Kentsel dönüşüm artık günlük yaşantımızın bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Elbette bu dönüşümün en bilindik olanı Roman kültürüne yıllarca ev sahipliği yapmış Sulukule semtinde yaşandı.
2006 yılında alınan bir kararla yıkılan semtin sakinleri yeni yerleşim merkezlerine taşındı. Fikirleri alınmadan, kendilerine sorulmadan yapılan bu değişiklik elbette bir tahribata yol açtı.
Semtin yaşayanları için tam bir acıydı. Bu acı zaman zaman öfke, zaman zaman direniş olarak karşımıza çıktı.
Bu direniş çoğu semtte hala devam etmekte. Sulukule içinse "Harikalar Diyarı" isimli bir video sanatı olarak şu an İstanbul Bienali'nde sergilenmekte.
Güncel sanatla ilgilenenler çoktan Halil Altındere'nin Tahribat-ı İsyan isimli grupla çektiği video çalışmasını izlemişlerdir.
Bu çalışma evlerini bırakmak zorunda kalanların hikayesini içeriden anlatıyor. Elbette yaşananlar sancılı, öyle hafızalarımızda pek de iyi duygularla yer etmiyor.
Semt canlı bir yapı olarak kültürüyle, yaşayış şekliyle, alışkanlıklarıyla, anlamlı bir yığın olarak canlıdır ve hafızası vardır. Bu video ile Sulukule'de yaşanan acıyı bir kez daha hatırlıyoruz.
Bu güçlü anlatıma henüz tanıklık etmediyseniz çok şey k
“Bu kente şaşırıp duruyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu durum beni altüst ediyor. Oysa doğduğum kent burası. Uzun yıllarımı burada geçirdim, küçüklüğümden bildiğim yerler var ama yeterli değil bu akışa ayak uydurmak gerek, yoksa en iyi bildiğiniz yeri bile tanıyamıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki üzerinden asma yollar, köprüler geçmiş, gökdelenler dikilmiş top oynadığınız çayırlıklara”[1] Orhan Duru, kentin değişimi karşısında şaşkınlığını ve duyduğu tedirginliği böyle dile getiriyor.
Özellikle son yılların yeni kavramı "kentsel dönüşüm" olgusu hayatımıza girdiğinden beri bu şaşkınlık gittikçe artıyor.
Zaman zaman bu şaşkınlık haklı bir isyana da dönüşüyor.
Elbette bu isyan ‘taşı toprağı altın şehir’ İstanbul’da daha fazla yaşanıyor. Ya da içinde yaşayan biri olarak buna daha fazla tanıklık ediyorum.
Şairin gözleri kapalı dinlediği İstanbul yok artık ya da Beyoğlu eski beyefendilerini çoktan kaybetmiştir elbette ama bugün yaşadığımız değişim ya da yeni adıyla "dönüşüm" daha farklı boyutta.
Tam da bu noktada tüm bunları hem bilimsel hem öykü diliyle anlatan bir kitap var: Milyonluk Manzara
Akademisyenler, mimarlar, gazeteciler bu dönüşümün analizini yaparken,
Uzun zamandır bu kadar heyecanlanmamıştım.
Daha önce bir şeyler yazıp hislerimi paylaşmak geldi içimden ama olayın içinde kalmak, yazmaktan çok yaşamak istedim.
Gazi Parkı direnişi hakkında sosyal medyada çok şey yazıldı, çizildi.
Resmedildi, fotoğraflandı.
Belgelendi.
Paylaşıldı.
Evet en çok da paylaşıldı.
O kadar çok şey izledik, o kadar çok şey gördük ki sosyal medyada, yine de orada yaşamak, ayrıntılara değil bütüne bakmak bambaşka.
İstanbul ilginç bir festivale ev sahipliği yapıyor: Canlandıranlar Festivali.
Canlandırma deyince aklımıza elbette animasyon sineması geliyor. Özellikle son zamanlarda neredeyse her hafta vizyona giren filmlerden bir ya da bir kaçı animasyon alanında olduğu düşünüldüğünde böylesi bir festivalin ilgi görmemesi imkansız gibi.
Türkiye'de henüz çok gelişmemiş olan bu alanda halihazırda çalışanlar ve üretenler için Festival bir fırsat niteliğinde.
Bu alanda nelerin yapıldığını, yurtdışı profesyonellerin filmlerini ve Türkiye'ye özel çalışmaları takip etmek için birebir.
Yerli ve yabancı profesyonelleri Festival bünyesinde bir araya getiren etkinliğin bir amacı da bu alana dair bir bellek oluşturmak.
Festival'in ilk yılı olduğunu düşünürsek ilerleyen zamanlarda Festival'e ve alana ilginin artacağı, uluslararası ses getirecek bir etkinlik olacağı kaçınılmaz.
Önemli bir girişim olduğunu düşündüğüm bu Festival'in açılışı 24 Nisan'da Garajistanbul'da yapılacak.
Festival 28 Nisan'a kadar İstanbul'un konuğu olurken, 16-19 Mayıs tarihleri arasında Ankara'ya taşınacak.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği 32. İstanbul Film Festivali anlamlı bir açılışla başladı. Sinemaseverler on beş gün boyunca sinema şöleni ile baş başa kalacaklar.
Filmlerden ya da etkinliklerden bahsetmeyeceğim. Eminim çoktan Festival kitapçığından filmlerinizi seçtiniz ve biletlerini aldınız.
Festival’in tanıtımlarını görmüşsünüzdür, bu yıl “duygular harekete geçiyor”.
Tam da bu bakımdan anlamlı bir açılış oldu sanırım. Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı bir duruş olarak protestoyla açılış gerçekleşti. Sonuç değişir mi tartışılır.
Festival haftası sadece filmlerin izlendiği bir hafta olarak görülmemeli, sinema salonlarıyla da bütünleşen kültürel bir paylaşımdır aynı zamanda o hafta. Öyle ki Emek Sineması yıkılmasaydı Festival filmlerinden birinin galasına ev sahipliği yapacaktı. Emek Sineması’nın yıkım sürecinden geri dönülür mü bilinmez ama “Emek Bizim, İstanbul Bizim” sesleriyle, “Sinema” belki son kez buruk bir şekilde Festival’e dahil edilmiş oldu.
İstanbul’un kültürel kimliğinin parçası olan tarihi sinemalar avucumuzdan bu şekilde kayıp giderken, uzun bir zaman kapalı kalıp, birkaç ay önce tekrar açılan Feriye Sineması Festival’in en güzel
Geçtiğimiz hafta ve bu hafta vizyona giren filmler Oscar'a yaklaşırken adeta birbiriyle yarışıyor.
İster Türk filmleri olsun ister yabancı bu ara sinema salonları izleyicilerini tatmin edecek nitelikte filmlere ev sahipliği yapıyor.
Öyle ki izlemek istediğim çok film var, yoğun iş temposundan kaçırdığım da bir o kadar.
Pi'nin Yaşamı düne kadar kaçırdıklarımdandı. Ya da öyle düşünüyordum.
İzlemek istediğim Tarantino filmi Zincirsiz (Django Unchained) ya da geçtiğimiz Cuma günü vizyona giren ünlü aktör Daniel Day-Lewis'in canlandırdığı Lincoln filmi tercihimdi.
Fakat Pi'nin Yaşamı'nın hala vizyonda olduğunu görünce fikrimi değiştirip tercihimi ondan yana kullandım.
Diğerleri elbette izlenecek.
Bir süredir okumak istediğim bir kitap vardı, beni heyecanlandıran bir kitap: Bi Tur Versene
Tesadüfen bir televizyon programında yazarına, Aydan Çelik'e rastladım.
Önce kendi ağzından dinledim kitabın öyküsünü. Sonra kitapçıda rafta gördüm ve sonunda buluştuk.
İyi ki de buluşmuşuz.
Kitabın sayfalarını açar açmaz Aydan Çelik'in bir bisiklet tutkunu olduğunu anlamak zor değil.
Bu tutkusunu hem yazarak hem de çizerek paylaşıyor.
Bisiklet Manifestosu ile başlayan kitap, bisikletini çocukluğunda bırakanları baştan çıkarıyor.
Elbette özellikle büyük şehirde yaşayanlar için geçmişe dönüp bisikletiyle tekrar kucaklaşmak biraz zor olsa da imkansız değil.
Gönül isterdi ki bir etkinlik dizisinin temelinde acı bir olay olmasa. Gönül isterdi ki her şey bir paylaşımdan ibaret olsa, altında ölüm yatmasa.
Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden 6 yıl geçti…
Davası hala sürüyor.
Arkadaşları “biz bitmeden dava bitmez” diyor ve yine herkesi, akılda kalacak şekilde bu kez bir hafta boyunca anmaya davet ediyorlar.
Bir kez daha “Buradayız Ahparig” diyorlar!
12 Ocak’ta açılışı Cezayir Toplantı Salonu’nda yapılan ve 19 Ocak saat 13.30’da Şişli Agos Gazetesi önündeki anma törenine kadar sürecek olan “Ahparig haftası” boyunca paneller, sergiler, söyleşiler, sempozyumlar ve film gösterimleriyle Hrant Dink bir kez daha anılıyor.
Etkinlik mekanları; Cezayir Toplantı Salonları ve Tütün Deposu.
Tütün Deposu “Sanatçılar sesleniyor: Buradayız Ahparig” sergisine ev sahipliği yapıyor.