30.06.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:
Umur Talu
Aslında Mahkeme Başkanı Turgut Okyay durumu özetledi:
Karar, idam. Ama bir hukukçu olarak hakim, bu davada değil, genel olarak, ilkesel olarak "idama karşı olduğunu", fakat kanunların gereğini yerine getirdiğini söyledi daha sonra.
İdam, suçun, suçların niteliğinin ve niceliğinin ötesinde "ilke" bakımından tartışmalı bir hüküm.
Kanunlarınızda varsa verirsiniz, uygularsınız, uygulamazsınız.
Yahut zaten "ilke" olarak kanunlarınızda ölüm cezası yoktur, kaldırılmıştır.
Dünyadaki birçok ülke ve uzun süredir bu ceza infaz edilmediği halde kanunlarında koruyan Türkiye bir yana...
İlkinin tipik örneği ABD. Demokrasinin beşiklerinden sayılan ve dünyaya da "demokrasi" dersi veren, hatta bu dersi yer yer silah zoruyla da uygulayan ABD idam cezasının en yaygın uygulanıldığı ülkelerden biri. Daha doğrusu, ABD'de birçok eyalet, farklı infaz yöntemleriyle bunu uyguluyor; hem de çoğu zaman tartışmalı biçimde.
Zaten ABD, demokrasisinin öteki yüzündeki bu gibi uygulamalar yüzünden birçok uluslararası hukuk metnini imzalamıyor ya da o tür girişimlere karşı çıkabiliyor.
İdam cezasının, "yaşama hakkı"nın mutlaklığı nedeniyle "ilke" olarak bulunmadığı temel coğrafya ise Avrupa ile bunun siyasi - ekonomik birliği olan Avrupa Birliği.
Türkiye'nin üye olduğu Avrupa Konseyi de bu "ilke"ye sahip çıkıyor.
Hatta Türkiye'nin de Avrupa hukuk kurumlarına çeşitli kereler, bu cezanın var olmasına rağmen infaz edilmediğini bildirdiği, bildirmek zorunda kaldığı biliniyor.
Hakimin hukukçu olarak verdiği kararla, sonradan samimiyetle söylediği sözler de "kanun" ile "ilke" arasındaki çelişkinin özeti.
. . .
Bütün bunlardan sonra...
Kanunlarınız öyle diyorsa, bu açıdan "ceza"nın tartışılır tarafı yok. Kaldı ki, yargılama süreci de gözler önünde ve düzgün biçimde süregelmişti.
Kararın şehit yakınlarını, ondan öte ülkede önemli bir çoğunluğu mutlu ettiği, yaşadıkları ve hala yaşamakta oldukları acılara bir teselli olduğu da açık.
Şimdi iç ve dış hukuk süreci başlıyor.
Tabii ki bu süreç sadece "hukuk"tan ibaret değil.
Bir bölümü ikiyüzlü hesaplarla, bir bölümü bölgesel senaryolarla, bir bölümü ise ilkelerle hareket eden "yabancılar"ın ne diyeceği, ne baskı yapacağı bir yana... (Elbette sadece baskı değil, bir de altına imza attığımız hukuk metinleri var.)
Asıl önemlisi, bugüne kadar öyle olduğunu kabul etmeseniz dahi, Meclis'in önüne geldiği andan itibaren "siyasileşecek" bu dava ve kararın Türkiye'nin geleceğini nasıl belirleyeceği.
Bir yanda, geçmişin acılarından kaynaklanan toplumsal bir tatmin duygusu...
Bir yanda, huzurlu bir geleceğin hangi zeminlerde inşa edilebileceği.
O acıları yaşamış gazi askerlerin konuşmalarından oluşan bir kitabın (Nadire Mater, Mehmedin Kitabı) dahi "çok satanlar"dan olduktan sonra toplatılabildiği bir ülkede...
Acılar ve duygular hatta kanunlar ile aklın dengesini kurabilmek kolay değil.
Not: İzninizle Dipsiz Kuyu birkaç gün kapalı olacak.