Milliyet’e geçenlerde yeni bir Genel Yayın Yönetmeni atandı; Tayfun Devecioğlu. Bu kişinin benim nezdimde iki özelliği var. Biri Galatasaraylı (mektepli) oluşu. Ancak bizim yönetici Beşiktaşlı. Serpil Yılmaz da dün köşesinde inadına “En büyük STK: Fener” demesin mi? Neye göre? Dernek sayısına göre. Oysa taraftar sayısı açık ara Cimbom’da! Hadi buyurun. Üstat Hasan Pulur buna yanıt versin.
Devecioğlu’nun bir diğer özelliği köşe yazarlığına başladığım Yeni Yüzyıl gazetesinde yöneticim olması. Kadere bakın, Devecioğlu yine başımda.
Dün üstadımız Güngör Uras gündemdeki genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) konusunu değerlendirmiş. Uras konunun sadece yönetmelikle düzenlenemeyeceğini belirtiyor. Haklı. Ancak önce GDO ürünlerin yurtiçinde üretilip üretilmeyeceği, ithal edilip edilmeyeceği, yahut hangi düzeyde tüketilebileceğinin belirlenmesi gerekiyor. Unutmayalım, GDO’ları tümüyle yasaklamış 6 AB ülkesi var.
Kuşkonmaz daha pahalı
Dün arkadaşım Meral Tamer de köşesinde sigaradaki ÖTV’ye takmış. Neşe küpü bu dostumun olağanüstü yaratıcılıkta bir aşçı olduğunu belirteyim. Şimdi böylesine damak keyfi ve zarafeti olan birinin “Kuşkonmaz çok pahalı” diye yazacağı yerde sigaranın pahalılaşacağını eleştirmesi açıkçası beni üzdü.
Sigaranın fiyatı üzerine geçmişte çeşitli yazılar yazdım. Sigara ülkemizde göreli olarak ucuz. Üstelik en yoğun tüketilen ülkelerden biri. Bu meret içmeyenlere bile zarar verdiğinden ÖTV’yi destekliyoruz!
Dünkü Milliyet’te dostum Derya Sazak da CHP’nin ekonomik kriz hakkındaki son raporunu yorumlamış. Bu raporun bizim elimize geçmemesindeki neden ne olabilir diye düşündüm. Herhalde ekonomiye ve/veya CHP’ye uzak olduğumuzu düşünmüşler! Alınganlık yapmayalım ve belirtelim; rapor yerinde tespitler içeriyor. Ama önerilere de gerek var.
CHP ve ekonomi
Kaldı ki, Kürt açılımındaki rezalet daha çok MHP’ye yararken, bir yıldan fazla süredir süren kriz daha çok CHP’yi besliyor. Bu nedenle CHP’nin ekonomik restorasyonla ilgilenmesi ve halka yeni umutlar vermesi şart.
Önceki gün domuz gribinin ekonomisinden bahsetmiştik. Tekrarla, ortada iki maliyet var. Biri aşı, diğeri de pandemik (yani bulaşıcı) riskin artması durumunda insan münasebetinin engellenmesi; yani işyeri ve okulların tatil edilmesi. Aşının maliyeti nispeten düşük. Türkiye’nin aşıya ayırdığı bütçe 500 milyon TL civarında. (Yazın 2009 bütçe giderlerine ek bir ödenek daha!) Ancak asıl ekonomik kayıp üretimde oluyor. Çünkü tatillerin verdiği kayıp çok yüksek.
Aşıya dönersek. Başbakan büyük bir sorumsuzluk örneği göstererek kafaları karıştırdı. Üstelik böylesi bir konuda. Risk grubunda olanların bu aşıyı mutlaka yaptırması gerekiyor. Bunu da yaş ve yaşam ortamı belirliyor. Başbakan aşıdan korktu mu, bilemem. Ama ben aşı yaptıracağım.