Bizim okul tarihlerinde Lâle Devri çok karalanarak anlatılmaz ama tam rengi de verilmez. Lâle soğanının çok para ettiği, zevk-ü sefanın arttığı, mimaride bazı yeniliklere gidildiği belirtilir. Hiç şüphesiz ki tarih sadece tarihi gerçek dediğimiz olayların ve belgelerinin tesbiti değildir. Ön planda onların birleştirilerek yorumlanması ve çizilmesidir. Lâle Devri eksik çizimdir, hatta yanlıştır
1730 yılında 1 Ekim günü padişah III. Ahmed uzun saltanatından sonra tahttan indirildi. Daha önce Edirne Vakası dediğimiz ayaklanma ile tahtından olan II. Mustafa’nın ana bir (Gülnuş Emetullah Sultan), baba bir kardeşidir. Babaları IV. Mehmed de (Avcı) onlar
gibi tahttan indirilmişti. II. Viyana bozgununu izleyen yıllar birkaç padişahı tahtından etti ve Topkapı Sarayı’nın Harem girişindeki şemşirlik denen tahtsız hünkar hapishanesine misafir oldular. Lâle Devri’nin mimarı ünlü reformcu ve
Babıâli diktatörü diyebileceğimiz Nevşehirli
Damad İbrahim Paşa bir zaman önce padişah tarafından Patrona Halil’in azgın isyancılarına teslim edilmişti. Sokak kalabalığının kini söndürülemiyordu. Şair Nedim’i bile hedef gösterdiler. Soylu bir aileden gelen ve medrese tahsilli, Türk edebî dilini İstanbul halkının diliyle birleştiren ünlü şairimiz damlardan kaçarken düşüp öldü.
III. Ahmet’in Yeniçerilere altın atmasını konu alan minyatür.
18. asır başındaki Osmanlı medeniyetinin sokak kitleleri tarafından tahribi bir faciadır
Bizim okul tarihlerinde Lâle Devri çok karalanarak anlatılmaz ama tam rengi de verilmez. Lâle soğanının çok para ettiği, zevk-ü sefanın arttığı, mimaride bazı yeniliklere gidildiği belirtilir. Bu bölümün kavramsal bütünlüğü dışında itfaiyenin kurulması, orduda ıslahat ve mühendishaneler açılması gibi hareketlerle birlikte matbaadan da bahsedilir. Hiç şüphesiz ki tarih sadece tarihi gerçek dediğimiz olayların ve belgelerinin tesbiti değildir. Ön planda onların birleştirilerek yorumlanması ve çizilmesidir. Lâle Devri eksik çizimdir ve hatta yanlıştır. Lâle soğanını yeni melez türlerle geliştirildiği, korkunç pahalı yeni türlerin elde edildiği doğrudur. Bu sırf İstanbul’a ait bir olay değildir. Hollanda bunu çok daha önceden, daha büyük kumara varan yüksek meblağlarla yaşamıştır. Öte yandan lâle yetiştirmek mahalle kasabından devrin parlak alimine kadar bütün Türklerin ortak uğraşısıydı; İstanbul bahçe kültürüne girmişti.
Matbaanın yanında Avrupa barok mimarisinden ve bizim teknikçe önümüzde olan İran resim sanatından gelen etkilerden pek söz edilmez. Dahası Profesör İnalcık’ın UNESCO dizisinden çıkan Dimitri Kantemir kitabı önsözüne kadar İstanbul’da Batı’ya ve Doğu’ya açılan yeni Osmanlı aydın elitinden söz edilmediği de açıktır. Galata kadısı Mehmed Esad Efendi ki aslen Giritli’dir, Rumca bilirdi, Yunanlılarda bile görülmeyen bir gayretle Latince’yi sevip öğrenmiştir. Ve İbrahim Müteferrika matbaasına musahhih (redaktör) olarak girmiştir. Nefioğlu diye bir Müslüman Türk münevver Latince bilmektedir. İstanbul’daki Dimitri Kantemir ve Fenerli Mavrokordato kardeşlerle adeta kardeş gibidir. Antoine Galland, Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Latince-Yunanca bilgisi ve umumi tarih araştırmasından hayranlıkla söz ediyor.
Osmanlı tarihçilerinin barok devir diye adlandırdıkları bu dönemde Türkiye Batı’nın matematik, mühendislik, tıp ve veterinerliğini öğrendi. Hepsi Batı tesiri değildir. İnsanların
kendileri bu işi merak ediyorlardı. Katip Çelebi
gibi her şeyi bilen bir büyük leksikograf-bibliyograf bu dönemin girişidir. 18. asır başındaki Osmanlı medeniyetinin sokak kitleleri tarafından tahribi
bir faciadır ama durmayan bir değişimdir.
Kurulu Osmanlı düzeni yolundan ayrılmayacağını yeni padişah I. Mahmud’un gizli emriyle
o gün saraydaki bir toplantıda bütün Patrona takımını kılıçtan geçirerek gösterdi.
Hiç şüphesiz ki bu devir 1711 Prut Zaferi ve 1718’deki Pasarofça Antlaşması’yla başlayan bir sulh döneminin eseridir ve Osmanlı çağdaşlaşma asrı sonradan tarihçi Ahmet Refik’in koyduğu bir isimle Lâle Devri diye anılmaktaysa da kendi başına zamanda sınırlı bir olgu değildir.
Gladstone’un Büyük Oyun’u
Taha Niyazi Karaca genç kuşak tarihçilerden, Bozok Üniversitesi öğretim üyesi... Bizim arşiv belgelerine ve Britanya arşiv kaynaklarına ilaveten geniş bir literatüre dayanarak yazdığı biyografi Gladstone’un; Liberal Parti’nin bu ünlü liderinin ve 19. yüzyılda dört kere başbakanlık yapan Britanya’nın tarihî portrelerinden birinin bir Türk tarihçi tarafından yorumlanışıdır. Biz Gladstone’u Türk düşmanlığı ile tanıyoruz. Gladstone’un Türk düşmanlığı onun ailesinden edindiği evanjelist (bir nevi Hristiyan fundamantelizmidir) inancından ileri geliyor. Dahası var; sınıf değiştiren bütün İngiliz burjuvaları gibi iyi bir eğitim gördü; Eton ve Oxford. Yunan Roma dünyasına adım attığı zaman bütün 19. yüzyıl gençliği gibi eski dünyadan büyülendi. Daha da ileri gitti. Yunanlılık ona göre beşeriyete gelmiş ilahi bir mesajdır, herkes onları takip etmeliydi. Gerçi hiçbir zaman Ortadoks kilisesine geçmeyi düşünmemiş. Lâkin Kırım Savaşı sırasında Türk İmparatorluğu’na karşı Rusya’yı tutmaktan söz ediyordu. Türk İmparatorluğu’nu tutanlar ise en başta onun rakibi Benjamin Disraeli’dir. Hiç şüphesiz Disraeli, Britanya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük başbakanı ve devrinin çok ilerisinde görüşleri olan bir devlet adamıydı. İngiltere satvetini ona borçludur ve o, İngiltere’nin satveti için Türk mevcudiyetinin ve politikasının desteklenmesini düşünüyordu. Gladstone’un ikinci düşmanı ve Türk taraftarı Karl Marks’tır. Hatta Karl Marks, Gladstone’un politikalarını Rusya adına Avrupa’da propaganda yapan madam Novikov ile olan ilişkilerine bile bağladı. Gladstone kim? Nasıl bir tahsil gördü? Hangi aileden geliyor? Hangi cemiyet gruplarının üyesi? Avrupa ile Gladstone’un ilişkileri neydi? Osmanlı Devleti’nin parçalanmasındaki rolü nedir? Tüm bu soruların cevapları için bu kitabı okumakta büyük fayda var.
Bizce Gladstone’un rolü Türkiye tarihçiliğinde abartılıyor, ama kişilik olarak ağırlıkla mevcuttu. Kitapta pek değinilmemiş ama Midhat Paşa’nın 1877 Rusya Savaşı öncesinde İngiltere’ye güvenmesinin ne kadar yersiz olduğu anlaşılıyor. Tanzimat Devri’nin büyük adamları ustaca manevralarla İngiltere-Fransa ve Piemonte’yi yanımıza alıp Kırım Savaşı’nı yaptılar. Midhat Paşa ise aynı ittifakı katiyyen kuramazdı. Avrupa tarihinin hiç değilse bizimle ilgili bölümlerine artık girmemiz gerekiyor. Çünkü Türkiye tarihi her zaman bir dünya tarihidir.