönem olarak adlandırılır ve bebek hazzın kaynağının dışarıda olduğunu bu dönemin sonlarına doğru sezinlemeye ve anlamaya başlar. Bu dönemde haz kaynakları karnın doyması, beden sıcaklığının korunması olarak değerlendirilir. Yani bebek acıktı ve karnı doyurulduğunda hazza ulaşır ancak ilk ayda bebek karının nasıl doyduğun
Hayata gözleriniz açtığınız anda 3 önemli unsur bu yolculukta kim olduğunuzu belirler.
1) Genetik yapınız
2) Çevreniz
3) Kader
Genetik yapınız sizin veya bir başkasının etkin müdahale edemediği, kısmen kontrol edebildiği bir mirastır. Örneğin şeker hastalığı alt yapısı ile doğduysanız erken müdahale ile bu hastalıktan daha az etkilenirsiniz ancak genetik yapınızdaki hastalık kodunu tümden değiştiremezsiniz.
Kader ise başımıza gelen beklenmedik olaylardır. Örneğin sayısal lotoda zengin olmanız, kırmızı ışıkta geçerken bir arabanın size çarpması gibi sizin kontrol edemediğiniz olaylardır.
Çevre psikoterapinin ilgilendiği ve hayatınızda sizin kim olduğunuza önemli derecede etki eden unsurdur. Çevre, dünyaya gözümüzü açtığımız anda annemiz ile başlar ve aile, okul, mahalle, akrabalar vb. devam eder. Psikoterapi bu ilişkiler ağında sizi etkileyen, gerçek kendiliğiniz yerine sahte kendilikler geliştirdiğiniz, kırılmalar yaşayıp kendinizi geri çektiğiniz veya savunmalar geliştirdiğiniz her şey psikoterapi konusu ve gündemidir. Psikoterapi 0-3 yaş preödipal
Kendinizi işgale uğramış hissettiniz mi?
Karşınızdaki kişinin sizi bastırdığını, kendiliğinizi ortaya koymanıza engel olduğunu, tüm bunlar karşısında çaresiz kaldığınızı hissettiğiniz oldu mu?
Bu durum sizde nasıl duygulara neden oldu?
Öfke, güvensizlik, özgüven eksiliği, kaçma hissi, ezilme.... Saydığımız bu duygular dışında daha birçok olumsuz duyguya neden olabilir. Duygular öznel olduğu için kişinin bilinçte ve bilinçdışında hissettiği duygular terapi sürecinde daha net açığa çıkacaktır. Böyle bir ilişki içerisinde olan danışanım görüşmelerimizin ilerleyen aşamalarında şunu söyledi, aynaya baksam kendimi göremeyecekmişim gibi hissediyorum.
Kendinizi böyle hissettiniz mi?
Bu durum benliğin yok oluşudur ve aynı zamanda aslında bir çıkış arayışıdır. Kendilik örgütlenmesi nitelikleri bakımından bu duruma neden olan farklı ilişki kombinasyonlarını gözlemleyebiliriz. Bu yazımda size teşhirci narsist ve gizli narsist örgütlenmelerin oluşturduğu ilişki türünden ve işgalden bahsetmek istiyorum.
Teşhirci narsistler
"En büyük insan, kendini en çok sayıda insanın yerine koyabilendir."
Jane Adams
İnsanoğlu fiziksel gelişimini tamamladıktan sonra dünyaya adımını atar.
Anneden ayrılan bebek, 36 ay boyunca psikolojik doğumun sancıları ile yaşamını devam ettirir. 36. ay ile oluşan kendilik örüntüsü her ne kadar esnek olsa da temel intrapsişik yapı, stabil bir nesne ile sağlıklı ilişki kurmadıkça değişmez. Stabil sağlıklı nesne ile kuracağımız ilişki hem sözel olarak hem de sağ beyinden sağ beyine sözsüz olarak ilerlemektedir.
Empati kelimesini birçok yerde duyarız. Kitaplarda, seminerlerde, dizilerde, şarkılarda vs… Empati bir başkasının ne hissedebileceğini hissedebilme yetimizdir. Empati yetimizin temeline bakacak olursak, bebeklik döneminde annesi ile iletişimsel örtüşmeyi deneyimlemeyen bir bebeğin empati yapabilme becerisi yeterince gelişmez. Bebek yetişkinlik döneminde empati kavramını bilişsel olarak bilse de duygusal olarak deneyimleyemeyecektir. İletişimsel örtüşme, anne ve bebek arasında kurulan sözlü olmayan iletişime denir. Bebeğin ağlamasının tonundan ne istediğini, ne hissettiğini annenin anlaması bu kavrama verilebilecek en temel örnektir. Bebeğin sözlü olmayan iletişim verilerini anne
Kendilik örüntülerinin oluşmasında baş mimarlar kuşkusuz annelerdir. Annelerin psikolojik durumları, yeni filizlenen ve 3 yaşında çiçeklenecek olan çocuğun ruhsal yapısını doğrudan etkileyecektir. Annenin geçmişten getirdiği patolojileri, çocukların ruh hallerinin temel belirleyicileri olur.
Çocuklar doğumdan sonra kendilik nesnelerine ihtiyaç duyarlar. Çocuk kendisini bir başkası üzerinden değerlendirme, bir başkasının onayı, bir başkasının sevgisi ve ilgisi üzerinden tanır. Neyi doğru, neyi yanlış yaptığını, hayattaki sınırlarını yada yaşamın kendisi için ne anlam ifade ettiğini bir kendilik nesnesi üzerinden öğrenir. Heinz Kohut buna aynalama der ve bir bebeği ilk ve en önemli aynasının anne olduğunu, söyler. Çocukluk çağında annenin bebeğe yaklaşımı, onun kişiliğinin temellerini oluşturacaktır. Kişilik örüntülerinin temellerine inmek ve o dönemin şimdiye yansımasını görebilmek için anne ile çocuğun ilişki türüne ve annenin nasıl bir modelle annelik yaptığına bakmamız gerekir.
Şöyle bir örnekle durumu netleştirmek istiyorum. Çevresinde ki hiç kimsenin onu anlamadığını söyleyen bir danışanınız olduğunu düşünelim, bu danışanımızın annesi onu sürekli aynaladığı için erişkinlik