Trabzonspor’un ilk yarıda 3 beraberlik 1 yenilgisi var.
İkinci yarıda 4 beraberlik 1 yenilgi...
Fark sadece 2 puan...
Yani aslında “Trabzonspor farkın kapanmasına müsaade etti” doğru bir teşhis değil.
Burada şampiyonluğu kaçıran bir takım yok.
Fenerbahçe dün akşam, bu kez sonu mutlu biten bir kâbus yaşadı... Baştan alırsak, ilk yarı, sezonun ilk yarısında oynadığı oyunun bir modelini sergiledi. Aykut Kocaman, Young Boys maçından sonra bir sohbetimizde takımın ön tarafının neredeyse şeffaf olduğunu, rakibin topu aldığı anda rahatlıkla ceza sahasına kadar gidebildiğini söylemişti. Dün de ilk yarıda bunu yaşadılar. Pozisyon buldular ama fazlasıyla da rakibin tehditlerini hissettiler. Yine kaybedilen finallerden biri olacaktı korkusu birçoğunu kaplamıştı, buna sahadakiler de dahil. Aykut Kocaman‘ın, Emre’nin yüz ifadelerinde, ligin ikinci yarısı boyunca gördüğümüz o kendinden emin ifade yoktu. Yani Fenerbahçe maçın ilk yarısında, ligin ilk yarısındaki gibi oynadı.
İkinci yarıda oyun, ligin ikinci yarısındaki oyuna benzedi. Cristian’ın oyuna girişi, golcü Alex’in tek santrfora dönüşüyle, Fenerbahçe orta sahada direnç kazandı. Yine pozisyon buldu, ama pozisyon verme sıklığı azaldı... Yani ikinci yarıda deplasmanda hiç puan kaybetmeyen takım gibiydiler. Erman Kılıç’ın şahsi becerisi dışında sadece Volkan’ın standartının altında kalışı, onları zorladı.
Fenerbahçe yine bu maçta da, sezon boyunca olduğu gibi geri
Milli bayramları "hiza al, sağdan say, sola dön" formasyonundan çıkarıp sokaklarda, meydanlarda festival havasında kutlama evresine geçebilsek ne güzel olacak...
Hem gençlik bayramı gençler tarafından talim yapılan değil, heyecanla beklenen kutlama günleri olacak...
Hem de Avrupa’nın en yeni ve dolayısıyla en modern stadının ortasında çayır kıvamında bir alan olmayacak. Buna kimse tarla demesin sakın. Böyle tarlada ürün bitmez. Tarlaya, onu süren köylüye hakaret etmemek lazım.
Burada kesmek lazım aslında yazıyı, zemin doğru değilse futbol da eğri oluyor çünkü. Ama bahsedilmesi gerekenler var.
Aysal sonrası, Terim’in hemen sonrası misal Kazım’dan bahsetmek gerekiyor. Çok uzun süredir gördüğü sarı kart dışında futbol anlamında bu kadar soğukkanlı ve disipline olduğu bir maçı hatırlamıyorum. Terim’in ısrarla beğendiği bu genç adamın yeni hocasının gelişiyle fazlasıyla güvenli olduğu açık.
Onun gibi başka oyuncular da vardı dün akşam. Servet ve Gökhan gibi. Orta sahanın hücum hattında işi bitirme gayretinden bir kaç kez kaçan Musa, Robak ve Gökhan Emreciksin’i, Kazım’ın oyununda olduğu gibi büyük bir güvenle kontrol altına almayı başardılar.
Bu oyuncular Terim sonrası
Fenerbahçe ligin ilk yarısında dış saha performansı açısından ligin 7.siydi... 4 kez yenilmiş, 3 kez kazanabilmişti. İstanbul dışındaki tek galibiyeti Konyaspor’a karşıydı. İstanbul dışında 11 gol yemiş ve sadece 9 gol atabilmişti.
Dış saha puan durumunda Antep, Kayseri, Trabzon, Bursa, Beşiktaş ve Galatasaray, Fenerbahçe’nin üzerindeydi. Manisa, Büyükşehir ve Eskişehir ise Fenerbahçe ile aynı puandaydı.
İkinci yarıda 23 gol atıp 10 gol yiyerek 8 galibiyet ve 24 puan aldılar.
Bu konuda onların yanlarına yaklaşabilen kimse yok.
Bu bariz gerçeğe Fenerbahçe’nin ilk yarı boyunca dengi diyebileceğimiz hiçbir takımı evinde ya da dışarıda yenemeyişini de ekleyebiliriz.
Eğer Fenerbahçe önümüzdeki hafta şampiyonluğa ulaşırsa evinde hiç gol yemeden aldığı 7 galibiyetten çok deplasmandaki karnesi dikkat çekici olacak. Ve denk rakiplerini deplasmanda dahi yenebilmesi de...
İşte Şenol Güneş’in komutasındaki Trabzonspor için tahmin edilemez olan asıl buydu.
Ankaragücü beklendiği gibi Mesut Bakkal tarzı bir oyunla sahadaydı. Önde bastılar, Fenerbahçe'nin geride oyun kurmasını engellediler.
Bunun içinde bireysel ve bütün halinde yapılan baskı da vardı. Son opsiyon olarak faul de... Öyle ki henüz 15. dakikada Vittek ile Fatih Tekke rakip savunma ve orta sahaya ikişer faul yapmıştı. Bu taktik faulleri de içeren pres, Fenerbahçe'yi fazlasıyla zorladı. Zaten var olan stres muhtemelen Trabzon'dan gelen gol haberleriyle birlikte iyice büyüdü.
Ankaragücü ekstra motiveydi. Ancak onların sonunu da bu ölçüsüz motivasyon getirdi. Oyun kuramayan Fenerbahçe neredeyse ilk kez ceza sahası içine girişinde Alex'le bir penaltı kazandı. Hemen ardından ikinci penaltı geldi. Hem Ankaragücü eksik kaldı, hem de skor 2-0'a gelmiş oldu.
Bundan sonra Fenerbahçe her presi aşmasında rahatlıkla oyun kurabildi. Defans yaparak rakip alana geçti.
Bu oyunun içinde Alex'e hiç kuşku yok ki ayrı bir parantez açmak gerekiyor. İki penaltı alan ve kaleci Senecky'yi attıran Niang, her zamanki gibi üst seviyeli oynayan Gökhan Gönül bir yana Alex'in yaptığı şov inanılmazdı. Üç penaltıyı da aynı köşeye, aynı noktaya ve kalecilerin tersine yollayışı bile önemli. Fakat
1-Savaş var
Bir maçın iptal olması için ne şart lazım? Ertelenmesi, yerinin değiştirilmesi filan değil, başlamadan iptal olması için şartlar ne olmalıdır? Söyleyeyim: İki tarafın savaşması dışında maç kolay kolay iptal edilmez. Aksi her şekilde maçı oynatmanın yolu bulunur.
2-Şampiyonluk maçında seyircinin ne işi var?
Bursaspor-Beşiktaş maçı ortada bildiğiniz bir savaş olduğu için oynanmadı. Mahmut Özgener’e bu riski neden almadın diye sorma hakkımız var mı? Bence bunu yaparsak haksızlık olur. Ama sadece beyin jimnastiği yapmak amacıyla şunu sorabiliriz: Bu maça Beşiktaş şampiyonluk adaylarından biri olarak gitseydi, ya da geçen yıl sonunda olduğu gibi aynı şans Bursaspor’da olsa yine de maç iptal edilebilir miydi? Buna “O zaman zaten seyirci gitmezdi” cevabını vermek mümkün tabii ki. Ama dedim ya beyin jimnastiği yapıyoruz. Biliyoruz ki, iki takımdan birinin şansı olsa seyirci gitmezdi. Bu cevabın farklı olacağını bilmek dahi çok sinir bozucu değil mi? Çünkü asıl garip olan bu değil mi? Eğer Beşiktaş şampiyonluğa oynasa, o maçta Beşiktaş seyircisinin ne işi var? demeye gelmiyor mu?
3-Kime oynuyoruz?
Bir maçı iki tarafın taraftarları da seyredemiyorsa... Bu 1
Alex’i orta sahanın markajına alabilirseniz sorun yok. Ya da daha doğrusu sorun sizin için daha idare edilebilir oluyor.
Ama eğer Alex, stoperlerinizin arasında alan ya da adam markajındaysa durum 180 derece değişiyor. Alex derinlikli bir markaja girmemiş oluyor. Oyunun boyutları onun için daha geniş ve hareket edilebilir alanlardan oluşur oluyor. Alex işliyor böylece. Kafa golü de atıyor, çalım da atıyor, şut da çekiyor.
Bu rakip için tabii ki bir seçim meselesi değil. Daha çok bir organizasyon ya da güç meselesi.
Fenerbahçe, Alex’i daha ileride tutabildiğinde rakibin başına bela olan sadece Alex olmuyor.
Santrforu rahatlıyor, hücumcu orta sahalar rahatlatlıyor. Fenerbahçe çok daha rahat rakip kaleye gidebiliyor. Daha doğrusu orada bir organizasyon kurabiliyor.
Dün ilk yarıda Fenerbahçe, Alex’i stoperlerin arasına sokmaya çalıştı. Ama Karabük, Brezilyalı’yı belli oranda geri itti. Burada tabii ki Güiza’nın da gerisinde bir form durumunda olan Niang’ın payı büyük. Alex ne kadar zorlasa da Niang hep zayıf kaldı dün. Fizik açıdan, form açısından, beceri açısından. Hep düştü. Bu sakatlıktan mı? Antrenmandan mı bilmiyorum. Ama çok güçsüz olduğu çok açık.
İkinci
Fenerbahçe hücumunun kaynağı Gökhan Gönül ve Andre Santos'tu. Kocaman'ın oyun sisteminde savunmanın değil, orta sahanın birer parçası olan iki kanat oyuncusu, bu kez bunun da ötesinde sanki hücumun parçası gibiydi. Belki hafta boyunca çıkan Barcelona tarafından izlendikleri haberlerinin etkisi onları bu kadar hücumun bir parçası yapmıştı.
Çoğu zaman Mehmet Topuz, Gökhan'ın; Stoch da, Santos'un arkasında yer alarak savunmacı gibi oynadılar. Ancak asıl yükü Lugano, Emre ve Cristian çekti. Rakibin en önemli hücum oyuncularının, onların kanatlarını kullanan Holosko ve İbrahim Akın olduğu düşünüldüğünde bu oyun yapısının Fenerbahçe'nin başına iş açabileceği söylenebilirdi. Ancak öyle olmadı. İki savunmacı hücumu o kadar iyi yaptılar ki, Alex-Semih ve diğerleri sayısız pozisyona girebildi.
Bu iki oyuncu kendi standartlarına yakın oynayabilseler, Fenerbahçe büyük bir farkla oyunu kazanabilirdi.
Bundan sonrası için bu oyunun anlattığı, avantajlar ve dezavantajlar ise şöyle: Fenerbahçe geçen senenin travmasından uzakta, heyecanla hücum edebiliyor, oyuncular iştahlı ve her şartta kazanmayı biliyorlar. Buraya kadar her şey yolunda. Ancak oyunu rolantiye almak, soğukkanlı olmak şu an