“Çocukluk sarhoşluk gibidir,” diyor Grace’in babası, “Herkes ne yaptığını hatırlar, sen hariç”. Oysa Grace için çocukluğu çok net. Ve ona göre hayatının hatırlanmaya değer tek bölümü. Annesinin karnında, ikiz kardeşi Gilbert ile yan yana oldukları zamandan itibaren hem de. Gözlerden uzak, kapalı bir yerde olma, gizlenme, korunma, bunlar onun için cennetin diğer adı. Bir salyangoz gibi kabuğunun içinde yaşayacak mümkün olsa.
Hayatın pek cömert davrandığı biri değil Grace. Annesi onları doğururken ölmüş, babaları alkolik ve felçli. Buna rağmen bardağın dolu tarafını gören, umutlu bir çocuk. Hayalleri var, büyüyecek, animasyon yönetmeni olacak. Odasında oyuncak salyangozlar biriktiriyor, onları arkadaşı kabul ediyor. Hiçbir zaman onu terk etmeyecek, kalbini kırmayacak ya da ölmeyecek arkadaşlar.
Fakat korunaklı hayatı babalarının ölümü ve iki kardeşin ayrı eyaletlerde iki aileye verilmesiyle alt üst oluyor. Artık hayatın zorluklarıyla tek başına mücadele etmek zorunda. Salyangozlar biriktikçe birikiyor odasında. Gittikçe hayattan çekilip kabuğuna saklanıyor o da. İlerleyen yaşına rağmen hayata dört elle sarılan, maceraperest ve eksantrik Pinky ile dost olana kadar.
Avustralyalı canlandırma ustası yönetmen Adam Elliot’ın el yapımı stop - motion filmi “Memoir of a Snail / Bir Salyangozun Anıları”, bu senenin en çok konuşulan filmlerinden biri oldu, Oscar adaylığına da kesin gözüyle bakılıyor. Kendisini salyangoz gibi hisseden yalnız, ‘farklı’ ve kaygılı bir insanın; Grace’in anıları, izlediğimiz. Özgürlüğüne kavuşturduğu salyangozu Sylvia’ya anlatıyor. Büyük bir açık yüreklilikle, olanca sertliğiyle. O kadar içten hissediyorsunuz ve o kadar üzülüyorsunuz ki Grace için.
Filmde izlediğimiz o 7000’den fazla ‘şeyin’ bir bir insan eliyle kilden, kâğıttan, telden, silikondan yapıldığını, elle boyandığını düşünmek (‘claymotion’ tekniğin adı) başlı başına insanı büyüleyen bir şey. Hani neredeyse yanımızda oturan insanın yapay zekâ olup olmadığından şüpheleneceğimiz bir dünyada ‘el yapımı’nda direnen bir yönetmen, Adam Elliot.
Üzerine bu kadar ince, derin ve insani bir hikâye eklenince (Elliot’ın senaryoyu yazması üç sene sürmüş) sahiden unutulmaz bir film hâline geliyor, “Bir Salyangozun Anıları”. O kadar çok detay var ki muhtemelen tekrar tekrar izleseniz bir daha keşfedip hayran kalırsınız. Ayrıca 90 dakikalık minicik bir hikâyede yalnızlıktan akran zorbalığına, eşya istiflemeden kleptomaniye, homofobiden ‘body shaming’e, yobazlıktan ayrımcılığa, yaşlılığa, ölüme, yasa sayısız hayati meseleye değinebilmek ve bunların hiçbirinin de altını kalın kalın çizmemek büyük başarı. Grace’in o eşsiz anlatımında kendisine ses veren yine Avustralyalı aktris Sarah Snook’un (“Succession” – Shiv Roy) payını da unutmayalım. Filmin seslendirme kadrosunda Kodi Smit-McPhee, Jacki Weaver, Magda Szubanski, Eric Bana gibi isimler, hatta küçük bir rolde Nick Cave bile var.
Son bir not; Adam Elliot senaryoyu başta “Memoir of a Ladybird” olarak bir uğur böceği üzerine yazmış, Greta Gerwig’in “Ladybird” filmi çıkınca değiştirmek zorunda kalmış. Salyangozların hep ileriye gittiklerini, geriye gitmediklerini fark etmek de seçme sebeplerinden biri olmuş. Çünkü filmde Pinky’nin Grace’e Kierkegaard’dan ödünç alarak öğütlediği gibi; “Hayat geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır”.