Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

bizans@gmail.com

Tüm Yazıları

Çay yolunun büyük ustası Sen no Rikyu’ya (1522-1591) atfedilen bir öyküye göre Rikyu, 17 yaşında dönemin ünlü çay ustası Takeno Joo’nun öğrencisi olmuş. Bir gün usta Joo, bilgeliğini sınamak için Rikyu’dan bahçeyi temizlemesini istemiş. Titiz bir şekilde bahçeyi yapraklardan ve diğer çerçöpten arındıran, yerleri süpüren, yıkayan ve bir toz zerresi kalmayacak şekilde güzelce temizleyen Rikyu, iş bittiğinde bahçenin son derece kusursuz olduğunu görmüş. Ancak bu mükemmel görüntü Rikyu’yu rahatsız etmiş. Bunun üzerine bahçedeki yabani kiraz ağacının ve kızıl akçaağacın dallarını hafifçe sallamış, renkli yapraklar ve çiçekler yere düşmüş. Usta Joo’nun bu tabloyu oluşturan yaklaşımdan gurur duyduğu söyleniyor.

Haberin Devamı

Bu öykünün bir başka versiyonu daha var, öyküde bu sefer bahçeyi temizleyen kişi Rikyu’nun çırağı olan oğlu, mevsim sonbahar, bahçenin temizlenmesini isteyen de Rikyu. Bahçeyi temizleyen oğul, babasından onay beklerken Rikyu, “Olmamış!” der, arkasını döner. Genç adam ikinci kez temizlemeye girişir ama yine aynı yanıt gelir: “Olmamış!” Üçüncü sefer de aynı yanıtı alınca, gencin sabrı taşar ve biraz da öfkeyle her yeri silip süpürdüğünü artık yapılacak başka bir şey kalmadığını söyler. Bunun üzerine Rikyu gider ve bir ağacı sallar, işte o zaman kızıl renkli ağaçlardan düşen yapraklar bahçenin asıl ruhunu gösterir.

‘Dolmakalemle yazmak bir Zen hobisidir’

Çay fincanındaki felsefe

Rikyu usta, çay törenini bütün olarak ele almış ve Zen felsefesiyle bağdaştırınca ortaya başka türlü bir düşünme tarzı, yani “wabi-sabi” ortaya çıkmış. Rikyu, kusurları olan çay fincanı gibi kimi nesneleri estetik açıdan büyüleyici bulmuş, geçici olana değer vermiş, çay bahçesi ve kulübesinde somutlaşan mimari yaklaşımı ile Zen felsefesinin temel ilkelerini bir araya getirip yepyeni bir yol açmış. (Ne yazık ki altın fincanlarda çay içmeyi seven imparator Toyotomi Hideyoşi tarafından hayatına son verilmiş.)

Vietnamlı müzisyen Bui Quoc Bao’nun, 2020’de “Harper’s Bazaar” dergisinde yayımlanmış röportajında geçen “Dolmakalemle yazmak bir Zen hobisidir” cümlesinin ışığında düşünüyorum: Dolmakalemle yazmak özenle yapılan bir çay törenine benziyor, ikisinde de huzur ve sessizlik var.

Haberin Devamı

Dolmakalemle yazan kişi, eğer içinde Zen düşüncesini taşıyorsa ona kaliteli küçük bir defter, bir şişe iyi mürekkep ve “iyisinden” bir dolmakalem yeterli.

Temel bir Zen pratiği olan meditasyon ise yazı yazılan zaman aralığında gerçekleşir. Bu aşamada yazan kişi dünyaya sırt çeviren kişi değil, dünyayı kucaklayan kişidir. Boş bir kâğıt, sonsuzluğa açılan bir pencere olduğu için dolmakalemle yazan kişi hem meraklı hem de sabırlı olmalı, yaptığı her işe özen göstermeli. Bu noktada çok sevdiğim hattat Necmeddin Okyay geliyor aklıma, kendisi aynı zamanda bir ok ustasıydı (soyadına dikkat) ve uzman bir gül yetiştiricisiydi. Neye merak duyduysa onu yüceltiyordu. Ebru sanatını öğrenmiş ve tarihe geçen bir ebru ustası olmuştu. “Necmeddin ebrusu” adı verilen çiçekli ebruyu ona borçluyuz.

Bütün bu güzel insanları düşününce şaşırıyorum çünkü çağımızın hastalıkları saymakla bitmez: mükemmellik arayışında olmak, kusursuz olanı aramak, simetriyi çok anlamlı bulmak, ihtişamlı görünene büyük ilgi duymak, gölgeli değil de bol ışıklı olanı değerli bulmak… Ne yapalım, ustaları şimdilik unutalım derim, onlar hayata ve sanata başka bir boyuttan bakmışlar. Bize kalan ise meraklı olmak, takdir etmek ve yaşamaktan zevk almak, işte bütün mesele bu.

Haberin Devamı

Evdeki Zen bahçesi 

‘Dolmakalemle yazmak bir Zen hobisidir’

İtalyan mimar Pier Vittorio Aureli’nin “Az Yeterlidir” isimli eseri benim için “yangında kurtarılacak ilk kitaplardan” biri. Kaçıncı kez okuyorum hatırlamıyorum, hele 47. sayfada başlayan ve Steve Jobs’un 1983 tarihli fotoğrafından yola çıkan bir değerlendirme var ki her okuyuşumda bir kez daha yazara hak veriyorum. Bu arada Lemis Yayın harika kitaplar basıyor, yazı tipi, harflerin büyüklüğü (gözleri kör eden o minicik puntolarla kitap basanlar utansın), kâğıdın güzelliği ve dipnotların sayfanın altında olmasıyla bendeki yeri ayrı. (Çoğu yayınevi dipnotları kitabın sonuna tıkıştırıyor.) Rafta Aureli’nin yanında 1944 baskısı “Çayname” de vardı, onu da haftanın güzelliklerine ekliyorum. Okakura Kakuzo’nun bu muhteşem eserinin Türkçede birçok çevirisi mevcut, hangisini bulursanız alın okuyun derim. Mürekkebe gelince, bu hafta Diamine haftasıydı benim için, özellikle puslu şeftali (Peach Haze) mürekkebini çok kullandım. Okurlar ne düşünür bilmem ama turuncu şahane bir renk, siyahtan sıkıldığım zaman wabi-sabi felsefesine göre yapıldığını düşündüğüm Han Pen’i alıp Aniki defterin sayfalarına biraz mercan rengi katıyorum.