Ahmet Yorulmaz’a “Ayvalık müellifi” dense yeridir; dokuz baskı yapan kitapları hep Ayvalık üzerinedir, muhakkak Ayvalık’tan söz eder. Ayvalık’ta doğmuş, Ayvalık’ta kitabevi kurmuş, gazete çıkarmış, çeviriler yapmış, şiirler yazmış ve çevirmiştir. Son kitabı “Cunda Yolu Ayvalık’tan Geçer”de Cunda’nın hikâyelerini, o insanların hikâyelerini anlatır. (Remzi Kitabevi)
Ahmet Yorulmaz, “Ege’nin çok sıcak bu beldelerine dair öyküler bir başkadır” der...
Tabii bu öykülerin kahramanları da:
“Büyük kentlerin dağdağasından yorulmuş olarak, dinlenmeye, yerleşmeye geldikleri buraların hikâyelerini merak edenler çoktur.”
Büyük kentin dağdağasından yorulmuş olan “bu insanlar”ından iki dostumuz vardır. Biri, Tanrı’dan uzun ömürler dilediğimiz Güngör Gönültaş, diğeri de Faris Çağdaş’tı.
* * *
Evet, Faris Çağdaş’tı diyoruz, çünkü onu yakınlarda kaybettik.
“Faris” içli dışlı her gün birlikte olduğumuz bir arkadaşımız değildi ama “dostluğunu” her zaman, her olayda gösterdi. Eskilerin güzel bir deyimi vardır, “kara gün dostu” derler, Faris onlardandı, bilirdiniz ki her sıkıntılı gününüzde yanınızdadır.
Bir ara ortada görünmez, belki de bizim ihmalimizden... Buluşup iki kadehle Faris’in hikâyelerini dinlerdik, hele rahmetli Halit Çapın’a yaptıkları ya da bizi ortak ettikleri...
* * *
Ahmet Yorulmaz’ın “Cunda hikâyeleri”ni okurken Faris’i anmamak olur mu?
Ahmet Yorulmaz bir resim öğretmeninden söz eder, Faris’in de resme meraklı olduğunu, uzun süre resim yaptığını söylemeliyiz.
Resim öğretmeni 1941 yılında Ayvalık’a geldi; içine kapanıktı. Şarap içer, kırtasiye dükkânında saatlerce oturup insanları gözler ve izlerdi.
Tek başına yaşadığı evinde, zaman zaman bir kız öğrencisinin yüzü belirirdi hayalinde.
Kıza da söylemişti:
“Yüzünün, gözlerinin çok güzel anlamı var, onları çizmek istiyorum. Bana yarım saat modellik etmen yeter. Öğretmenler odasında yarım saatçik...”
Kız çekingendi, utangaçtı, poz vermeyi kabul etmedi.
Öğretmen, öğrencisinin aklında kaldığı çizgilerini, kartona çizip kız öğrencisine verdi, iki karton ruloyu uzattı:
“İyi sakla bunları, kafamda kaldığın kadarıyla, modelsiz çalıştığım için şimdi beğenmesen bile, gelecekte çok beğeneceksin, ilerideki yıllarda değerlendirildiklerini göreceksin. Hem unutma, kafamda yer ettiğin kadarını kâğıda yansıttım.”
Resim öğretmeni üç gün sonra İstanbul’a giden vapura atlar, ne istifa mektubu bırakır, ne de kimseye bir şeyler söyler.
* * *
60 yıl sonra Ahmet Yorulmaz bu resimleri çerçevede gördü:
“Kız, sanatçının belleğinden fışkırmış gibiydi” diyordu.
“Resmin yapıldığı tarihte on dört on beş yaşındaki kız bir hayli yaşlanmıştı artık...”
Bir şey de soramadı, sorsaydı ne diyecekti?
“Öğretmenin size yönelik başka türlü duyguları mı vardı ki, poz vermedin?”
Hayır, bu soruyu da sormadı...
* * *
Kimdi bu ressam, resim öğretmeni, bilir misiniz?
Fikret Mualla...
Bir tablosu binlerce franga alıcı bulan, ömür boyu Fransa’da karın tokluğuna ve bir şişe şaraba çalışan Fikret Mualla...