Önce Sovyetlerin, sonra Rusların kuklası olan baba-oğulun diktası, sosyalizm ve Arapların üstünlüğü safsatalarına dayanan bir partinin tahakkümü sona ermiş; hem de karşısındaki cephenin İran desteğiyle silahlandırılmış olmasına rağmen, nispeten kolay ve olabildiği kadar kansız bir şekilde…
Suriye’yi yeniden özgür ve demokratik ülkeler ailesine katmaya niyetli ve buna muktedir bir koalisyon, başardığı devrimi, reformlarla sürdürmek üzere kolları sıvamış; bugüne kadar din motifli “terör” örgütleri arasında, iç savaşın sona erdirilerek barışın --bu kez demokrasi tacıyla-- geri gelmesi dışında bir ideoloji açıklamaması ile “aykırı” sayılmış, Hey’et Tahrir al-Şam (Şam Kurtuluş Heyeti) isimli örgüt, zaferi sağladığı ilk gün, kendi kendisini feshettiği halde…
En üst düzeyde ilk temasını ABD’nin dostu ve ortağı (İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Arap ülkelerinden biri olan) Suudi Arabistan ve NATO üyesi, ABD ve AB ülkelerinin dostu ve müttefiki Türkiye ile kurmuş, ABD ile AB ülkeleri ile diplomatik düzeyde müzakerelere başlamış olan Suriye’ye, Amerika’nın ve Avrupa’nın ekonomik, ticari ve sınai yaptırımları, gaz ve petrol ithalatı kısıtlamaları, silah ve askeri teçhizat satışı, ve Suriye hükümetiyle bağlantılı kişilere yönelik seyahat ve mali muamelelerin yasaklanması da dahil, kısıtlamalar devam ediyor. Gerçi ABD Maliye Bakanlığı, 5 Ocak’ta Suriye’ye yönelik yaptırımlarının kamu hizmetleri veya insani yardım sağlanması da dahil olmak üzere temel insan ihtiyaçlarını karşılama faaliyetlerini engellememesi için bazı olanaklar sağladı; ancak Esed ailesinin ve Baas’ın 1971’den beri soyduğu Suriye’nin, bir gün bile mevcut kısıntılarla yaşaması, hele hele halkı bu kadar yıl sonra demokrasi gibi bir kişisel girişim ve fedakarlık gerektiren bir rejime yönlendirmek için gerekli ortamı sağlaması imkansızdır.
Suriye halkı, ticaretin ve yatırımın önündeki yaptırımlar kaldırıldığı taktirde kendi üretimi ile, kendi ticareti ile düzenini hemen kurabilir; ülkenin petrol ve gaz kaynaklarını kullanarak kısa zamanda ayakları üzerinde durmayı başarır. Ancak yaptırımların kaldırılması ve ABD’nin Suriye’yi bölerek, orada bir “Kürt” (yani PKK) devleti kurarak, İsrail’in genişlemesine imkan sağlama siyasetinden vaz geçmesi şarttır. ABD Silahlı Kuvvetleri’nin sağladığı maddi ve askeri yardımla, ülkenin beşte ikisini yani petrol ve önemli hidroelektrik tesislerinin olduğu Tişrin barajını Kasım 2013’ten beri elinde tutan PKK uzantısı YPG-PYD, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi/Rojava) adı altında şu anda ayakta duruyor ise bu sadece ABD Merkezi Kuvvetler Komutanlığı CentCom’un üç-beş askeriyle değil, Trump’ın bir türlü kaldırmadığı yaptırımlar sayesindedir. Trump, ister itiraf etsin, ister etmesin, Siyonist Küreselcilerin Orta Doğu’ya yeni bir düzen verme projesine alet olmaktadır.
Rojava, PKK uzantısı PYD ve YPG liderlerinin iddia ettiği gibi, Suriye Kürdistanı’nda Arap, Çerkes, Kürt, Süryani ve Türkmenlerin yaşadığı, de facto özerk olan yönetim alanı değildir. PYD, liderlerinin iddiasının aksine, Suriyeli Kürtleri bile temsil etmiyor. Bu örgüt, artık giderek imkansız hale gelen, bölgede bir Kürt (yani PKK) devleti kurma projesini de gerçekleştirecek gücünü yitirmiştir. Avrupalı liberaller, Rojava denen oluşumu Şam’da Esed ve Baas diktasına karşı bir tür Suriyeli Kürtlerin önderliğinde demokratik bir oluşum gibi gördüler. PYD’yi ve YPG’yi kuranların PKK’lı teröristler olduğunu anlamazlıktan geldiler ve bunları Suriye’nin özgürleşmesi için araç olarak kullanabileceklerini sandılar.
Ama o sırada Türkiye bir yandan PKK’nin Suriye’ye yerleşmesini önlemeye çalışıyor, bir yandan da Suriyeli gerçek muhaliflerle, onların zaferini sağlayacak bir işbirliğini sürdürüyordu. Türkiye’nin bu siyasette gözettiği tek ilke vardı: Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak. Bundan böyle, HTŞ’yi ve Özgür Suriye Ordusu’nun “cihatçı” diye suçlayan Amerikalı ve Avrupalılar için gerçeği görmek ve Suriye’ye bütün yaptırımları kaldırma zamanı gelmiştir.