Başı ağrıyor. Kırgınlıklar başlamış. Anlaşılan üşütmüş. İşte bu aşamada basit bir direnç artırıcı ilaç verilse yahut dinlenilse belki de hastalık baştan atlatılacak. Yapılmıyor. Hastanın ateşi çıkmaya başlıyor. Tabii önce ateş düşürücü, sonra da, duruma göre, antibiyotik verilmesi gerekiyor.
Ancak hasta pek ilaç gerekmediği kanısında. Tabii bunun bir riski, hastanın büsbütün kötüleşmesi ya da hastalığın daha uzun sürmesi. İşte Türkiye ekonomisinin geldiği nokta aynen böyle.
Türkiye ekonomisi 2006 yılından bu yana farklı bir yörüngeye girdi. 2004-2005 döneminde ortalama yüzde 9 büyüyen ekonomi, 2006 yılında yüzde 6.9, 2007 yılında da yüzde 4.5 büyüdü. Tarım 2007 yılında yüzde 7 daraldı. Yine 2007 yılında imalat sanayii yüzde 4.8 büyüdü. Oysa 2006 yılında yüzde 5.5 büyümüştü.
Bağıra bağıra gelen hastalık
Bu yıl (2008) (nisan ayı hariç) her ay imalat sanayii büyümesi geçen yılın aynı ayına göre daha düşük geçiyor. Nihayet ağustos ve eylül aylarında imalat sanayiinin geçen yıla göre yüzde 6 küçüldüğü görüldü. Yani bu hastalık sinsice, birdenbire çıkmadı. Bağıra bağıra geldi.
İç talepteki bu çok önceden başlayan gevşekliği işadamları hissetmeye başlamıştı. Biz de tüketim ve tüketici güven endekslerinden gözlüyorduk. Ancak Türkiye bunlarla meşgul değildi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, anayasa değişikliği, seçimler, AKP’nin kapatılması davası, artan terör ve nihayet Ergenekon’la gündem doldu, taştı. Hükümet de sandı ki, dış kaynak oluk oluk akacak hep böbürlenecekler. İşadamları da günlük baktığı için onları hep alkışlayacak. Şimdi dış kaynak kesildiği gibi, bir de çıkıyor.
Tekrarla belirtelim. Şu anda açıklanan veriler küresel gelişmelerin sonucu değil. Küresel krizden etkilenme ihracatın daralması ve mali sistemin sıkışması sonucu ortaya çıkacak. Buna da daha var. Yani krizin ortasında değil, başındayız. Kriz olasılıkla 2009 yılının ilk çeyreğinde kendisini gösterecek. Hem sanayi hızla küçülecek, hem de işsizlik artacak.
İlaçsız tedavi olanaksız
Birçok ülke önlem aldı. Paketler açıkladı. Hükümet ise küresel krizin önce Türkiye ekonomisine teğet geçeceğini sandı. Sonra biraz aydı; “Az zarar verir” dedi. Hani yere düşen çocuğa “Bir şeyin yok, kalk ayağa” dersiniz ya. Aynen öyle. Oysa çocuğun üstü başı kanıyor!
Şimdi bu çıkan veriler karşısında Hükümet şaşkın ördek gibi bakınıyor. Tabii bu arada tedavi geciktikçe alınacak ilacın da etkisi sınırlı hale geliyor. Artık basit bir ateş düşürücü yerine antibiyotik gerekiyor.
Dostum bir ekonomist IMF’ye ilke olarak karşı olmadığını, ama artık IMF’siz de mali disiplini sağlamayı öğrenmemiz gerektiğini belirtiyor. Oysa bugün IMF’ye olan ihtiyaç mali disiplinden çok dış kaynak sağlamaya yönelik.
Hatta bırakınız dış kaynak bulmasını, şu anda hem sıcak para çıkışı yaşanıyor, hem de bankalar sürekli döviz alıyor. Çünkü bu kuruluşlar dış yükümlülüklerini sağlamakta sıkıntı içinde.
Peki umutsuz mu olalım? Hayır. Her şeye rağmen yapılabilecekler var. Gecikilse de bu hastalığın ilacı yok değil. Ancak her ekonomik sorun belirdiğinde onu çabuk algılamak, tedbirleri hızla hazırlamak ve hemen yürürlüğe koymak gerekir. İyileşme de zaman alacaktır.