İran sıcak bir komşudur ve her an birlikte yaşamayı bilmek gerekir. Bugün de karşılıklı açılmanın yanı sıra her zamanki gibi ihtiyat da görülüyor
İran devrimi 32’nci yaşını sürüyor. Bazı şeylerin bizim bildiğimiz eskiye göre değiştiğini kabul etmek gerekir. Daha ilk anda vizeler kalktı. 1986 eylülünde vizesiz olarak karayoluyla İran’a geçtiğim vakit, öbür tarafa gezmeye giden hoca ve talebe gibi grupların kaydedildiği bana hissettirilmişti. Yapacak bir şey yoktu; İran’a gitmemek gibi bir seçeneğim olamazdı.
O vakitler İran, Irak ile uzun bir savaşın içindeydi. Buna rağmen hayat daha canlıydı. Şah devrindeki şık hayat ortadan silinmişti. Gerçi o devirdeki kuzey Tahran yüksek toplumu görgüsüz veya sadece hırsız zenginlerden oluşuyor değildi. Yolsuzluk yaygın olsa da iktidar sahipleri ve onlara yakın olanlar eskiden beri hâkim olan zümreydi ve bir şıklık ortalıkta gezinirdi.
Bu tipleri 1979’dan sonra Avrupa ve Amerika’da da gördük. UNESCO’da küçük rütbeli çalışan mültecilerin içlerinde Rusça dahil iki-üç Avrupa dili bilenler vardı. Çok zevkli ve pahalı giyinirlerdi; güzel sanatların geliştiği bir ülkede, zengin koleksiyonlara sahiptiler. Bugün kendi ismi yeni rejim tarafından da affa uğrayan imparatoriçe Ferah Pehlevi böyle bir grupla birlikte Tahran’da “Ferc” (Halı) müzesini kurmuş, zengin koleksiyonlar toplamış, Safevi ve Kaçar devri resimlerini toplayıp neşre başlamış ve kendi tarafından kurulan Pehlevi Vakfı eski yazmaları, abidelerin envanterini tespit etmeye, bunların ilmi yayınına ve ansiklopedik neşriyata girişmişti.
Şüphesiz ki güney Tahran sefalet içindeydi. Petrol zenginliği tüketime gidiyordu. Dehşet bir polis rejimi sürüyordu. Ama eğitim ve bilhassa yüksek tahsil ve doktora eğitimine verilen destek övünülecek düzeydeydi, İran bugün bile uzman malzemesi bakımından o günün mirasını yiyor. Ama öte tarafta geniş kitleler ortaçağ eğitimsizliği içindeydi.
Yatırımcılarımızın hayalleri iyi ama sonuç alamıyorlar
Yeni İran rejiminin bazı alanlarda İran’ın Ortadoğu’daki rolünü vurguladığına şüphe yok. Geniş ölçekli ilişkilere girişti. Yeni dönemde Türkiye ile ilişkileri de farklı safhalardan geçti. Hiç kimse 1979’dan bugüne kadar Türk-İran ilişkilerini aynı çizgi ve renk üzerinde yorumlayamaz. Karşılıklı açılmanın yanında her zaman çekince ve ihtiyat görünmektedir. Üstelik bu yaklaşımda tek taraf sorumlu tutulamaz.
Bugün İran ve Türk ticareti hemen hemen 10 milyar dolar civarındadır. Büyük kısmı gaz ve ham petrole dayanıyor ve tabii Türkiye için bilançoda olumsuz kapatım söz konusudur. Aşağı yukarı 25 yıldır Türk sanayici ve yatırımcıları bütün güçleriyle durumu tersine çevirmeye çabalıyor. Yatırımcılarımızın hamleleri kayda değer. Ama neticeyi değiştirmekte zorlanıyorlar.
Cumhurbaşkanımızın 13-16 Şubat’taki gezisi bir gerçeği ortaya çıkardı. Etkin politikada bazı verilerin değişmesi imkan sağlıyor. İran’la Türkiye’nin yüzde yüz beraber olduğunu söylemek hiçbir zaman mümkün değil. Fakat uluslararası alandaki yaklaşımları Türkiye’ye ister istemez söz hakkı kazandırıyor. Batı Avrupa’da ileri sürülen “Türkiye’nin eksen değiştirme politikası” İran’daki çevreler gözünde pek geçerli değil. Bu, yöneticiler kadar yönetilenler açısından da böyle. Dışişleri Bakanımız bunu önceki demeçlerinde açıkça belirtmişti. Artık dönem gerçekten de eksen politikasının değil durumu değerlendirmenin zamanıdır, galiba öyle de yapılıyor.
14 Şubat’ta Tahran, Mısır’a destek mitingi ile sarsıldı. Hükümetin düzenlediği bir gösteri değildi. Bu farklılıklar İran için önemli ve gözlemlenen oydu ki, göstericiler rahatsız edici biçimde sınırı aştılar.
Cumhurbaşkanımızın resmi gezisi sırasında kalabalık kitleler başkanı ve heyetini büyük tezahüratla karşıladılar; “Yaşasın Türkiye” sedaları bütün protokol kaidelerini alt üst etti. Kalabalık muhteşemdi. İran sıcak bir komşudur ve her an birlikte yaşamayı bilmek gerekir. Bunu siyasi ve iktisadi alanda olduğu kadar kültürel alanda da gözlemek mümkün.
Hoş görünümlü, romantik şehir
İsfahan’ı Şah zamanından hatırlayanlar bu şehre hususi önem verildiğini, hatta 1960’larda eski bir kervansarayın ve kışlanın tadiliyle inşa edilen otelin, o dönemin İran’ı ve hatta Türkiye taşrası için dahi lüks sayılacağını bilirler. Geçen dönemde şehre bir durgunluk çökmüştü, son yıllarda turizmin belirli ölçüde artmasıyla İsfahan yine canlanmaya başladı.
Bir şeyi takdir etmek lazım; İran yönetimi ve halk, İsfahan ve Yezd gibi geleneksel şehirlerin tarihi yapısını ve çevreyi korumakta son derece başarılı ve hassas hareket ediyor. İsfahan’da gökdelen yok, müsaade edilmiyor. Yapımı denendi fakat yıkıldı. Üzerinde ısrarla durulan nokta, sadece şehirdeki abidelerin değil, civardaki tepelerin dahi profiline dikkat edilmesidir.
İsfahan her zaman hoş görünümlü, romantik bir şehir. 17’nci asrın Nakş-ı Cihan meydanı ve üstündeki Mescid-i Şah, Molla Lutfullah Camii, Âli-Kapı yani (Bab-ı Âli binası), Kayseriye Çarşısı gibi yerler dışında biraz ötedeki Selçuklu döneminin ünlü Mescid-i Cuma’sı ve civarındaki eski mahalle bile mütevazı ölçüleri içinde korunuyor. Cumhurbaşkanlık heyeti bunu herhalde dikkate aldı. 17’nci asırdan beri buraya yerleşen Kayserililerin iktisadi başarıları malum, ama eski Kayseri’nin İsfahan kadar korunamadığını bizim nesil çok iyi bilir.
Ülkenin en seçkin mutfağı
Son durak Tebriz’di. Tebriz; İran İlhanlı devletinin ve İlhanlı Moğollarından sonra Türk devletlerinin başkentidir. Tebriz’den başkenti İsfahan’a nakleden Safevilerdir. Bütün bunlara rağmen kuzeydeki Azerbaycan eyaletinin başkenti hep Tebriz kaldı. Soğuk, sert iklimine rağmen Tebriz, 13’üncü asırdan beri en iyi mimarların, nakkaşların bugün de İran’ın en seçkin mutfağının bulunduğu şehirdir.
Tebriz, Azer Türkçesi konuşur. Şehriyar gibi büyük bir Türk şairinin ülkesidir ve şehirde 400 tane büyük şairin gömülü olduğu “Şairler Anıt Mezarı” vardır. Tebriz aydınlarının yani güney Azerbaycan’ın kuzey Azerbaycan’a göre bir üstün tarafı vardır. İran’a sahip çıkarlar. Farsçayı çok iyi bilirler. Ama kendi Türkçelerini de o derece de iyi kullanırlar ve kendi aralarında onu konuşurlar. Fars kültürü onlara hâkim olmuştur. Ama onlar kendi Türkçelerini de korudukları için Fars ülkesine hâkim olmuşlardır.
Azerbaycan mıntıkasında Türkiye’nin yatırımları artıyor, bu bölgenin aydınları yanında fevkalade etkin bir işadamı zümresi de vardır. İçlerinde Ali Polat gibi duayen işadamlarının İran ve Türk kültürüne de uzman derecede vâkıf oldukları görülür. Tebriz’in aydınları ile görüşmek insana haz veren bir imtiyazdır. Lakin şehirde İsfahan ve Yezd’in aksine imar düzeninde bir düzensizlik gözleniyor. Yapılaşma pahalıdır ve öbür şehirler gibi ne çağdaşlığa ne de gelenekselliğe dikkat edilmediği anlaşılıyor.
Tebriz siyasi atmosferin yüksek olduğu bir şehirdir. Başta Seyyid Ahmed Kesrevi olmak üzere çağdaş İran tarihinin bütün önemli devrimcileri bu bölgeden çıkmıştır. 1905 meşrutiyet devrimi burada başladığı gibi 1979-80 devrimi de burada patlamıştır. Bununla birlikte Tebriz’in iktisadi vaziyeti bugün diğer büyük şehirlerin gerisinde kalmış gibi görünüyor; rakamlar da bunu doğrulamaktadır.