Küçük not defterleri adeta minik bir mucize gibidir.
Bundan 29 yıl önce, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi Kitap Patolojisi bölümünün bulunduğu avludaydık. Avlu küçüktü, ortasında zakkum ağaçları vardı. İstanbul Üniversitesi Arşivcilik Bölümü öğrencileri olarak orada hocamız Saadet Gazi’nin verdiği kâğıt ve cilt restorasyonu dersi için toplanmıştık. İlk defa kitap hastanesi denebilecek bir yerde bulunuyordum. Meğer kâğıt da hastalanıyormuş ve uzman ellerde tedavi edilmesi gerekiyormuş.
Hiç unutmuyorum, kâğıt uzmanı hocamız değerli Saadet Gazi Hanım bize bir derste Fatih Sultan Mehmet'in kütüphanesinden çıkan devasa bir kitap göstermişti. Padişahın okuduğu kitaplardan biriydi ve doğal olarak yakından görmek için bile özel izin gereken türden çok nadir bir eserdi. Beş yüz yıllık kitabın burada olmasının nedeni hasta olmasıydı ve tedavi görüyordu. Buna rağmen sayfalarının çoğu sağlamdı, kâğıdı harikaydı ve çok etkileyici görünüyordu. Derste kâğıdın yapısı anlatılırken ben masadan aldığım çeşitli Japon kâğıtlarını ışığa tutar, su yollarına bakar, aradan sızan ışıkta bir şehir haritasına benzeyen çizgileri incelerdim.
Bilinçli olarak iyi defteri aramaya işte o zamanlar başladım. Müdavimi olduğum kırtasiyelere giderdim, defterlere bakar, arkasında “acid free” yani “asitsiz” ibaresi olan defter arardım. Gerçi defterleri oldum olası sevmişimdir, 1980'lerin sonunda o zamanların en popüler kırtasiyelerden biri Nişantaşı'ndaki Dünya Gençlik Merkezi ve hemen aşağısındaki sokakta bulunan Karum'du (ilk kaliteli mürekkep şişemi aldığım harikalar diyarı Karum Kırtasiye yerinde duruyor ama Dünya Gençlik Merkezi artık yok).
Böyle böyle çok güzel defterler buldum, yazdım ve biriktirdim. Ancak bu iş hiç kolay değildir çünkü her şeyin iyisinde geçerli olan kural bu alanda da geçerli: İyi defter her zaman zor bulunur. Kıssadan hisse, iyi bir defter bulduğunuz zaman hiç kaçırmayın derim. Çünkü hoşnut kaldığınız bir defteri bir daha bulmak mümkün olmayabilir. Mesela 1990’lı yıllarda iyi kırtasiyelerde UNICEF’in çok kaliteli ciltli özel basım defterleri bulunuyordu. 2000’lerin başında UNICEF gibi devasa bir kurum bile o güzel defterleri üretmeyi durdurdu. Ben de daha küçük defterlere yöneldim. Yıllar sonra şair ve musahhih Nihat Ateş dostumun A4 boyundaki defterlere iştahla yazdığını gördüğümde çok şaşırdığımı hatırlıyorum (şiirde de aynı tutumu seçtim ve üç dizeden oluşan “haiku” tarzını çok seviyorum).
‘Not alınız efendim’
Küçük not defterleri adeta minik bir mucizedir, rüyalarınızı yazmaktan toplantılarda yapılacak karalamalara kadar her işe yarar. Gömleğin veya ceketin cebine sığan o küçümen not defterlerinden söz ediyorum. Çocuk olsun, yetişkin olsun herkesin yanında bir not defteri olmalı, aklınıza bir fikir gelince cep telefonuna not almak da mümkün elbette ama gariptir, metal ve plastik karışımı cep telefonları kâğıt bir not defteri kadar kalıcı değildir. Kalıcı olmayı bırakın işlevsel de değildir. Ölçün bakın, defteri kalemi çıkarıp yazmaya başlamak her zaman bir cep telefondaki bir uygulamayı açıp yazmaya başlamaktan çok daha kolay ve pratiktir. Üstelik bir not defterine yazarken aklınıza başka bin türlü şey gelir de cep telefonuna uzun uzun not alan kimseyi görmedim. Cep telefonundaki bilgiler (fotoğraflar da) her an uçup gidebilir, diyelim ki notunuzun kenarına bir çizim yapmak istediniz, daha iyi ve çok daha gelişmiş bir telefon gerekir, binlerce liralık telefonların da ömrü belli, birkaç yılda çöp oluyorlar. Defterler bu anlamda bir hazinedir, harici bir güç kaynağına ihtiyacı yoktur, virüs bulaşması aklınıza bile gelmez ve en iyi defter bile telefonun yanında sudan ucuz sayılır.
Ayrıca Ercüment Ekrem Talu’nun başına gelenleri biliyorsanız bir kalem ve bir not defterinin yeri geldiğinde hayat kurtardığını da bilirsiniz. Ali Can Sekmeç’in Chronicle dergisinde (sayı 4, 2006) yer alan yazısına göre şöyle bir olay yaşanmış: Cumhuriyet'in ilk yıllarında Ankara’da çalışacak kaliteli bürokratlar aranıyor. Atatürk de “Gidip İstanbul’dan Fransızca konuşabilen adamlar bulup getirin,” diyor. Fransızcası kuvvetli olan ve çevresinde “hoca” diye tanınan ünlü gazeteci Ercüment Ekrem Bey bulunmuş, getirmişler. Ardından Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü olan Ercüment Ekrem Bey bir gün Atatürk’ün huzuruna çağrılmış. Atatürk yapılması gereken işleri sıralamış ve ardından “Not alınız efendim” demiş. Hemen ceplerini karıştıran Ercüment Ekrem Bey kalem ve kâğıt bulamayınca o esnada odada bulunan Latife Hanım’a dönerek “Bir kalem getirebilir misiniz?” deyince hava birden
buz kesmiş. Bu olay sonrasında Ercüment Ekrem Bey görevinden alınmış.
Her şey bir yana, bana kalırsa not defterine bir şeyler yazmak pazar günü bayiye gidip bir Milliyet gazetesi almak kadar kolay.
Haftanın Kalemi: Platinum Plaisir PGB-1000
Platinum kalemlerini sevmeyen yoktur, ben kuruluş yılından dolayı (1919) ayrıca seviyorum. PGB-1000, alüminyum bir gövdeye sahip giriş seviyesi bir dolmakalem; buna karşın üstün bir özelliği var. Kalemin mühürlü kapak tasarımı ucun hiç kullanılmadan bir yıl veya daha uzun süre boyunca kurumasını önlüyor. İnce (03), orta (0.5) gibi uçlar ise alışıldık uçlardan çok daha ince.
Haftanın Defteri: Leuchtturm1917 A5 noktalı
Leuchtturm1917 asıl şöhretini “bullet journal” denen ve özelleştirilebilen ajanda tarzı defterlere borçlu olsa da yaptığı her defter tıpkı bu sayfadaki gibi kaliteli. Pahalı mı? Evet. Güzel mi? Evet. Değer mi? Evet.
Haftanın Mürekkebi: Pilot Iroshizuku Chiku-Rin
Bir mürekkep şişesinden çok parfüm şişesine benzeyen güzelliğiyle Pilot Iroshizuku Chiku-Rin, bambu ormanlarının değişken yeşil tonlarından ilham alıyor. Kâğıt üzerinde de öyle, koyudan açığa hafifçe renk değiştiriyor. Şişenin altındaki üçgen boşluk ise mürekkebin son damlasına kadar kullanılmasını sağlıyor.