Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

bizans@gmail.com

Tüm Yazıları

Bir zamanlar İtalyan ve Fransız çizgi romanlarına bayılırdım, süper kahramanları son derece anlamsız bulduğum için Amerikan çizgi romanlarından hep uzak durdum ama belli bir yaştan itibaren Japonların haiku’dan sonra en önemli ikinci icatları olan manga okumaya başladım ve manga dünyasını daha çok sevdim.

Çizgileri sevdiğim için olsa gerek çizgi romanlar gibi çizgi filmleri de seviyorum. Seişu Handa isimli 23 yaşındaki genç bir hattatı anlatan 2014 tarihli “Barakamon” adlı çizgi filmi izlediğimde de çok beğenmiştim. Daha sonra mangasını (2009) okudum ve çok daha büyük keyif aldım. “Barakamon” yazı yazmayı seven herkesin izlemesi gereken bir anime diye düşünüyorum, tabii ben mangasını daha çok sevdim orası ayrı. Belki belli bir yaştan sonra sesler beni rahatsız ettiği için olabilir, manga sessizce okunabildiği için bana daha çok “sesleniyor” galiba.

Haberin Devamı

‘Barakamon’ ve yazıda kendini bulma sanatı

“Barakamon” arada sırada yeniden izlenecek/okunacak türden bir eser, geçenlerde mangasını tekrar okudum ve yine aynı şekilde hayran kaldım. Konusuna gelince; Babası da hattat olan Seişu Handa “altın çocuk” olarak büyümüş ve bu nedenle kendisini çok başarılı görüyor. Çocukluğundan beri iyi bir eğitim aldığı için tekniği mükemmel ancak bir yetişkin olduğunda kendine özgü bir tarzdan yoksun olması bir sorun haline geliyor. Bir gün bir sergi açılışında yaşlı galeri müdürü Handa’nın yazılarının çok sıkıcı olduğunu söylüyor ve ardından “Hiç kalıplarını kırmayı denedin mi?” diye soruyor. Bunun üzerine bu konuda son derece gereksiz bir gurura sahip Handa çok sinirleniyor ve gençliğin verdiği pervasızlıkla galeri müdürüne yumruk atıyor.

Olay büyüyor ve Handa yaşanan skandal nedeniyle aklını başına toplaması, fevri davranışının cezasını çekmesi ve “kendi tarzını” bulması için küçük bir adaya sürgüne gönderiliyor.

Tokyo gibi devasa bir şehirde yaşayan Handa, elbette küçük bir adadaki hayata uyum sağlamakta zorlanıyor, adadaki çocuklar da onu hiç rahat bırakmıyor ama asıl mesele hat sanatı. Bu konuya kafasını takıyor ve inatçı bir kişiliği olduğu için kendini haklı görse de uzun uzun düşündükten, nice olaydan sonra aslında galeri müdürünün haklı olduğunu, yazısının belirli kalıplar içinde sıkışıp kaldığını ve aslında kendini hiç geliştirmediği için yazısının hiç de “kendisi gibi” olmadığını anlıyor. Onun eserleri klasik anlamda güzel ve teknik açıdan çok başarılı olsa da geçmişin tekrarından başka bir şey değil, dolayısıyla da bir ruhu yok.

Haberin Devamı

Handa bencil biri, başlangıçta çok kibirli, asosyal, sabırsız, kendine fazla güvenen, başkalarını hiç düşünmeyen, soğuk ve mesafeli bir kişiliğe sahip. Hata yapmaktan korktuğu için hat sanatında çok gelenekçi bir tarzı benimsemiş, bilinçli olmasa da risk almak ve kendini geliştirmekten uzak durmuş. Bu çok önemli bir sorun, kişi başkalarına veya belirli kalıplara körü körüne öykününce kendisi olmaz, olamaz zaten. Böylece Handa’nın “kalıpları aşma” denemeleri başlıyor. Bu dönemde genç hattatın nasıl daha iyi yazacağına ilişkin düşünmesi ve bunalımlı anları çok güzel anlatılmış.

Handa’nın iyi yönleri de var, bir kere çok tutkulu biri ve hat sanatına gönülden bağlı. Sonra bazen yılgınlığa düşse hiç pes etmeyen bir kişiliği var, öyle ki bir yerde “Şimdi tamamen karanlıktayım ama kesinlikle ışığı bulacağım” diyor.

Haberin Devamı

Hikayede, Handa kadar önemli bir yere sahip olan Naru isimli aşırı yaramaz bir çocuk var, o sahneye çıktığında ister istemez gülümsüyor insan. Zaten Handa’ya yol gösteren de Naru oluyor biraz. Hat sanatı hakkında hiçbir şey bilmeseniz bile, Handa’nın kendi tarzını ararken yaşadıkları çok öğretici.