Bazı meslektaşlarımız 2001 yılında IMF programına fazla inanıp yahut da mali sektörde çalışanlara kanıp kriz olasılığını göz ardı etti. Tabii bir hayli de kredibilite kaybettiler. Ancak itiraf etmeliyiz ki, küresel kriz konusunda olsun, Türkiye ekonomisinin temel kırılganlığı konusunda olsun çoğu meslektaşım uzun süredir herkesi uyardı.
Kaç yıldır cari açık sorunu bağırılıyor. Aylardır özel sektörün dış borçları haykırılıyor. “Kur düşük kaldı” diye bizde kaç yazı yazdık, kimse aldırmadı. İhracatın kompozisyonu değişti. Kimisi “Yapılabilecek bir şey yok, sistem dalgalı” dedi. Mali kesim “Dış açık sorun değil, finanse ediliyor” diye geçiştirdi.
İşadamları yurtdışında borçlanmaya devam etti. Hükümet de “Madem herkes memnun, bana ne!” dedi. Bu noktaya geldik sonunda. Şimdi açıkça belirtelim; Türkiye bir dış borç sorununun eşiğinde. Standart and Poors derecelendirme kuruluşu da bu nedenle Türkiye’nin görünümünü olumsuza çevirdi.
Dış borç krizine sürüklenme
Bizim tezimiz şuydu: 2003-2006 döneminde sıcak para çok yoğun olarak girerken bunu bir Tobin vergisiyle kapıda karşılayın. Giren para uzun vadeli girsin. Mali disiplini sıkı tutun, para politikasını gevşetin. Faizler düşecektir. Böylece hem kamu borcu hızlı düşecek, hem de iç tüketim yerine özel sektör yatırımları güçlü olacaktır. Dış borçlanma da azalacaktır... Aldırılmadı.
Elbette bahsedilen dönemde cari açıktan tümüyle kaçınmak olanaksızdı. Çünkü dış açık büyük ölçüde yükselen enerji fiyatları nedeniyle oluşuyordu. Ama kabul edelim ki 50 milyar dolarlık da dış açık yaratmak gerekmiyordu!
Şu anda Türkiye ekonomisi ciddi bir durgunluğun eşiğinde. Hiçbir ciddi önlem alınmadığına göre, bu belki de istenilen bir şey! Fakat Başbakan IMF ile anlaşmanın yatırımları düşüreceği kaygısıyla bunu da reddediyor. Oysa IMF ile anlaşma olmazsa daha fazla kamu harcaması üretim değil, artan harcamalar dolayısıyla daha büyük dış açık doğuracak.
İki yıldır tüketim düşüyor diye sürekli yazıyorum. Tüketim endeksleri bunu gösteriyordu. Birçok bankacı dostum da sert tepkiler veriyordu. İç talebin düştüğü bir ortamda dış kaynaklarını artırıp kredilerini yoğunlaştırdılar. Şimdi hatalı olduğu ortaya çıktı. Ağır bir riskin altına girmiş görünüyorlar.
IMF konusu
Merkez Bankası neredeyse bir yıldır bankaların döviz açık pozisyonunun sınırlı olduğunu, ancak reel sektörün ciddi bir risk taşıdığını belirtiyordu. Hangi önlem alındı? Kim bu şirketleri dövizle borçlanmaya sevk etti? Yahut bu borçlanmaya kim göz yumdu? Özelleştirmelerde “En fazla parayı bul da nereden bulursan bul” mantığı yürütülmedi mi? İşte bütün bunlar şimdi yaşanan risklerini temelini oluşturdu.
Bazı okuyucularım IMF’ye yandaş ve karşıt yazılarımla çelişki taşıdığımı yazdılar. Açıklamakta yarar görüyorum. Şu anda çok ciddi bir dış finansman sıkıntısına düşülmesi ve 2009 yılının daha az bir hasarla atlatılması için IMF’ye gereksinim var. Ancak bir daha yabancı sermaye girişlerinin baskıladığı bir kur sistemine dönmemek için Merkez Bankası döviz rezervlerini daha güçlü hale getirmeli.
Açıkçası, ekonomi, finansçılara da işadamlarına da bırakılmayacak kadar önemli bir iştir. 2001 krizine de aynı vurdumduymazlıkla girmiştik. Küresel krizi de çıkaran havalı finansçılar olmadı mı? Siz siz olun ekonomistlerin uyarılarını göz ardı etmeyin.